Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünyanın ilk silah fabrikasının kurulduğu, ilk tünelinin yapıldığı ve dünyanın en uzun ikinci sahilin konuşlandığı Samandağ. Orası nereye düşer diyenlere selam olsun minvalinde…

        “Başka türlü bir şey benim istediğim / Ne ağaca benzer, ne de buluta / Burası gibi değil gideceğim memleket / Denizi ayrı deniz / Havası ayrı hava…” dediği gibi Can (Yücel) Baba’nın, tam da böylesine bir memleketteyim; havası başka, tadı başka…

        Musa Dağı, Keldağ ve Saman Dağı arasında bulunan, Asi Nehri’nin Akdeniz’e döküldüğü noktada oluşmuş deltada kurulu, yerel halk dilindeki adıyla (Arapça’da ‘karanlık yer ‘ anlamına gelen) Süveydiye’yim. Yani bizlerin bir yerlerden duyduğu ama yamacına pek de asılamadığı, bildiğimiz adıyla Hatay’ın ilçesi Samandağ’ındayım… (Es notu: Suriye-Ortadoğu… ve en süper güçlerin, paralel evrende neler yaşadığına-yaşattığına dair, bu defa ezikleme vuruşları yapmayacağım, zira uzun zamandır ne ezebileceğim içim kaldı, ne de usum! Geçtim diğer paralel evrenleri, komşu ve sınırında, 18 aydır her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor, her ne kadar uzaktaki insan kategorisinden göz süzmeleriyle laflar atıp, duruşlar sergilesek de... Hatta lâl edilmeye çalışılsak da… Oyuna devam kadrajında, ‘filler ve çimenler’ filmine devam nasılsa!)

        15 MİLYONLUKTAN 150 BİNLİK SAMANDAĞ’INA

        İlk önce, müsadenizle ‘çelebi betül’ edamla altını çizmeden geçemeyeceğim; Samandağ, bugüne kadar Mardin’den sonra efsunlandığım ikinci rotadır… Hadi biraz daha beylik bir tabirle bu yazının güzergâhını perçinleyeyim; (her şeye rağmen) iflah olmaz bir İstanbul hastası olan bünyemin (çocukluktan kalma ‘Cunda-Bozcaada-Alaçatı’ üçlüsünü es geçmeyelim, reca edicem) ömrünü tamamlamak istediği yerdir Samandağ… (Yaklaşık 15 milyonluk nüfuslu İstanbul’dan, 150 bin nüfuslu Samandağ’a, nasıl ama!?) Bir kenti yahut kasabayı, bir yabancıda hissiyata düşüren, o yörenin halkı; yaşayanlarını aşka getiren ise hatıralarıdır ya, o minvalde…

        Haybin tuhaflıklar diyarı! Onca kent, kasaba, köy gezdim ama hiç böylesine yıkılmış, yorulmuş ve en âlâsından da hüzünlü bakan-baktırabilen bir yer görmedim. Samandağ, en ortaya konuşursak; Ne kasaba olabilmiş, ne de kent… (Çok net söylüyorum, kelime öbeklerini havada zayi etmeden; Samandağ zaten olmuş, hem de içlere ferahlık getiren türden. Ayrıca fena anlamda da söylemiyorum bu olamamış hali. Belki de ben, bu halinin hastası oldum, bilmiyorum yahut Samandağlılar’ın umutlarının – olacakları anlatmalarının meşkine vuruldum, bilmem, çok da önemli değil aslında, yazı bitince dökülürüz nasılsa, dedi bir Samandağ hayranı…) Şöyle ki; Yeşilpınar’dan Samandağ’ına ilerlerken, otomobilin camından sağlı-sollu, tek katlı evler ve yeşilin binbir rengi tebessüm ediyor bize… Samandağ’ının tadında kelamlıları ise; birazdan Antakya’nın tarihi sokaklarında gördüğünüz harabenin (harabeyi ben diyorum, onlar bakımsız dedi) iki katı ile karşılaşacaksınız, şaşırmayın diyor ve ekliyorlar, çok çalışıyoruz ama daha da iyiyi ve güzeli yapmak için!

