Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam İsveç'in başkenti Stockholm şehir rehberi!

        HT Cumartesi ekinden Ali Esad Göksel, Stockholm'ü kaleme aldı.

        Tam tamına ne kadar oldu? 20 yıl... Artık hesap etmem gerekiyor: Sanıyorum 1999’du. Almanya duraklı bir uçuşla Stockholm’deyim. Serince bir yaz günü... Gecenin neredeyse ilk saatlerinden beri yollarda bitap düşülüp sızılmış. De facto şudur: Siestanın da ötesi. Hani gözlerin zorla açıldığı, zamanın şaşıldığı haller vardır ya! Acar adımlarla ‘safa geldiniz yemeğine’ davranılacak. Grand Hotel’in birinci katında, ana cepheye cepheli mütevazı bir salon. Masada 10-15 kişi. Yanımda da bir din adamı. İsveç Gastronomi Akademisi’nin toplam 13 üyesinden biri, kardinal hazretleri. Konuşmamız felsefe, bilim ve din ekseninde. Hali ile...

        REKLAM

        Akademinin 6 numaralı üyesi teoloji ve felsefe okumuş. Kâh yakın, kâh uzağız. Yakınız, kâinatı anlamak için soru soruyor; uzağız, kâinatı anlamak için kabul ediyor.

        “Ekselans, sıhhatinize!” diyorum.

        “Şerefe” diye kadehini kaldırıyor. Tuhaf bir şekilde çocukça merakıma yenilip soruyorum,

        “Bir numaralı üye kim?”

        Bugün gibi hatırımda, kardinal hazretleri gülümsüyor. Simaına kuzeyin mesafesini koyamadığı muzip ve mahcup bir kaçamak hâkim.

        “Bir numara boş” diye bir sır faş olunuyor. Beklenmedik bir ifşa, fısıldarcasına...

        “Nasıl yani?” Din adamı ya, kim bilir mesleki deformasyon icabı bağışlayıcı:

        “Kral bir numara olmak istemedi, ikiden başladık” diye fısıldıyor. Soluklanıyorum. Bunu bizim Akdeniz’de kavraması zor.

        Üstelemeye devam ediyorum, “Peki kaç oldu?”

        Felsefeci kavramakta zorlanıyor, “Kaç olan ne?” dedi sonra anladı, “Kral 13 numarayı istedi” diye ekliyor. Beni süzüp konuyu noktalıyor. Elinde aquavit kadehi (İskandinavya’nın milli içkisi sayılan ve patatesten damıtılıp çeşitli otlarla tatlandırılan alkollü bir içki.)

        REKLAM

        “Bak” diyor, “Galilei’den bu yana kilise matematik, fizik ve astronomi öğreniyor. Artık sayılara bile hâkimiz.” Cesaret diye buna denir. Sözü Galilei’den açan bir kilise mensubu... Dışarısı aydınlık bir gece yarısı. Yarını müjdelemede sanki...

        ULVİ TELESKOP

        Aradan yıllar geçmiş, yine aynı şehir ve mahalle... Bu kez Stockholm’ün insanın kanını donduran soğuğundayım. Galilei’yi incelerken buluyorum kendimi. Nobel Müzesi’ne yaratıcı bir sergilemeyle yerleşmiş tema 400 yıllık bir kutlama. UNESCO’nun da programında. Astronominin zaferi, dünyayı değiştiren alet, Galilei’nin teleskobu. Stockholm’ün 18 ve 19’uncu yüzyıldan kalma merkez mahallesindeyiz. Merkezin en hoş yapılarından birisine yerleşmiş müze. Müze, Nobel ve bu ödülü alanları anlatmakla yetinmemiş. Şayet yaşasalardı hiç kuşkusuz Nobel alacakları da sıralamışlar. Ödülü oluşturan ve besleyen anlayış sergilenmede. Fikir, soru ve cevap sahipleri de ele alınmış.

        Sırtımızı yasladığımız 2 bin yıllık insanlık tarihi de yeni sergide. Aristo’nun öğrettikleri de değişmedi oradalar... Değişim teşebbüsü bile olmadı. 16’ncı yüzyılda Galile’nin Aristo’yu ilk hoca eden ilk dersini sorgulamıştı. Tanıştığım İtalyan Bilim Tarih Enstitüsü’nün müdürü anlatmıştı.

        REKLAM

        İnsanlar son dört asırdır Galilei’nin teleskobuyla yönlerini buluyorlar. Hace-i Sani oluyorlar. Nobel Müzesi, Galileo öğretisinin etrafına yerleşen tüm alet edevatı sergiliyor. Orijinalleri ve detayları ile Panerai’ye imal ettirmiş. Tüm öğretiyi anlatıyor. Bilmem hatırlıyor musunuz? Bir zaman oluyor. Kilise aforoz ettiği Galilei’yi tekrar bağrına basmıştı. Bizim 6 numarayı düşünüyorum, kardinal hazretlerini. Tam yemeğin sonunda dayanamayıp sorduğum soruyu, “İnsanlığın emekleyişi kabule mi bağlı, sormaya mı?” diye. “Bak” demişti gözlerine hâkim ruhani bir huzur ile, “Sana bir sır vereceğim: Bizim 13 numara aquavit yapıyor. Saraya gittiğimizde istemeyi unutma. Onlar ikram etmezler ise; sormayı sakın ihmal etme!”

        HAYATIN SUYU EKVATORU TURLUYOR

        Ertesi gün saraydayız. Kralın ikilediği ilginç rengi hatırımda... Belli ki kanının rengine boyanmışlar. Umberto Eco, rahmetliye konu adeta! Mavi Ferrari, avluya park edilmiş. Vahşi ama söz dinleyen bir köpek gibi. İkincisi ise bizzat yaptığı aquavit. Kuzeyin en ve öz milli içkisi. Alkol oranı, vücudu geçin, akla bile zarar. Neredeyse 50°. Soğuğa karşı... Patatesten damıtılarak üretiliyor... Şunun şurasında 2 asırlık bir geçmişi sahip!

        Tevatür şu, nostaljik olarak halen ekvatoru geçirdikleri fıçılar. İşte bu eski sherry fıçılarında eski aromaların sinmesi umulan aquavit dolaşıyor ya. Etiketine de mutlaka katettiği rota not düşülürmüş...

        Gelelim bizim 1 numaranın 10 numara imalatına... Kralın şişelerinin üzerine mavi 3 taç resmedilirmiş. Bir de sene ve şişe numarası var. O kadar. Kardinale “Galilei’nin şerefine” diyorum, “Hatırasına” deyip gülüyor. Majesteleri Carl Gustaf soruyor, “Neye içiliyor?” Ben de “Elbette eşiniz haşmetmeablarına” diye yanıtlıyorum. Kraliçe gerçekten çok hoş bir kadın...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