Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Elini sıkmayacağım insanların hayatını yazmam’

        Elif KEY/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        New York Public Library, Stephen A. Schwarzmann salonunun önündeki sıraya eklenen herkesin ilk sorusu: “Is this Ouhen’s Pamuq line?” Konuşmanın saati yaklaştıkça kuyruk salonun kapısından kıvrılıp caddeye taşacak. Tüm biletler satılmış! Salonda önümüzde oturan ve bizi dinlediğini belli eden yaşlı hanımefendi dönüyor ve Türkçe “Merhaba” diyor. “İstanbullu musunuz?” “Evet.” “Neresinden?” Söylüyoruz. “Burada neredesiniz?” Söylüyoruz. İkametgâh durumumuzu aldıktan sonra birden, “Ülkenizde çok ahbabım var, ne olacak?” diye soruyor. “1 Kasım’ı soruyorum” diye ekliyor. “İyi olacak merak etmeyin” diye atıveriyorum. Bana hiç inanmıyor! Neyse ki alkışlar ıslıklarla karışıyor, gözümün ferini söndüren bu kısa sohbet son buluyor, Orhan Pamuk sahnede!

        BURASI KİTAP KULÜBÜ DEĞİL

        İki saat sürecek sohbeti kadın gazeteci, feminist Mona Eltahawy yönetiyor. Orhan Pamuk saatini çıkarıp masanın üzerine koyuyor, alnından yanağına süzülen terler ilk dakikaların ardından yavaş yavaş kuruyacak. Türkçe konuşur gibi, öğrencilerine anlatır gibi, kelimeleri uzata uzata Mevlut’u, İstanbul’u, Türkiye’nin alt sınıfına dair tüm meselelerine çalıştığını, salonunda oturup da rahat rahat yazmadığını anlatacak. “Kafamda Bir Tuhaflık”ın kapağını açıyor ve okumaya başlıyor: “Bakın spoiler vermek değil bu, okuyunca göreceksiniz, 600 sayfalık bir kitap, zaten burası da kitap kulübü değil.” Meğer Columbia’daki öğrencileri de Anna Karenina’nın sonunu söylediği zaman, “Sayın Profesör, spoiler vermeyin” derlermiş. Orası da kitap kulübü değil ki, üniversite! Kitabı New York’taki kitapçılara geleli iki gün oldu, çevirisini onayladığını, Ekin Oklap’ın şahane çevirdiğini söylüyor. Mona Eltahawy kapağın illustrasyonunu da Pamuk’un çizdiğini aktarınca, bu konu elbette gündeme geliyor. “Aslında ben ressam olacaktım!” Orhan Pamuk başarısız bir sanatçı olduğu için yazar olduğunu anlatırken “İçimdeki sanatçıyı öldürdüm” diyor. Kendisi ne isterse onu anlatan bir yazar Orhan Pamuk. Konuyu, onun için “İstanbul yazarı” denmesine getiriyor. “Proust da aşkı yazdı ben de yazdım ama bana ‘Sen Türk aşkını yazdın’ dediler, en iyi bildiğimi yazdım, bu sefer ‘İstanbul yazarısın’ dediler. Hiçbir zaman Anadolu’yu, oranın siyasi durumunu anlatmadım, en iyi İstanbul’u bildiğim için hep onu yazdım. Ve ben turistik İstanbul’u değil, gerçek İstanbul’u anlatıyorum. Bu kadar yazsam da ‘İstanbul’a âşığım’ diyemem ama İstanbul benim vücudum gibi. Bazen onunla çok mutluyum, bazense beni aşırı sinirlendiriyor. Şehirler kaderimizdir, şehirler ailemizdir.”

        BİZİ HİÇ ŞAŞIRTMAYACAK MI?

        Orhan Pamuk’u İngilizce konuşurken ilk kez dinliyorum. Defalarca televizyonda, canlı yayınlarda kendisini seyretmiş, bütün röportajlarını okumuş bir insan olarak rahatlıkla şunu söyleyebilirim: Eğer dikkatli bir Orhan Pamuk takipçisiyseniz, Orhan Pamuk konuşurken bir sonraki cümlesini çok rahatlıkla tahmin edebilirsiniz! Orhan Pamuk, evet çok çalışkan bir yazar. Lakin ne söyleyeceğine, kimin neyi duyması gerektiğine çok çalışan bir yazar. Bu bir hata mıdır ya da ayıp mıdır? Ne münasebet! Ancak neden hiç şaşırtmıyor? Neden hiç o konforlu alanı terk etmiyor? Evet doğru, tehditler alıyor, ancak illa siyasi demeç vermek durumunda da değil, hayata dair paylaştıkları da hep aynı kutunun içinden çıkıyor. Hep aynı esvaplar, hep aynı formüllü cevaplar! Belki de Orhan Pamuk’un öncelikleri arasında kimseyi ve hatta kendini de şaşırtmak yoktur, belki de o yüzden espri yaptığı zaman şaşırıp en çok kendi gülüyordur. O kendisinin bir amatör olduğunu söylese de gerçek bir profesyonel, zira romanının bir feminist roman olduğunu söylediği zaman alkışlanacak, romanda bahsini geçirdiği 11 Eylül saldırısında iyi Müslümanların da zarar gördüğünü söyleyecek, konuyu istediği zaman kentsel dönüşüme oradan yine kendi romanına bağlayacak, oradan ramazanda seks konusuna geçecek, oradan yine konuyu Mevlut’un hayatına bağlayacak. Tam da bu işte, yani herkesin ne hesabı varsa kapatacak ve yoluna devam edecek. ‘

        BOZA GÜZEL DEĞİLDİR’

        Devam ediyor anlatmaya, kış gecelerinde sokaktan duyduğu boza satıcılarını tarif ediyor. Bozanın orta üst Türk sınıfının da sevdiği bir içecek olduğunu söylerken koca salona “Booo-zaaa!” diye bağırıveriyor: “Aslında bakmayın bozanın tadı çok da güzel değildir. Ama zaten sizin bozayı değil kitabı sevmeniz daha iyi olur!” İnsanların aslında boza alırken tadı için değil de bir ritüeli satın aldıklarını anlatıyor. Eltahawy, bozacı Mevlut’u hiç yermediği, onunla hiç dalga geçmediğini sorarken Pamuk bu tespite çok seviniyor: “Romanlarımdaki karakterlerimin hiçbiri elini sıkmayacağım insanlar olamaz. Ben onları asla yargılamam. Romanlarımdaki karakterlerin ne siyasi, ne ahlaki görüşlerine karışırım. Zaten romanlarım dışında konuştuğum için başım beladan kurtulmuyordu, neyse ki o günler geçti!” Belli ki salona girmeden önce “Lütfen politikaya girmeyelim” anlaşması imzalanmış ama Pamuk yine anlatmak istediği için anlatıyor: “Eskiden üç korumam vardı, şimdi bir, Türkiye’de iyi şeyler de oluyor, bakın gelişiyoruz. Ayrıca eleştirilmeye alıştım, çünkü zaten beni eleştirenler benim kitaplarımı okumuyor, önemi yok.” Mona’ya dönüyor, “Hadi tamam bitirelim artık” diyor, masaya koyduğu saatini koluna takıyor, önünde metrelerce imza kuyruğu var. NY Times’da çıkan ve son kitap için kibarca “Eh” denilen eleştiri yazısı okurlarının pek umurunda değil

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