Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya ile münasebetimde, ince ayar mevzulara, yeni dalış yaptığım dönemlerdi (ergen-us hallenmeleri-mdi diyelim), “Kim istemez mutlu olmayı, ama mutsuzluğa da var mısın?” diyen üstad Cemal Süreya ile ilk tanışıklığım... Sınıfın (nazarımda okulun) en naif ve en edebiyat tutkunu ergeni, sıramın üstüne, beyaz mektup kağıdına, el yazısıyla, “sana dair” üst başlığıyla, Cemal Süreya’nın “Derdi nedir bu sonbaharın / Neden soldurur gülleri? / Nerden bulur bu insanlar, ben mutsuzken gülünecek şeyleri? / Tuhaflık bende biliyorum / Bir neden arıyorum unutmak için her şeyi... / Unutmak için kendimi / İki kelime yetiyor seni seven kalbime / Sonra roman yazsan ne fayda / İki adımda geçiyorsun yalnızlık denen tarafa / Sonra dağlar aşsan ne fayda” dizelerini döktürmüştü. O vakitler, kendini filozof sanan bünyemi ve sol yamacımı, kuş çırpınışlarıyla heyecana gark ettirdiğinden midir nedir, sonrasında Cemal Süreya ve sınıfın o en naif ergenini hep çok sevdim.

        TİYATRO GERÇEK’TEN ‘ÜSTÜ KALSIN’

        Geçtiğimiz akşam, bu hatıralar ovasında, en temizinden bir gezinti yaptım. Beni, bu ‘hüzün kovan kuşu gelmiş’ sakinliğiyle ve tebessümü gani seyirliğiyle Cemal Süreya minvalinde, yeniden aşka getirense Tiyatro Gerçek’in “Üstü Kalsın” adlı oyunuydu. Ne diyordu üstad; “Ölüyorum tanrım / Bu da oldu işte / Her ölüm erken ölümdür, biliyorum tanrım / Ama ayrıca aldığın bu hayat, fena değildir… / Üstü kalsın…

        Ülkü Tamer’in; “Tanrı bin birinci gece şairi yarattı / Bin ikinci gece Cemal'i / Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı / Başa döndü sonra / Kadını yeniden yarattı” dediği Cemal Süreya’nın doğumunun 80. yılında, müziğin şiirlere, şiirlerin duygulara eşlik ettiği bir seyirlik; “Üstü Kalsın”. Usta Atilla Birkiye’nin metinleştirip, yönettiği, Aria’nın (Cengiz Onural, Bora Ebeoğlu, Oya Küçümen) müziklerini üstlendiği, C. Süreya’nın şiirlerinden ve bazı düzyazı metinlerinden oluşan, simgeler ve çağrışımlarla düzenlenmiş sahne atmosferinde Hakan Gerçek ve Tilbe Salim, şairin büyüleyici şiirlerine yeniden hayat vermiş. Tek kişilik oyunları kotarmak zordur, hele ki hissiyat şiir damarında akıyorsa, bünyeyi iki türlü de titretebilir. Lakin Hakan (Gerçek) Hoca’nın büründüğü Cemal Süreya halleri ve biz izleklere akıtış hissiyatı, takdire şayan. Şairin dizelere döktüğü dünyayı, yeniden-şimdiye yaşattıran Hakan Hoca, “Van Gogh” gösterisinden sonra “Üstü Kalsın” ile de enerjiyi tavan yaptırıyor. Kısaca; şiir sevmiyorum nidaları atan bünyelere bile “işte bu’dur” dedirtecek türden bir izlence karşımızdaki. Öyle ki; sanki Cemal Süreya, kitaplarının-şiirlerinin arasında, iki sandalye, bir bavul, masasında kağıdı-kalemi ve anasonuyla tam karşımızda, sahnedeydi. Tek perdelik oyun boyunca, güldüm, içlendim ve çok eskilere gittim; biraz içime hüzün, biraz aşk, biraz yalnızlık kaçtı diyelim. Bir ara üstadın yamacına ilişip-oturup, anasonundan ve efkârından demlenmemek için kendimi zor tuttum. Oyun sonrası üstad, bize en manidar şiirleriyle vedasını çakmıştı belki ama biz sabaha kadar hep olduğumuz üzere “üstü kalsın” çemberindeydik…

