Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Drakula’nın şatosunda

        Gülenay BÖREKÇİ / HT CUMARTESİ

        ‘Maskeler dünyasındayız’

        Neden “Yalancılar ve Sevgililer”?

        Maskeler dünyasındayız; herkes ya kendine ya başkalarına mutlaka yalan söylüyor ve aslında hayatımızı yönlendiren de o yalanlar. Aşkta da böyle.

        Kitaptaki aşktan ve esas karakterin Maya’dan söz eder misin? Kitaptaki tüm aşklar yaralı ama gerçek bir yandan da. Maya ilk aşkını unutamıyor. İlk aşklar genelde yanlıştır, onları güzel kılan da o yanlışlık ve imkânsızlıktır. Yılgınlıkların üzerine gelen yeni bir aşk umudu ise zorlar insanı. Halin kalmamıştır, bir başkasını tanımaya gücün yoktur. Maya güçlü bir kadın ama bundan haberi yok. Ona sarsıcı bir değişim gerekiyordu. Bazen böyle olur, insana derdini başka bir büyük dert unutturur, yarası da o bir başkasının yarasına merhem olursa sarılır ancak.

        Fantastik romanlarıyla tanıdığımız Gülşah Elikbank’ın yeni romanı “Yalancılar ve Sevgililer”in büyük bir bölümü Transilvanya’da geçiyor. Elikbank olayları eşzamanlı kurgulamış. Hikâyenin bir bölümü günümüzde geçen ve içinde aşk da olan bir polisiye macera. Paralel ilerleyen öteki bölümündeyse yüzyıllar öncesinde kendini olağanüstü bir yalnızlığa mahkûm ederek adeta bir zulüm makinesine dönüşen Vlad Tepeş, yani Kazıklı Voyvoda ya da daha iyi bildiğimiz adıyla Kont Drakula var. Bu tarihi şahsiyet gerçekte astığı astık, kestiği kestik bir figürken, popüler kültürde bir cazibe ikonuna dönüşmüş durumda. Elimizdeki kitaptaysa onun cazibesinden çok yaraları konu ediliyor. “Yazar ayarı tutturamaz ve kurgudaki ilmeklerden birini kaçırırsa, paralel kurgu zor iştir ama açıkçası ben olaylara geniş açıdan bakmayı seviyorum” diyor Elikbank. “Düne bakarken bugünü iyi anlamalı, bugünü yazarken mutlaka dünü bilmeli ve geleceği az çok sezebilmelisin. Zamanın kelebek etkisi diye bir şey var, yüzyıllar önce yaşanmış her olay bugünün de belirleyicisi ve bizler en ilkel atalarımızın bile mirasını taşıyoruz genlerimizde. Transilvanya’dayken hissettiğim bir şeyi anlatayım: Drakula’nın şatosundaki silah odasında akla hayale gelmeyecek garip silahlar vardı ve ben bundan çok etkilenmiştim. Tam bir şiddet çağı olan 15’inci yüzyıldan bu yana çok şey değişmediğini görmek ise daha ürkütücü. Demek ki sadece silahlarımız değişti, hâlâ ölüyor ve öldürüyoruz.” Elikbank’la “Yalancılar ve Sevgililer”i konuştuk. n Seni tekinsiz diyar Transilvanya’ya sürükleyen şey neydi? Gidişim tesadüfi oldu. Bükreş’e yaptığımız bir iş seyahatinde arkadaşımın “Sana bir de Drakula’nın yaşadığı şatolarını gezdireyim” demesiyle başladı her şey. O vakte kadar Drakula’nın yaşamış bir insan olduğunu bile bilmiyor, onu efsane sanıyordum. Şatoları gezerken Drakula’dan kötü, vicdansız ve zalim bir adam olarak söz ettiklerini fark ettim. Oysa kimse kötü doğmaz, onu zalimleştiren bir süreç de olmalıydı. İşte 10 yıl sonra bu sürecin peşine düştüm.

        Romanında vampir mitine pek girmemiş, tarihsel bir figür olarak Kont Vlad Drakula’yı anlatmayı tercih etmişsin... Bunu özellikle yaptım. Fantastik kurgu yazarı olduğumdan, herkes bir vampir romanı bekliyordu benden, ters köşe yaptım. Vlad’ın sesine karşı gelemedim belki.

        Drakula Transilvanya’da bir nevi turistik figür haline geldi, eski ürperticiliği kalmadı. Senden eskinin Drakula’sını anlatmanı istesem...

        Doğrusu eskiden Drakula’nın yaşadığı topraklara ayak basmak cesaret işiymiş. Herkesle derdi olan, ama kendi içinde garip bir adalet duygusu barındıran bir adammış. Onun döneminde sokakta elmas bıraksan, kimse çalmaya cesaret edemezmiş. Öyle bir ülke hayal etsene! Nefes alırken bile iki kere düşünmen gerekirdi. Bugünün Drakula’sı bir popüler kültür kurbanı, gerçeğiyle hiç ilgisi yok. Mesela hediyelik eşya olarak üzerinde Vlad’ın kafası bulunan kazık şeklinde kalemler satıyorlar. Oysa o kazıklarda onbinlerce insan katledilmişti.

        Onu bir polisiye kurgunun içine yerleştirme kararını anlatır mısın?

        Yazmaya ortaokuldayken, polisiye öykülerle başlamıştım. Babasız büyüyen, sorunlu bir kız çocuğuydum ve yazdığım kanlı öyküler öğretmenlerimi rahatsız ediyordu. Anneme şikâyet etmişlerdi beni. Öte yandan benim romanlarımda hep hissedilen bir gerilim vardır zaten, tempo yüksektir. Nedeni, herhalde içimdeki o polisiye dürtüsü. Sanırım bu sefer o duygu beni tamamen ele geçirdi ve çocukluğumdaki bir yara sarılmış oldu.

        Peki ya Drakula için ne dersin, fail mi kurban mı, sevgili mi yalancı mı ya da ne?

        Birini anlamak için hep çocukluğuna bakarım. Bütün ömrümüz anne ve babamızın biz çocukken kalbimizde, ruhumuzda açtığı yaraları kapamaya çalışmakla geçmiyor mu? Çocukken Osmanlı Sarayı’na esir düştüğünü ve böyle 6 yıl geçirdiğini düşünürsen, bence Vlad Tepeş de bir kurban. Yalnız ve ürkek bir çocukken, sevgiye en muhtaç olduğu zamanda, sırtına taşıyamayacağı yükler almıştı. Sevmekle nefret etmek arasında çok bocaladığından eminim. Bazı kurbanlar değişir, iyileşir. Onun ruhundaki karanlık, buna izin vermeyecek kadar büyüktü.

        Tahminde bulunalım...

        Vlad Tepeş kimsenin onunla gerçek düzlemde bir ilişki kurmasına izin vermiyor. Verse ne değişirdi? Bence gerçek bir aşk onu baştan sona değiştirebilirdi ama bunun için önce birinin ona yaklaşmasına izin vermesi gerekirdi. Oysa çocuk yaşta terk edilmiş olan her çocuk bilir ki insanları fazla sevmek tehlikelidir, çünkü ona en ihtiyaç duyduğunuz anda çekip gidebilir. Babasız büyüdüğüm için iyi biliyorum, kaybetme korkusu varken sağlıklı bir ilişki kurmak zordur. Yaralı insanların görünmez duvarları vardır, onlara yaklaştığınızı sandığınız anda o duvara çarpar, parçalanırsınız.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