        ANADOLU’YU HOŞ EDEMEME…

        Akabinde Samandağ, ince bir çizgi halinde beliren Akdeniz’in mavisiyle yapıyor hoş geldiniz seronomisini, buraya kadar eyvallah… (Bir şehrin-köyün-kasabanın, denizi-gölü-nehri, kısaca akan bir su kıyıntısı varsa, zaten her haliyle başımla, elde var bir diyorum içimden!) Yamaçtan aşağıya ilişiyor araba ve bir fotoğraf karesine sığan yapısızlık karşılıyor bizi. Samandağ’ına hoş bulduk diyorum. Harpten çıkmış da toparlanmaya çalışan bir kent gibi ama mağrurlu ve başı dik… Bir tarafta modern dükkanlar, bir tarafta topraktan yollar… Bir tarafta, çoğu kentte göremediğim rahatlıkta sokaklarda dolaşan kadın ve erkekler, yolun hemen öte yamacında ise at arabasıyla dolaşan çiftçiler, seslerine aşina olduğum küçük hayvan sürüleri… Bazı yerel yönetimlerin, Anadolu’yu anlayıp da hoş edememe sevdasızlığına küfür sallıyorum bir-iki. İşte tam bu noktada, Samandağ Yerel Çalışma Platformu ve yerel yönetim, 2009’da devraldıkları Samandağ’ının bu halinin şimdikinden daha da içler acısı göründüğünü, daha yeni yeni alt yapı çalışmalarından başlayarak yol aldıklarını ve bunun uzun bir serüven olduğunun altını çiziyorlar. Sonra Yerel Çalışma Platformu’nun üstatları ve muhabbeti kıvamında erbabları ile kelam ediyorum da hüznüm umuda yelken açıyor, Samandağ ehl-i vukuf heyetinin ellerinde diye! Zaten kemikleşmiş bir siyasi geleneği kırmanın cesaretini ve var olan değerin özünü (yaşadığımız toprakların), burada yaşadıkları insanlara anlatmak için çok çalıştıklarını, neredeyse kapı kapı dolaşıp dermana geldiklerini belirttiklerini anlatıyorlar bana. Anlattıkları ve örnekledikleri her cümlelerinin satır aralarını okuyunca, hoşuma gidiyor; bir el de ben atayım, diyesim geliyor da sadece tebessüm ediyorum. Naçizane fikrim; memleketim coğrafyasında yaşayan sosyalistlerin ve sosyalist kadrajlı siyasetçilerin Samandağ’ına gelmesi, buranın sistematiğini görmesi, destek vermesi! Adeta komün hayatı yaşayan Samandağ, eğer yeni dünya düzeni izin verir de bozulmadan yol alırsa (ve tabii bir de son Suriye’de yaşananlar var) örneklerini çoğaltabilirler. (Unutmadan; ‘umut süründürür’ diyen Nietzsche’ye Samandağ’da hiç yüz vermedim.)

        İNSANLAR TOPRAKLARINA BENZERLER…

        Aleviler, Hristiyanlar, Ermeniler, Suniler, Türkmenler, Kürtler, Türkler ve varlığını kelam etmesek neredeyse unutacağımız diğer grupların kültürel olarak harmanlamasında, yüzyılların topraklarına yansıdığı kamillikle bir arada yaşamayı başarmış bir Samandağ profili çıkıyor ortaya. Herkesin diline pelesenk ettiği, etnik ve kültürel zenginlik tanımı, şimdi buradan bakınca daha bir manalı görünüyor gözüme. Arap Alevileri’nin çoğunlukta olmasından kaynaklı günlük yaşamlarında anadilleri olan Arapça’yı konuşan Samandağlılar’ın, harelenmiş diyalogları, Ortadoğu’da geçen bir masalın içindeymiş algısı yaratıyor, bilginize!

