Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar 7 yıl bir odada mahsur kalan kızın gerçek öyküsü

        Ece ULUSUM/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Birazdan anlatacağım “Gizli Dünya”, gerçek hayatta daha ağır bir şekilde yaşanmış, dünyayı ayağa kaldırmış bir hikâyeden esinlenerek yazılan bir kitaptan uyarlandı. Bahsettiğim olay 2009’da ortaya çıkan Fritzl davası... Avusturya’da bir baba, kızını evlerinin bodrumuna kapatıp 24 yıl tecavüz etmiş ve 7 çocuğu olmuştu. Emma Donoghue da bu olaydan etkilenerek bir kitap yazdı: Room. Onlarca ödül aldı, önemli listelere adını yazdırdı. Film henüz bizde gösterime girmedi, ama girdiği ülkelerde epey konuşuldu. Hatta en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi kadın oyuncu ve en iyi uyarlama senaryo dallarında Oscar’a aday gösterildi. Başroldeki Brie Larson Altın Küre’yi kaptı bile. Filmi vizyon tarihinden önce izleme fırsatı yakaladım, başta zorlanacağımı düşündüm ama yönetmen Lenny Abrahamson’ın şu dediğine katıldım: “Bu travmatik bir film değil, ikinci yarısı bir kabullenişi anlatıyor, umudu...”

        En iyisi filmi senaristi yazar Emma Donoghue ve başrol oyuncuları Brie Larson ve Jacob Tremlay’dan dinleyin. Merak etmeyin, çok fazla spoiler yok.

        Brie Larson (Ma): Hepimiz Jack’iz

        Film çok beğenildi, festivallerde ödülleri topladı. Şimdi de 4 dalda Oscar’a aday. Siz de en iyi kadın oyuncu adayısınız. Neler hissediyorsunuz?

        Çok mutluyum, yaptığım her şeye değdi. En güzeli de her izleyenin kendine göre çok farklı anlamlar çıkarması.

        Aslında bilindik bir konu bu, çok farklı anlamlar çıkarmak mümkün mü?

        Evet çünkü nasıl insanlar olduğumuza dair bir şeyler anlatıyor. Kimisi anne-oğul bağından dolayı sevgi hikâyesi olarak görüyor, kimisi depresyon tedavisi amaçlı izliyor, ilk kez dünyayla bağlantı kurdukları zamanı umutlu buluyor. Hatta gazeteciler, filmdeki röportaj sahnelerinden çok etkilendiğini anlatıyor.

        Sizin bakış açınız nedir?

        Bir kadının kaçırıldığı, kilitli tutulduğu ve başka bir güç tarafından kurtarılması gereken bir hikâye. Oda ve odanın dışı bir anlamda ikinci bir doğum gibi...

        Rolün üstesinden gelemeyeceğini düşündüğünüz oldu mu?

        Kesinlikle. Böyle bir işi kabul etmek için hem korkmalı hem de heyecanlanmalı. Sette geçen 12 saat boyunca sürekli olarak “o şey” her neyse onu arıyorsun.

        Nasıl hazırlandınız? Uzmanlardan destek aldığınız söyleniyor.

        Karakterimin başından geçenler, üstesinden nasıl geleceğimi bildiğim şeyler değil. Google’a “7 yıl bir odada mahsur kalmak nasıl bir his?” yazıp bulamazsınız. Bununla uğraşmış biriyle konuşmanız gerek. Bir travma uzmanıyla konuştum.

        Sadece bir uzmanla konuşmak da yeterli olmamıştır.

        O odada bir hafta kalmış olsa sürekli olarak bir gerilim olacağını hayal edebilirsiniz ama 7 yıl sonra ilginç şeyler oluyor, beyin bir nevi belli şeylere karşı farkındalığını kapatıyor. Bir ay kadar evimde zaman geçirdim. Ne olacağını görmek istedim. Birçok eski anı gün yüzüne çıktı.

        Mesela...

        7 yaşımdayken Los Angeles’a taşındık, filmdeki odadan biraz daha büyük. Annemin indirimli yemek alacak parası bile yoktu. Hayal gücü inanılmazdır, küçük eve öyle hayat verdi ki... Sonra babamın boşanmak istediğini ve bu yüzden taşındığımızı, durumla yalnız başa çıktığını anladım. Bazen bir projenin niye ilginizi çektiğini tam olarak anlayamazsınız, ta ki derinine inene kadar ve bu tüylerimi diken diken ediyor.

