Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yiğit Sertdemir’in yazdığı üçlemelerden ilki ‘Gerçek Hayattan Alınmıştır’; bu sezonun en iyi izlenceliklerinden, benden söylemesi! Arif Akkaya’nın yönettiği oyunda, Yiğit Sertdemir ve Tomris İncer oyunculuklarıyla adeta döktürüyor…

        memisbetul@gmail.com

        “Arada bi bünyeye basınca (gelince), metaforlara sığındığımı itiraf ediyorum. Bazı gerçekler yavan kelimelerin altında eziliyor mu ne?!... Haybin yetişkinlik safsataları…” Balkonun kapısı aralanıyor ve bu cümlelere karşın sadece: “Fark ettiğin anda rahatlayacaksın sen de. Hem baktın olmuyor, diğerleri gibi buna da sosyal sorumluluk projesidir der ve basar gidersin…” Yeditepeli şehir(ime), sabah ayazında en temizinden şöyle bir bakıp da hissiyat yapınca, nelere neler demiş ve sonrasında basıp gitmiştik en artistlik pozumuzla?! (Düşündüm de en tebessümlüsünden; kaç ‘gitme’ ve ‘kalma’ paklar bizi, olmadı kotarır?! İçime “ben papatya oldum” diyen çocukluğum kaçtı ve sustum.)

        Radyodan yükselen fonumuz ise: Frank Sinatra “My Way”… Ne diyordu Sinatra; “Hayatı dolu dolu yaşadım / Her yolu baştan sona dolaştım / Ve dahası çok fazlası / Hepsini keyfimce yaptım / Pişmanlık mı? Var elbet biraz / Ama sözü edilmeyecek kadar az / Hep yapmam gerekeni yaptım / … Kaybetmekten payımı fazlası ile aldım / Hepsini gülümseyerek hatırlarım.”

        “Hazırlan! Akşam, ‘My Way’i dinleyip, algı dehlizlerinde uzun yürüyüşlere çıkacağımız bir oyuna gidiyoruz. Rotamız, Kumbaracı 50, oyunun kahramanı ise Yiğit Sertdemir” diyor, sabah ayazını bünyeye yediren… (Es notu: Bu aralar Antalya-Ankara-Çorum ve Çankırı keşfindeydim pek muhterem okur, o sebepten görüşemedik diye, sanmayın ki âlâ günlerdeyim, sadece fani dünyayı seyirdeyim.)

        GERÇEK HAYATTAN ALINMIŞTIR

        “Merhaba. Birazdan izleyeceğiniz şeyi ben yazdım. Annemle de oynuyoruz. Anne el salla. Annem tatlı gördüğünüz gibi. / Size iyi seyirler diliyorum. Son bir not: Birazdan izleyecekleriniz gerçek hayattan alınmıştır...” Bu cümlelerle es veriyor, 90’ların sonundan itibaren bağımsız tiyatro cephesine, kıvamında renkler katan, yazdığı, yönettiği ve oyunculuk performansıyla da sahnedeki en adamım Yiğit Sertdemir’in yeni oyunu “Gerçek Hayattan Alınmıştır”.

        Üniversite tiyatro geleneğinden gelen Altıdan Sonra Tiyatro’nun kurucularından Sertdemir’in yazdığı ve sahneyi de usta oyuncu Tomris İncer ile paylaştığı Gerçek Hayattan Alınmıştır, üçlemenin ilki oluyor. Yönetmenliğini Gülhan Kadim’in yaptığı ikinci oyun “Barzo ile Konserve –Yokuşta Saçma Bir Gece Hikâye”; yönetmenliğini Yiğit Sertdemir’in üstlendiği üçlemenin son oyunu ise “Dertsiz Oyun” adını taşıyor. (Üçlemenin son ikisini de güzergâha ekledim, önümüzdeki günlerde buradan dökülürüm nasılsa.)

        SEYİRCİ-SAHNE / GERÇEK-KURMACA

        Gelelim Yiğit Sertdemir’in “Kavramsal olarak birbirlerini tamamlayan ayrıca göndermeleri ve şakacı bağlantıları da olan bir üçleme” sözleriyle tanımladığı üçlemeden Gerçek Hayattan Alınmıştır’ın sahneye düşen haline…

        Yönetmen Arif Akaya, oyunu; “68’lerin çok aydın bir gazetecisi olan kocasından etkilenerek sonradan aktivist olmuş bir annenin ve 90’larda büyüyen, mimar bir oğlun aralarındaki kuşak çatışmasıyla hesaplaştıkları bir akşam, diyebiliriz bu oyun için. Mekânın gerçekliğinden yola çıkan bir proje bu. Bunun için mekânın rol yapılan bir mekân değil, tamamen gerçek, inşaat alanı olması, ışığı, silahı, barutu, oyunculuğuna, mumuna kadar her şey gerçek olarak planlandı. Bu gerçeklik bir yandan seyirciyi çekiyor, bir yandan da itiyor. Yazımında da bu ritim var” şeklinde tanımlıyor.

