Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Müzik Michael Kiwanuka İstanbul'a geliyor

        22. İstanbul Caz Festivali’nin kapanış konseri gecesinde dinlemiştim Michael Kiwanuka’yı ilk. Listelerim arasında adı hep vardı ama yeni isimler keşfederken ismi epey aşağıda kalmışken bir gün Big Little Lies dizisinde bir parça işittim. Kaybettiğin hazineyi bulmak gibiydi. Önce bu müzisyeni canlı izlemiş olmanın verdiği keyifle yeniden albümlerini karıştırıp röportajlarını okudum. Bir süre sonra da Zorlu PSM, Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında bu genç adamı 27 Eylül’de sahnesinde ağırlayacağını açıkladı. HT Cumartesi'nde Ece Ulusum'un haberi...

        Kiwanuka’nın solo kariyeri 2011’de Tell Me A Tale EP’si ile başladı, ikinci EP’si I’m Getting Ready ile BBC’nin Sound Of 2012 yarışmasını kazandı. Bu yarışma müzik dünyasındaki yetenekli isimlerin parlamasını daha önce de sağlamıştı; Jessie J, Florence + the Machine, Ellie Goulding... Kiwanuka dönüm noktası efsanevi plak şirketi Polydor ile anlaşıp 2012’de ilk albümü Home Again’den 4 yıl sonra kariyerinin en iyi albümü Love & Hate’e imza atmasıyla oldu. Müzik piyasasına şarkı yazarlığını ve vokalliğini de bu albümüyle kanıtlamış oldu. Dünya turnesindeki konserlerinin biletleri kısa sürede tükeniyor, müzik platformlarında ayda 2 milyondan fazla kişi dinliyor ve bir sürü şey. Bu konseri kaçıran üzülür, benden söylemesi... Bu konser dolayısıyla da Kiwanuka’ya sorularımı sordum, o da hepsini yanıtladı.

        REKLAM

        Şarkınız Big Little Lies’ta yer aldıktan sonra kariyerinizde neler oldu?

        “Cold Little Heart” parçası Amerika’da epey ses getirdi. Bu sayede müziğim bir çok farklı insana ulaştı. Dizi yayınlandıktan sonra çıktığım Amerika turnesinde bütün konserlerim soldout oldu, bunda dizinin kesinlikle çok ilgisi var. n Kendi dünyanızdan çıkıp insanların tanıdığı bir müzisyene dönüşünce neler değişiyor hayatınızda? Daha fazla fırsat çıkıyor karşınıza, bunun dışında da bir şey değişmiyor. Dünyanın dört bir yanında çalabiliyor, dinleyerek büyüdüğünüz müzisyenlerle tanışabiliyorsunuz. Elinizdeki kaynaklar artıyor, kendi stüdyonuz oluyor mesela. Artık yatak odamda şarkı yazmıyorum.

        Parçalarınızda sözler çok etkili. Söz ve beste ikilisinde sizin için hangisi ağır basıyor?

        Benim için hem sözler hem de müzik eşit öneme sahip. Doğru akorlar, melodiler ve sözler dinleyicide çok büyük bir etki bırakabilir. Bir şarkı yazarı olarak bunu yapmaya çalışırsınız. Kendinizi farklı bir şekilde ifade etmeye uğraşırsınız ve bence bu elementlerin bunda rolü büyük.

        REKLAM

        Bir parçanın sizin için kaç evresi var? Yani albüme girecek kıvama gelene kadar...

        Her şarkı farklı aşamalardan geçiyor, genelde akorlar, melodiler ve sözlerin belli bir uyumu yakalamasını beklerim. Ardından da prodüksiyon aşamasında şarkının yaratmaya çalıştığı resmi renklendirmeye çalışırım. Bunu başardığımda, şarkı hazır demektir.

        ‘70’LERİN MÜZİĞİNDEN İLHAM ALIYORUM’

        Sahnedesiniz, mikrofona yaklaşıyor ve şarkıyı söylemeye başlıyorsunuz. Aklınızda neler oluyor?

        Genelde doğru notaya basmayı, çuvallamamayı düşünürüm.

        Love & Hate albümünü dinlerken sanki günümüzden değil, 70’li yıllardan kalma bir havası olduğunu düşünüyorum. Şarkılarınıza nostaljik denmesinin nedeni belki de bu...

        70’lerin müziğinden gerçekten ilham alıyorum, o yüzden evet, çalışmalarımda buna rastlamak mümkün. Sevdiğim müziklerin ve şarkıların kendime göre versiyonlarını yaratmaya çalışıyorum hep.

        REKLAM

        Blues, soul, folk... Müzik türlerinin bir arada olması artık dinleyicinin alıştığı bir şey. Sizce tek bir türde müzik yapmak işleri zorlaştırır mı?

        Bence insanların artık müziği tüketim şekline baktığımızda, hepsinin bir sürü farklı stilden esinlendiğini görüyoruz. Ben hep farklı türlerin kesişim noktasında oldum. Yalın tınılarda folk, cayır cayır rock ya da hip-hop... Günün sonunda albüm yaparken bu elementleri bir şekilde yoğuruyorsunuz.

        İstanbul Caz Festivali için İstanbul’a gelmiştiniz, 2015 yılıydı. O süreçte neler değişti? Şimdi karşımıza nasıl çıkacaksınız?

        Değişen tek şey setlist. Genelde ikinci albümden şarkılar çalıyorum, sahnede benimle birlikte 6 kişilik bir grup var ve ses gerçekten yükselebiliyor.

        ‘Şarkılarımda Uganda tınıları duymanız mümkün’

        İngilizsiniz, ancak sormak isterim, Uganda’ya gittiniz mi? Oradan, oranın kültüründen etkilendiğiniz unsurlar olabilir mi?

        Uganda’ya gittim. Çevrem dolayısıyla İngiliz ve Amerikan müziğinden etkilendiğim de doğru, ama sanırım müziğimi dinlerken bir yerlerde Uganda’nın tınılarını duymak da mümkün.

        Guardian ve Independent gibi İngiliz gazetelerindeki kritiklerinde sizi betimlerken “siyahi artist” sözünü kullanıyorlar. Bu kadar vurgulanması hoşuma gitmedi. Siz ne düşünüyorsunuz?

        Dürüst olmak gerekirse kendimi stereotipik bir siyahi sanatçı olarak görmüyorum. Konu kültürler ve stereotipler olunca kendimi hep tuhaf bir pozisyonda hissediyorum çünkü. Yaptığım müzik ve ilgi alanlarım genelde İngiliz siyahi gençliğin ilgi alanlarıyla kesişmeyebiliyor. İnsanlar beni ne şekilde tanımlamaya çalışırsa çalışsın tam anlamıyla uymuyor, bu nedenle kendime ait bir kulvarda olmaktan mutluyum. Müziğimin de bunu yansıtmasını istiyorum.

        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