        ŞAİR DEDİĞİN İSTANBUL’DA YAŞAR

        1931’de Tunceli’de doğan, 1990’ın Ocak ayında İstanbul’da hayata veda eden, şair, yazar ve 2. Yeni Hareketi’nin önde gelen kuramcılarından Cemalettin Seber, bizim tanıdığımız adıyla ve bir iddia sonucu adından bir ‘y’ harfi eksilen Cemal Süre(y)ya… Bir yük vagonunda doğmuştur üstad ve doğumundan sadece 6 yıl sonra 1937’de ailesiyle birlikte Dersim isyanı sürgünleri arasına yine bir yük vagonunda katılmıştır. Hayatında derin izler bırakan bu sürgünü ise şu dizleriyle ölümsüzleştirir: “Bizi bir kamyona doldurdular / Tüfekli iki erin nezaretinde / Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular / Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar / Tarih öncesi köpekler havlıyordu / Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler / Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki / Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.”

        Bilecik’teki sürgünden sonraki durağı, lise eğitimi için geldiği İstanbul olan Süreya, Haydarpaşa Lisesi’nde parasız yatılı okur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve İktisat Bölümü’nü bitiren şair, Maliye Bakanlığı’nda müfettişlik, darphane müdürü, Kültür Bakanlığı’nda yayın kurulu danışmanı üyeliği, ansiklopedilerde redaktörlük ve çevirmenlik gibi görevlerde bulunur. Üstadın bir başka bencileyin şahaneliği ise en koyusundan bir İstanbul âşığı olmasıdır; “Şair dediğin İstanbul’da yaşar”. Bu yüzden, “İyi kalpli üvey ana” diye tanımlarmış Ankara’yı da. İlk şiiri “Şakısı Beyaz” ise, Mülkiye dergisinin 8 Ocak 1953 tarihli sayısında yayımlanır. Çeşitli edebiyat dergilerinde yazı ve şiirlerini yazan Süreya, kısa süre sonra şiirdeki yalın anlatımı savunan Garip Akımı’na tepki olarak 1950’lerde ortaya çıkan ve başını Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın çektiği şiirdeki 2. Yeni Akımı’nın öncü şairlerinin arasına girer.

        YALNIZLIĞIN BAŞKENTİ…

        “… Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka / Keşke yalnız bunun için sevseydim seni…” ya da “…Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık, bir ovanın düz oluşu gibi bir şey...” ya da “…Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum…” ya da “Ben hangi şehirdeysem yalnızlığın başkenti orası…” ya da “… Sen çıkardın utancını duvara astın / Ben aldım masanın üstüne koydum kuralları / Her şey işte böyle oldu önce” ya da “… Tanrım Anadolu’yu çocukluğunda mı yarattın?” diyen Cemal Süreya’nın, evreni şereflendiren her faninin iliğine ilişen bu dizeleri nasıl unutulur!

        Kısaca; bu aralar kendinize ve sevdiğinize bir güzellik yapın (hem de -her şeye rağmen- devam dediğiniz notadan) ve ‘Üstü Kalsın’ı izleyin! Hayata dair ne varsa, bir ustanın yorumundan dinlemek ve bir şairin gözünden görmek algınızı yumuşatacak! Hem oyun sonrasında Karaköy’de kurulan rakı-balık-roka sofrası da iyi gidiyor, benden söylemesi!

        İçimden geldi’ not’u: O vakit bugünün kelâmını yine üstadın, benim en çok sevdiğim bir şahaneliği ile bitirelim.

        “İçkievinden çıkınca / Camdan demin oturduğum yere baktım / Sigara paketimi

        masada unutmuşum / Sandalyede / Tıpkı benim gibi / Oturuyor boşluğum / Bir eli alnında benim gibi / Ama biraz daha mı hüzünlü? / Otururken de / Biraz daha mı çıkarıyor kamburunu? / Biraz daha mı benziyor babama? / Bir yaş büyüğüm babamdan / Ve rüzgâr / bir törendeki gibi / Çekiştirir durur yağmurluğumu.”

        Diğer Yazılar