Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Uzlaşmanın biyolojisi

        Alihan MESTCİ/HT PAZAR

        amestci@haberturk.com

        Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf, 2010’da Newsweek Türkiye’ye verdiği nefis röportajda, ömrünün büyük kısmını Osmanlı himayesindeki Lübnan topraklarında geçiren büyükbabasının 1907-1908 yıllarına ait hatıralarına değiniyordu: “Kadınların ve erkeklerin katıldığı özgür seçimlerin yapıldığı; Osmanlı coğrafyasından, bugünkü Türkiye’den, Arap ülkelerinden, Balkanlar’dan, Yunanlardan, Ermenilerden, imparatorluktaki bütün insanların çokuluslu bir parlamentoda buluştuğu bir ülke...” Tarih, Maalouf’un büyükbabasını hayal kırıklığına uğrattı. Fakat, arda kalan anekdotlarda, bu coğrafyanın demokrasi deneyimlerinin zenginliği gizli. “Şunu biliyorum ki David Ben Gurion (İsrail’in ilk başbakanı, 1886- 1973) bile Osmanlı parlamentosunda milletvekili olmanın hayalini kurardı” diye anlatıyor Maalouf. “Hatta bir keresinde bana, Osmanlı parlamentosunda bir Yunanlı vekilin ayağa kalkıp Lübnanlı bir vekile İlyada ve Odysseia’yı Arapça’ya çevirdiği için teşekkür ettiğini anlattı. Bence her kökenden insanın olduğu böyle bir parlamentoyla, yaşanan parçalanmadan çok daha iyisini yapabilirdik. Tabii tarihi yeniden oluşturamayız. Ama bir gün bağları yeniden kurabiliriz...” Seçim gecesi Türkiye’de Google’da seçim sonuçlarıyla ilgili 5.5 milyon arama yapıldı. 3 milyon kişinin sorusu şuydu: “Koalisyon nedir?” Latince köklerinden şöyle bir anlamı çıkıyor koalisyonun: Ağaç dallarının iç içe geçerek kaynaşması, birlikte büyümesi... Bugünlerde yazıp çizilen koalisyon senaryolarının nasıl hayata geçeceğine hep beraber şahit olacağız. Lakin siyasi teferruatı bir yana, sandıktan çıkan mesajın net olduğunda herkes hemfikir. “Bu seçimin kazananı uzlaşı...” Bu yazının konusu da öyle...

        ‘İLK MECLİS’E BENZİYOR’

        7 Haziran seçim sonuçlarına göre, Ermeni, Süryani, Mıhallemi, Ezidi ve Roman vekillerin de temsil hakkına sahip olduğu, Cumhuriyet tarihinin en renkli Meclis’lerinden biriyle karşı karşıyayız. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Ö. Alkan, “Tarihimizden bir benzetme yapmamız gerekirse” diye anlatmaya başlıyor: “Şu anki Meclis, Osmanlı Türkiye coğrafyasının farklı yerlerinden gelen, çok değişik etnik ve dini kökenlerden insanların oluşturduğu 1877 meclisi; aynı şekilde, II. Meşrutiyet’in ilk meclisi olan 1908 meclisi; veya milli mücadele döneminde, 23 Nisan 1920’de kurulan Birinci Büyük Millet Meclisi ve 1950’deki Türkiye Büyük Millet Meclisi’yle karşılaştırılabilir. Her biri adeta Türkiye’de daha fazla demokrasiye, farklılıklarla bir arada yaşamamıza zemin oluşturacak parlamentoları ifade ediyor. Fakat her birinden sonra maalesef demokrasi boğazımıza tıkandı.” Alkan, sözlerini tamamlarken şu notu düşüyor: “Farklılıklarla bir arada, uzlaşı içinde yaşayacağımız bir parlamentoya sahip çıkmamız gerekiyor...”

