Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "Kendin dünya içinde dünyayken, bir diğerini neden isteyesin?" diyen, Ferdinand The Bull (hani şu çok bilinen, çiçek koklamayı seven boğa) dövmesi sahibi Elliot Smith, diyor şükela ekşi yazarlarından biri... Gökkuşağı yaratacağım diye çıldıran güne istinaden, ben de sizlere Elliot Smith'in "Between The Bars" ve üstüne de "A Fond Farewell" şarkılarıyla selamımı sarkıtayım istiyorum. Madem Smith'ten kelama başladık, o vakit yâd etmeden geçmek olmaz: 1969 ve 2003 yılları arasında yaşamış ABD'li müzisyen, kendisine özgü, 'fısıltıya benzer, örümcek ağı inceliğinde konuşur gibi' vokal tarzıyla dinleyenlerinin hatıralarında... Pek çok film müziğine imza atan Smith, 34 yaşında Los Angeles'te göğsüne aldığı iki bıçak darbesiyle öldü. Otopsi sonuçları bu bıçak yaralarının intihar mı, cinayet mi olduğunu açıklamakta yetersiz kalmıştı. Nasıl bir hissiyat ve acı feryattır ki; Bir insan yavrusunun kendini kalbinden iki kez bıçaklaması... (Bu da var: Kalp: Günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda pompalar. Normal bir kadında ortalama ağırlığı 200-280 gram, yetişkin bir erkekte ise 250-390 gram ağırlığındadır. Her kişinin kalbi kendi yumruğu büyüklüğündedir.) Düş'ünmek için; koştururken kendini kaybeden yerlerimizde bir müddet kalalım mı?!

        "Çoğumuzun hayatlarında zaman zaman başlayıp biten kısa filmlere soundtrack olmuş o inanılmaz şarkılara imza atan adam. Bize verebileceği her şeyi vermiş olmalı ki bizden alabileceği tek şeyi aldı gitti... Kendini..." böyle demiş bir ekşi yazarı da. Ayrıca 1998 yapımı bir belgeseli var Smith'in, belki bilahare bakarsınız da günlük ayarınız şekillenir. Günün fonunu da çaktığımıza göre, gelelim kafa ayarını paralel evrenlerde gezintiye çıkaracak olan mevzumuza.

        ATİG RAHİMİ'NİN HİKAYESİ TİYATRO HAL'İN KADRAJINDA

        Daha öncede buradan çok kereler deklare ettiğim 'en tiyatro gruplarımdan' Tiyatro Hal'den seyrine daldığım "Sabır Taşı" ile haftanın rotasını veriyorum! Baştan belirtmek de fayda görüyorum: Oyundan çok etkilendim: Metninden uyarlamasına, oyunculuklarından kostüm, ışık ve dekor tasarımlarına değin; buradan bir kez daha eyvallah! Bir saat, 20 dk. süren oyun boyunca sahici damarlarda gezindim de bulunduğum boyuta / mekana geri dönemedim o derece!

        Sovyet işgali altındaki Afganistan'ın ölüm rengine bulanan yüzünün anlatıldığı "Toprak ve Küller" (Hâkister u Hâk) romanından (beyazperdede de izleme şansımız olmuştu) us'umuza kazınan bir isim (1962 Kabil doğumlu) Afgan yazar Atiq Rahimi...

        Tiyatro Hal, Rahimi'nin Goncourt ödüllü "Sabır Taşı"nı sadece tiyatroya uyarlamakla kalmamış, metinden öte adeta ete kemiğe büründürüp, biz izleklerini Ortadoğu'nun göbeğine salmış. Oyunun yönetmen koltuğunda Hal'in kurucularından, şahsına münhasır tiyatrocu Güney Zeki Göker oturuyor. Göker; orkestrasını (oyuncuları-metini-sahne kullanımını) net bir şekilde yönetmiş, yan yollara sapmadan, yer yer direkt yüzümüze tutarak ışığı(nı), "bu'dur ahvalimiz"i ortaya iyi sermiş.

        Romanları tiyatroya uyarlamak her daim meşakkatli ve risklidir. Hele ki Atiq Rahimi'nin kaleme aldığı gibi günümüzde de var olan bir acı üzerinden, bir dert anlatmayı sahneye düşürmek kesinlikle seyirciyi oyuna karşı iki taraflı kutuplaştırabilir; çok sevmek ya da hiç sevmemek gibi! Bu minvalde de pürüzsüz uyarlamasıyla Iraz Yöntem'i bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Ba(ğ)zı tiyatrocuların yapamadığını yapmış diyeyim de beylik olsun: Elini taşın altına koymuş!

        Oyunun başarılı dekor ve kostümlerinde Başak Özdoğan, ışık tasarımında Ayşe Sedef Ayter yer alırken; her notasıyla sol yamaçları biraz daha insan eden müziklerde ise Çiğdem Erken imzası bulunuyor. (Erken içimden geldi notu: Erken'in oyun için nidaladığı " Tema", "Tecavüz" ve "Ağıt" şarkıları ayrıca dinlenilesi!) Oyunculuklarda Yücel Gökçek, İsmail Karagöz, Musab Ekici ve Diyar Karadaş ise "Sabır Taşı"nın başkahramanı olan kadın karakteri daha da desteklemiş ve en ayarlısından fazla söze ne hacet kıvamında oyunu şahlandırmış. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim; tüm oyun boyunca kıpırdamadan 'bu kadar odaklanmak da neymiş vay arkadaş' dedirten üstada (İsmail Karagöz) saygılar şelale!

