Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Menderes Magnesia’nın gizli mücevherleri

        Menderes Magnesia’sının antik kalıntıları yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. İzmir’in 100 kilometre güneydoğusunda, turistikten ziyade arkeolojik açıdan aktif çalılık bir alanda ve mütevazı girişine bakıldığında orası olduğuna dair hiçbir işarete rastlanmayan Magnesia...

        Aslında Magnesia’nın olağanüstü güzelliğini toprak, yüzyıllar önce yuttu. Ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru arkeologlar bu muhteşem, heybetli yapıyı yeniden parça parça ortaya çıkarmaya başladı. Magnesia’ya 30 yılını adayan Prof. Dr. Orhan Bingöl’ün himayesindeki antik kent, o dönemden beri kendini hep gösterdi. Evet, sadece 20 dakika mesafedeki UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan Efes Antik kenti kadar ünlü olmasa da aynı derecede merak uyandırıyor.

        Bingöl’e göre Magnesia’yı bölgedeki muhtemelen daha iyi tanınan sitelerden ayıran ise neredeyse tüm yeraltı şehrinin bakir kalması, üzerine hiçbir şeyin inşa edilmemesi. “Sütunlar kusursuz biçimde oyulmuş, dolayısıyla yenilememize gerek kalmıyor” diye açıklıyor durumu Orhan Bingöl: “Ayrıca alttaki gizli mücevherleri değerlendirmek, uzmanlık gerektiriyor.” Yine de Magnesia gezisi kendine bir bucket-list yapıp tek tek dünyanın en popüler antik kentlerini gezenler için değil.

        Sadece dünyanın en ünlü sitelerinden biri sayılmadığı için değil, cazibesi ve rahatlığı nedeniyle de öyle. Zira ortada ne bir tabela var, ne doğru dürüst yürüyüş yolu, ne de kafe ve hediyelik eşya dükkânları... Ama işte tam da bu yüzden çekici Magnesia. Burası, bir “Disneyfication” geçirip bozulmamış, aktif bir arkeolojik kazı alanı; öyle görünüyor, öyle hissediyor. Hazirandan eylül ortasına kadar süren kazı sezonunda burayı ziyaret edenler, rüzgârda havalanan beyaz saçlarıyla profesörü bizzat görebilir, toprağın sırlarını didikleyebilir.

        Magnesia’ya yıl boyunca ziyaretçi kabul ediliyor. Yakın zamanda Orhan Bingöl, bir grup gazeteciyi davet ederek uzun zamandır projenin sponsorluğunu üstlenen Batı Anadolu Grubu ile birlikte bizzat Ege’nin bu az bilinen arkeolojik değerine ışık tuttu. Bingöl, M.Ö. 400’lerde, Helenistik dönem ve Roma döneminde Magnesia’nın Efes’ten dahi modern ve önemli bir şehir olduğunu anlattı. Aynı zamanda Efes ve Tralleis arasında bir tarım merkezi ve önemli bir ticaret durağıymış burası. Tur kitapları eğlenceli bir biçimde, kalan paralara bakarak kentin Asya’daki Roma bölgesinin en önemli 7’nci şehri olduğuna işaret ediyor.

        Bu antik kente yaklaşırken 1.5 kilometre ötesinde, görmeden asla geçilmemesi gereken birtakım kalıntılar karşılıyor sizi: Bir ibadethane, mezbaha, kütüphane, market, toplantı alanına benzer bir alan ve umumi tuvalet... İyi korunmuş, yan yana konumlanmış oyuklar uzun ve kalın mermerlerle bölünüyor ki bu Bingöl’e göre eski çağlarda banyo kültürünün bir nevi sosyalleşme alanına dönüştüğüne işaret ediyor, havadan sudan konuşmaların, dedikodunun tam yeri.

        Bingöl, tuvaletlerin hemen yanındaki çeşmenin de iki amaca hizmet ettiğini söylüyor: Biri temizlik ve hijyen, diğeriyse tuvaletlerden gelmesi muhtemel, hoşnut olunmayacak sesleri kesmesi. Bu umumi tuvaletler elbette Magnesia Antik Kenti’ni ziyaret etmek için neden değil. Asıl dikkatleri üzerine çeken o şeye erişmek için azmederek, 6 dakika yürüyüp 2 dakika da kasisli toprak yolda arabayla gidiyoruz ve sonunda “stadyum” tabelasına gözümüz erişiyor.

        Uçsuz bucaksız heybeti şaşkına çeviriyor. Prof. Bingöl, olayın esprisini bile yapıyor. Ona göre 30 bin kapasiteli bu dev yapının girişine insanların şaşkınlık tepkisini kayıt altına alacak bir kamera yerleştirilmesi gerekiyormuş. Bunca yıla rağmen bu şaşkınlık ona hâlâ keyif veriyor olmalı... Halen korunmuş olan, antik dönem sporcuları için yapılmış yeraltı geçidi, komşu Efes’ten gelen ziyaretçilere özel ayrılmış oturma alanları, oyma dövüş eldivenleri, günümüz stadyumlarında reklamların gösterildiği yerlere benzer stantlar...

        ‘İLK ÇAĞ İNSANLARINI HİSSEDİYORSUNUZ ’

        Gezimize eşlik eden rehberimiz Saffet Emre Tonguç, bu yapının Anadolu’daki en heybetli antik stadyumlardan biri olduğunu söylüyor, üzerinde daha ince kazı çalışmaları yapıldığı için Afrodisyas’daki stadyum diğerlerine fark atmış. Tonguç, “Ne yazık ki, özellikle Türkiye’de kısıtlı vakti olan turistler Magnesia Antik Kenti yerine Efes’e gitmeyi yeğliyor” diyor ve ekliyor: “Biraz yolun dışına çıkmak olacak ama bu stadyum türünün en büyüleyici ve şaşırtıcı örneklerinden.” Bu arada mekân selfie çubuğunu kapıp gelen turistlerle dolu değil ki bu gösterişli eski çağ stadyumunun görsel şöleni için alana akın edenlerin işine gelmiyor değil.

        Magnesia Antik Kenti, alışılmışın çok dışında, daha derin düşüncelere dalmaya itiyor insanı. Magnesia antik kentini bir kış yürüyüşü rotasına çeviren Rick Steves’in rehberi Mert Taner de hemfikir, “Burada yapılan yürüyüşün ardından ilk çağ insanlarının yaşamlarını derinden hissetmek pekâla mümkün” diyor. Ve antik tiyatro... Antik kentin son bölümüne, birkaç dakika sonra ulaşıyorsunuz. Ancak stadyumun aksine bu tiyatro, hiçbir zaman tamamlanamamış. Bingöl, 1. yüzyıldaki heyelanın ardından sadece mermer oturma düzeninden birtakım parçaların kaldığını söylüyor.

        Oysa şehir, çeşitli hastalık ya da doğal kaynak eksikliğinden terk edilip tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alana kadar, en azından 1000 yıl daha ayakta kalmış. Aslında şunu göz önünde bulundurmak lazım... Günümüz sürücüleri, vızır vızır işleyen ana yola çıktığında, neyin üzerinde aracını sürdüğünden, nelerin üzerinden geçtiğinden büyük ihtimalle bihaber.

        EMİLY FELDMAN/HT PAZAR

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