        Setteki oda, hikâyedekiyle aynı boyutta mıydı?

        Kitaptaki 3 x 3’tü, biz filmde ekibin de sığması için 3 x 5 yaptık.

        ■ Uyarlamada romanınızın bir şey kaybedeceğinden endişelendiniz mi?

        Pek çok yazar, eserlerinin beyazperdeye uyarlanması konusunda çok titiz. Hikâyelerimin farklı bir mecraya aktarılma fikrine alışkınım.

        Belki de kendiniz uyarladığınız için bu kadar rahatsınızdır?

        Evet, şöyle düşündüm: “Bu, taşıması yeterince zor bir hikâye.” İlk yarısı kilitli bir odada geçiyor. Hatta kitap yayımlanmadan önce senaryoyu yazmaya başladım ve çok dikkat çekeceğini biliyordum. İnsanlar bana bir senariste devretmemi söylemeden önce davranayım dedim.

        Abrahamson’dan senaryo konusunda yardım aldınız mı?

        Lenny bana şöyle dedi: “Bunu daha ziyade bir vahşi yaşam belgeseli gibi düşün. Sen bana Ma ve Jack arasında uzun sahneler ver, montajını ben yaparım.” Her şey kolay oldu.

        Film öncesinde ne tür araştırmalar yaptınız?

        Psikopatlarla ilgili TV dizileri izledik. Sean Bridgers’ı kapının suntaları arasından gördüğümüz, pantolonunun düştüğü bir sahne var. Tecavüzcünün kıllı dizlerini görüyorsunuz, bu, rolün seksapelini alıyor. Gözlük takması da hoşuma gitti. Hepimizin kötülük kapasitesi var, gözlüklü adamların bile!

        Senaryonuz pek çok yönetmenin ilgisini çekmiş olmalı. Nasıl karar verdiniz?

        Büyük isimlerde heyecanlandım ama yönetmenin kim olduğunu bilmeden bir stüdyoya ya da yapımcıya satmak istemedim. Film, yönetmenindir. Çok kötü bir film olabilirdi, öyle değil mi? Lenny bana 10 sayfalık bir mektup yolladı; Platon’dan alıntı yapmıştı. Kitabı tamamıyla anlamıştı ve doğrudan filmini nasıl yapacağını anlatıyordu. Sonunda da şöyle demişti: “Lütfen kitabını bana emanet et.”

        Kitabın başarısından ötürü filmin geniş bir kitleye hitap edeceğini düşünüyordunuz.

        Kesinlikle. Akademisyenler bu kitapla doktoralarını da yazıyor ama millet marketlerden alıyor. James Joyce dokundurmalarını anlamıyorlar ama umurlarında değil, filmde de bu geniş kitleyi muhafaza etmek istedim.

        Büyükanne çok önemli bir karakter. Joan Allen’ı anlatır mısınız?

        Joan’a rolü verir vermez, karakterin daha kibar olmaya başladığını fark ettim. Bir şekilde Joan için yazmaya başladığımız zaman karakter daha vakur ve güzel oldu, halbuki kitaptaki büyükanne daha hicvediyor. Birden kızına kavuşuyor ve torunu var. Alışılmadık bir durum ama içindeki evrensel olan şeyi bulmaya çalıştık.

        Okuyucular hâlâ kitapla ilgili sizinle temasa geçiyor mu?

        Evet. Yelpaze inanılmaz. İnsanlar fazlasıyla kendini buluyor. Çin’den ya da İran’dan yazıyor ve şöyle diyorlar: “Baskıcı rejim altında yaşamanın kinayesini yaptığınız için teşekkürler.” Ve siz de “Aman Tanrım, siyasi açıdan algılıyorlar” diye düşünüyorsunuz. Bu yüzden kitabın, okuyucunun zihninde değiştiğini fark ettim. Ben yazıyorum, onlar aklında tamamlıyor. Hikâyenin dönüşümünü görmek çok büyüleyici.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