        HEP AYNI SÖYLEMLERİ DUYMAKTAN BIKMIŞTIM

        Gelelim "Sabır Taşı"nı bu denli içselleştirmemi salık veren oyuncuya; İstanbul Devlet Tiyatroları'nın oyunlarından "Yanık"taki performansı hâlâ dimağımda... "Sabır Taşı"nda sahiciliği başka bir boyuta evreleyen ve pek de güzel eyleyen Iraz Yöntem... Canlandırdığı kadına ruh katmış, hem de acılar deryası toprakların bir yaşayanı kıvamında. Bu da sanırım oyunculuk dedikleri mevzunun efsunu olsa gerek! Atiq Rahimi, "Sabır Taşı"nı 2005´te, 25 yaşındayken kocası tarafından öldürülen Afgan kadın şair Nadya Encuman anısına yazmış: "Afgan kadınları hakkında hep aynı söylemleri duymaktan bıkmıştım, ezilen, kurban olan kadınlar. Oysa Afganistan´a gittiğimde son derece dirayetli kadınlarla tanıştım."

        Bu minvalde de Iraz Yöntem'in işi, hem uyarlama hem de oynama kotasında epey zorlayıcı ve yorucu olmasına rağmen, bu durumu en âlâsından miss kotarmış...

        Metinin tiyatro sahnesine düşen fotoğrafında neler var derseniz de: Oyun, Afganistan ya da o coğrafyaya yakın bir kasaba veya köy evinin tek odasında geçiyor. Ve aslında oyun, tüm enerjisini de bu yoksunluk kokan ve çokça harabe olmuş odadan alıyor. Tesbih çekip, dualar eden, otuzlarında bir kadın ve yer yatağında yatan bir adam sahnede gördüğümüz. Arada sırada da 'dışarıdaki' savaşın 'cengaverleri' düşüyor odaya! Bir vakit sonra, uzun süredir felçli yattığını anladığımız kocasıyla konuşmaya başlıyor kadın. İtiraflarını sıralıyor her gün, azar azar, Bin Bir Gece Masalları tadında... Belki bu itiraflarıyla arınsın istiyor içindeki zehrin yavru haline bulaşmış çaresizliği... Zira 10 yıllık evliliklerinde kocasıyla yaşadığı süre sadece üç yıl... Çünkü bu yedi yıllık sürede adam hep kutsal amaçlar uğruna düştüğü savaşlarda. 'Binbir gece masalları' dediğimiz mevzu da aslında kadının, kocasını 'sabır taşı'na benzetmesiyle başlıyor. Bizler de bu itiraflarda tanık oluyoruz; ne kadar ikiyüzlü ve riyakar olduğumuza... Kutsal dediğimiz topraklardan kitaplara ve kutsallıkta bir türlü sırası gelmeyen insana doğru yolculuk yapıyoruz, kadının her defasında kendini, inancını, hayatı sorgulamasıyla... Savaşın artık kanıksandığı, şiddetin taçlandırıldığı ve kadının adının bile geçmediği topraklardan bahsediyor hikaye... (Kısaca uzaklarda değil hikaye, üşenmeyin reca edicem, açın retinayı...) İşte tam da bu sebeplerden dolayı bu itiraflar bir bir baloncuk açtırıyor biz sakinde izleyen izleklere. Bu arada bir efsane aslında "Sabır Taşı" ve ilginç de bir anlatısı var; bakarsınız bilahare! İşte yazarımız Rahimi de bu efsaneye bağlıyor romandaki kadının kaderini. Rahimi daha önceki eserlerinde de ülkesindeki Sovyet istilasını, Afgan mücahitlerin direnişini anlatmıştı, burada ise anlamını yitirmiş bir kavgaya dönüşmüş savaşı resmediyor. Oyunun iskelet yapısı böyle ama pek çok sürpriz, detay biz izlekleri bekliyor; hayır, yanlış anlaşılmasın, arkası yarın tadında değil söylemeye çalıştığım ki zaten hikayeyi okumuşsunuzdur ama dikize yattığınız vakit algının arafını da azat etmiş olacaksınız niyetine; kim bilir neden olmasın! Hem sabır taşı çatlarsa da içinden kimbilir ne efsunlar dökülecektir, bunu görmek için bile sabrın değil (malum sabır dediğimiz yer yer afyon etkisinde) ama taşın rengini keşfetmeye değer!

        İçimden geldi notu: Tiyatro Hal'de güzel ve şükela işler oluyor. Bunu Hal'in sitesine girdiğimde ve "nerden nereye" adlı bölümü izlediğimde daha bir özümsedim. Kısaca; hayatın ve insan yavrularının tüm absürtlüğüne rağmen Hal'de halden anlayan işler oluyor. Belki bi vakitler rotanızı düşürürsünüz de miss oyunlarını izlersiniz diye: 212 274 74 78 / www.tiyatrohal.com

        Diğer Yazılar