        GÖNÜLLÜLER ÜZERİNDE DENENDİ

        Sandıktan çıkan sonucu değerlendiren birçok yazar ve entelektüelin, bugünlerde sayfa ve ekranlarda altını çizerek dile getirdiği “uzlaşı”, siyasi elitlerin ve Meclis’te temsil hakkına kavuşan vekillerin de seçim sonrası ilk açıklamalarında yerini alıyor. Fakat uzlaşmanın şaşırtıcı formülü aslında insan doğasında beliriyor. Anlamak için bilime kulak verin yeter. Bu sayfalarda zaman zaman yazılarına yer verdiğimiz Reuters’ın kıdemli bilim editörü Sharon Begley, Türkiye’de günün konusu olan “uzlaşı” için de araştırmada yardımcı kuvvet olarak devreye girdi ve önce University College London’da gerçekleştirilen 2010 tarihli bir araştırmaya bakmamızı önerdi. Bu araştırma, uzlaşmanın insan beynindeki ödül mekanizmasını harekete geçirdiği iddiasında. Profesör Chris Frith, tezini desteklemek için insanların müzik tercihleri üzerinden deneyler yaptı. Londra’daki araştırmacılar, 28 gönüllü denekten 20 şarkılık bir müzik listesindeki her şarkıyı, en çok hangilerini dinlemek istediklerini belirtecek şekilde 1’den 10’a notlamalarını istedi. Ardından bir tarama cihazı eşliğinde, her bir denek bir ekran karşısına oturtuldu. Deneklere sırasıyla önce kendi seçtiklerinden, sonra tanınmamış Kanadalı ve İskandinav sanatçılardan şarkılar dinletildi. Ardından, iki şarkı arasında bir tercih yapmaları talep edildi ve şu soru soruldu: “Sizce bu şarkılardan hangisi müzik eleştirmenlerinin tercihidir?” Araştırmacılara 2 deneyimli müzik eleştirmeni eşlik ediyordu. Deneklerin tercihi eleştirmenlerinkiyle uyuştuğunda beyinlerindeki ödül mekanizmasının harekete geçtiği ortaya çıktı. 2 eleştirmenle de eş tercihlerde bulunduklarında ise bu ödül mekanizmasının daha da aktifleştiği gözlendi.

        ÖDÜL MEKANİZMASI DEVREYE GİRİYOR

        Araştırma ekibinden Danimarkalı Dr. Daniel Campbell-Meiklejohn’a göre bu deneyin vardığı sonuç şu: “Hepimiz ödüllendirilmeyi severiz. Ve bu çalışma gösteriyor ki diğerleriyle ortak kanıya vardığımızda da beyin aynı ödül mekanizmasını devreye sokuyor. Yani uzlaşmak, beyin tarafından ödüllendiriliyor. Bu da bizi memnun ediyor.” Bu araştırmanın vardığı sonuçtan hareketle Sharon Begley, şöyle bir bağ kurabileceğimizi ifade ediyor: “Türkiye’de kayda değer bir kitle uzlaşı ve koalisyonu destekler, yetkililer de bu talebe uyumlu hareket ederse ortaya çıkan manzara benzer bir ödüllendirilme duygusu yaratacak ve muhtemelen bu uzlaşıya bağlılık daha da esaslı hale gelecek.” Zira aynı araştırmanın ikinci kademesinde, deneklerden dinledikleri şarkıları tekrar derecelendirmeleri istendi. Ve bu sefer deneklerin 4’te 3’ü, eleştirmenlerle eş tercih yaptıkları şarkılara daha yüksek notlar verdi. Dr. Daniel Campbell-Meiklejohn’a göre, en alt derecede olsa dahi toplumsal bir uzlaşıya varmak daha geniş çaplı bir uzlaşının da yolunu açıyor. Ve bu sırada var olan toplumsal değerler ve düşünceler de hızla yer değiştirebiliyor.

        ‘İKİ SEÇİMİMİZ VAR’

        Velhasıl Amin Maalouf, aynı röportajın sonunda sadece Türkiye’nin değil dünyanın da geleceğinin iki tercih arasında belirleneceğini söylüyor; tıpkı o iki şarkı arasından birini seçecekmiş gibi... “Biri düş, biri kâbus. Kâbusta, herkes aynı şeyi yiyor, aynı fabrikanın gürültüsünü dinliyor ve bütün gelenekler, diller, tek tip bir kültür için yavaş yavaş kayboluyor. Benim düşüm ise bütün dillerin, kültürel ifadelerin cesaretlendirilmesi, herkesin hem kendi hem ötekinin kültürüne büyük bir merak duyması. İki seçimimiz var: Ya eşit ama farklı olmak. Ya da eşit değil ama aynı...”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