        90’larda büyüyen, mimarlık mesleğini ailesi sebebiyle seçmiş olmasına karşın, yazmaya ve edebiyata meraklı ama daha elle tutulur bir eser ortaya çıkaramamış, hayalleri ve gerçekleri arasında sıkışmış kalmış bir adamın hikâyesine tanık oluyoruz oyunda. Ömrünün tam ortasında-yarısında, kendisinin de babası gibi kanserden öleceğini öğrendiğinde son hamlesini, geçmişiyle yani babasının ötenazi isteğini kabul eden annesiyle hesaplaşarak yapmakla seçen, ilk ve son olan tiyatro oyununu, annesi ile birlikte bize oynayacak olan bir adamın hüzünlü hikâyesi.

        Bir buçuk saat süren oyun, “seyirci-sahne”, “gerçek-kurmaca” arasını ince çizgilerde gezinen tatta, ortaya algısı şahane bir seyirlik çıkarıyor. Bu anne – oğlun yamacında akan gerçek hayatı-mızı arka fonda taçlandıranlar ise Frank Sinatra’dan ‘My Way’ ve John Lennon’dan ‘Imagine’… (Sabah odayı şereflendiren Sinatra ve Lennon melodileri, Sertdemir’in oyunundan sonra artık daha bir içselleştiriliyor bu bünyede.)

        YİĞİT SERTDEMİR JARGONU…

        Her şey annenin, uzun zamandır görüşemediği oğlunun gözlerini bağlayarak bir apartman dairesinden adım attırmasıyla başlıyor. Adamın en büyük sürprizi; bu adım attıkları mekânın, her şeyin başladığı yer olması. Ki oyunun sonunda; her şeyin başlangıcı olan bu mekânın, aynı zamanda her şeyin bitişine de sebep olduğuna şahit olacağız. Kapı kilitleniyor ve başlıyor tüm oyunun hissiyatını ortaya saçan sırlar, enstantaneler; tavandan sarkan fenerler, bardakların içinde konuşlanan mumlar ve geçmişle şimdinin arasında paralel evren vazifesi gören merdiven… Tüm bu objeler, oğul ve annesinin geçmişini deşmesiyle, bir hatırasını yeniden gün ışığına çıkarmasıyla yanıp söndürülüyor. Anne, hikâyeler anlatıyor. Oğul ise her hikâyede bir sır aralıyor annesine – bize ve kendine… Kulisin, perdenin, ışık-efekt-müzik ve kumanda masasının olmadığı oyunun tüm izlenceliği orada – o anda olup bitiyor. Ve biz izlekler de oyunun neden “gerçek” hayattan alındığını az sonrasında tecrübeleniyoruz.

        Tabii ki bu tecrübelemede yönetmen Arif Akkaya ve Yiğit Sertdemir jargonunun-algısının etkisi büyük. Oyun, sadece bir anne-oğul hesaplaşmasına odaklanmıyor, (tam da bu noktada Sertdemir’in tiyatro anlayışının alt metnini okuyoruz) anne – oğul diyaloglarının ışığında, o tarihte, belli bir sınıfın iç çatışmalarına götürüyor. (Naçizane dileğim: Sertdemir, böylesine yazdığı şahane metinlerle-hikâyelerle, biz fanileri daha da mesut etmeye devam etmeli!)

        Madem yazının girişini Sinatra ile yaptık, yazının bitişi de Lennon’dan olsun;

        “… Hayal et bütün insanların / Bu gün için yaşadığını / Hiç ülke olmadığını hayal et /

        Bunu yapmak zor değil / Öldürecek ve uğruna ölecek bir şey yok / Hayal et bütün insanların / Tüm dünyayı paylaştığını…” Program için: (212 243 50 51) www.kumbaraci50.com

        İçimden geldi notu: Üşenmeyip de gününüze algıda seçicilik katmak istersiniz diye;

        Bu ülkenin yaşadığı en büyük katliamlardan birinde babasını kaybeden, iki yıl önce de annesinden ayrılan ve hiç yılmadan aydınlık yarınlar için mücadeleye devam eden Zeynep Altıok Akatlı, Özgür Radyo’nun Cuma günlerini, ‘Yedi Yelken’ adlı kıvamında kültür sanat programıyla şenlendiren kadını Semra Çelebi’ye verdiği röportaj gününüze ilaç olur niyetine… Şimdilik eyvallah!

        http://www.gazetekadikoy.com.tr/haberDetay.aspx?haberID=2516

        Diğer Yazılar