        “İnsanlar topraklarına benzerler…” derdi, 15 yaşında Türkiye’ye göç etmek zorunda kalan anneannem… Samandağ’ının toprağının kocaman bir yüreği olduğuna kanaat getiriyorum. Şimdi karşımda duran, 10 çocuğunu bugünlerde çekindiği bu topraklarda büyütmüş, gülerken gözleri kısılıp, daha da derin bakan, 83 yaşındaki Hasibe anne, yüzyıllık ulviliğiyle kucaklıyor, bazılarına göre yabancı, bazılarına göre tanrı misafiri olan bizleri. Cemaline sinen 83 yılın verdiği dinginlikle oturuyor bahçenin en köşesinde, sakin ve sabırlı… Anlamadığım bir lisan konuşuyor ve bu anlamadığım lisan bir müddet sonra bana çok eskilerden bildiğim bir durumu anlatıyormuş gibi gelmeye başlıyor. Yüzündeki çizgilere vuran derin hayat tecrübeleri, kentin pasına bulaşmış bir faniye ne derse ilaç olur acaba diyorum…

        Arapça’yı hatmetmiş lehçesi ara ara Türkçe’ye kaysa da tercümanı oluyor çocukları ve torunları, bizi ona, onu bize. Torunlarından Ezogelin’in, yurt dışında bilim kadını olduğunu öğreniyorum, kanserle ilgili araştırma yapıyormuş. Geçmişte her şeyin zor ama aslında düz olduğundan hatta çok çalıştıklarından ama mutlu olduklarından bahsediyor. Şimdi teknoloji ve makineleşmiş ortamlar, işleri kolaylaştırdı gibi görünse de herkes mutsuz diyor. ‘Mutlu’, ‘mutsuz’ yeni dünya düzeninin en en kavramlarının başında! (Oysa buraların havasından soluyunca bir nefes, mutlu ve mutsuzluk daha bir manidar geliyor gibi! Üstadın şiiri düşüyor o dakika aklıma; “Kim istemez mutlu olmayı / ama mutsuzluğa da var mısın?”)

        ZEYTUNİ - HRİSTİYAN MAHALLESİ

        Samandağ’ının günü birlik keşfinde yolumuz Hristiyan Mahallesi’ne, diğer adıyla Zeytuni’ye düşüyor. (Evvel zamanda buraların zeytinlik ağaçlarıyla kaplı olduğunu öğreniyorum, adının da bundan Zeytuni olduğunu...) Mahallenin, Rum-Ortodoks Kilisesi’ne çevirince rotayı; kapıyı 20 yıldır bu görevi üstlenen Papaz Abdullah Yumurta açıyor. (5 yıl Suriye Laskiye’de eğitim almış ve 16 yıldır da Antakya / Samandağ’da yaşıyor Papaz.)

        Savaş, barış, dinler, ırklar… Kısaca mevzunun ana maddesi insan olunca, din adamlarının yahut nirvana noktasına nail olmuş insanların, neredeyse omuzlarından kanat çıkartacak bakışı beni her zaman etkilemiştir. İyi-kötü-güzel-çirkin-gerçek-sahte’ye inanmadığımdan değil mevzu ama… Neyse devam! Sanırım ben daha evrimleşme sürecimi tamamlayamadım, bu kadar iyi yahut kötü olmak?! Zor olan mı, yoksa kolay olan mı?! (Bu kadar niye içselleştirdin diyenlere; Soru değildir, sohbeti pek kıvamında, yüreği geniş, ensesi serin okur, okuyup geçiniz, bekleme yapmayınız!)

        TÜRKİYE’NİN TEK ERMENİ KÖYÜ

        Zeytuni Mahallesi’ni geçince, ‘insanı ve tarihiyle bir türlü kıymetini bilmediğimiz, hatta bildiğimizi sandığımız ve kendi kendimizi kandırmaya devam ettiğimiz Türkiye’nin, tek Ermeni Köyü olan Vakıflı’ya varıyoruz. 35 haneli köyde, 135 kişi yaşıyor. Burada bizi karşılayansa, Samandağ Ermeni Cemaat Başkanı Veteriner Hekim Cem Çapar. Nasıl bir mahçupluk ve mütevazilik… Ermeni Kilise’sinin alt yolunda yapılandırılan, meyve ve karabiber ağaçlarının arasına sıralanmış konuk evlerini ziyaret ediyoruz. (Buralara yolunuz düşer de Vakıflı’ya uğrarsanız, muhakkak bu evlerin, bir odasında misafir olun, zira o ahşap pencerelerin dikizinde ve karabiber kokan gökyüzünün altında, evrenin efkâr bastırması pek de gerçek gelmeyebilir. (Meraklısına not: Ayrıca kilisenin bahçesinde, kadınların yaptığı ev yapımı çeşit çeşit likör ve reçeller var. Ben yabanmersini likörünün hastası oldum!) Bu keşfimde eşlikçilerim, Birgün Gazetesi’nden Gülşen-im (İşeri) ile Aysel (Kılıç)’in Suriye ve Hatay minvalinde, sorularından bir tanesine Çapar’ın verdiği cevap noktadır bence; “Bir insanın ölmesi belki de 7 milyar için hiçbir şeydir ama ölen insan için her şeydir,hayatın bittiği yerdir.”

        Samandağ halkının, aynı coğrafya olan ancak 1920'lerde sınır çizilirken ikiye bölünen ve bir kısmı Türkiye’de, bir kısmı ise Suriye’de kalan sınır bölgeleriyle akrabalıkları mevcutmuş. “Diller dillere, çan sesleri ezan sesine, bayramlar bayramlara karışır; en çok bayram burada kutlanır. Ramazan ve Kurban Bayramları’nın, Noel ve Meryem Ana Yortuları’nın, Gadir Hum Bayramları’nın sevincine tüm Samandağlılar katılır. Komşular birbirlerine ‘Allah herkese kendi dininde yardımcı olsun’ derler…” Diyorlar nasıl ama… Bunlar şehir efsanesi diyenler var biliyorum ama olsun efsanesinin yarattığı şahanelik bile güzel!

        SAMANDAĞ YEREL ÇALIŞMA PLATFORMU

        “Orada bir köy var uzakta” algılarını yıkan minvalde, kimilerine göre oralar, kimilerine göreler buralar olan Samandağ’ını sol yamacımda çırpınan yüreğimde daha da genişleten Samandağ’ının muhabbeti kıvamında insanları, o gün bizlere mihmandarlık eden, en âlâsından ağırlayan, belki de büyük kentin verdiği yapaylıktan sıyrılıp, “bu’dur işte” dememe sebep verdiren; (Cemre Gazetesi İmtiyaz Sahibi) Gazeteci Gül Taşdelen Rencüzoğulları ve eşi Yazar Timur Rencüzoğulları, Yerel Çalışma Platformu Sözcüsü, emekli Şevki Oktay ve eşi Cahide Oktay, muhabbeti ile beyin loblarımı aydınlatan, Samandağ Belediyesi Şehir Plancısı Senihi Kitapçı ve muhabbetimizin bir yarısında, ‘Ben umutsuzum bu dünyadan’ diye nidalandığımda, ‘Olsun, biz sizleri de kurtarırız’ diyerek beni benden alan Avukat Halil İbrahim Özgün ve ismini unuttuğum diğerleri… Kısaca; evlerini, özlerini bize açtıkları ve şahane misafirperverlikleri için eyvallah, buradan bir kez daha sevgiler şelale…

        PEKİ BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?!

        İçimden geldi notu: Dünyanın ilk silah fabrikasının burada kurulduğunu; Dünyada ilk tünelin buradaki, Roma İmparatoru Vespesianus’un dağı deldirerek yaptırdığı Titus Tüneli olduğunu; Dünyanın en uzun ikinci sahilin burada konuşlandığını; Tarihte ilk genelevin burada Selefkiye Limanı’nda işlediğini; Samandağ’da ‘bağırsak yutan kedi’ tabirindeki terimin çok sık kullanıldığını; Samandağ ve Harbiyeliler’in ezeli rakip olduklarını, hatta ‘bir Harbiyeli, bir Samandağ’lı ve bir yılanı bir çuvala koymuşlar, yılan kaçmış’ diye bir şehir efsanesinin dolandığını; Hıdır’ın denizde, Hızır’ın karada; Samandağ kumsalının, nesli tehlikede olan yeşil kaplumbağa ve koruma altına alınmış caretta caretta’ların yumurtlama-üreme alanlarından biri olduğunu; denizinin sörf sporu için uygun olduğunu ama turizm için hiçbir yatırımın bugüne kadar yapılamadığını; Şahin Tepesi’nde en koyusundan muhabbete dalındığını ve her yıl Temmuz ayında (yüzyıllardır kutlanan ‘hasat bayramı’na denk gelen), 6 gün süren bir kültür sanat festivalinin gerçekleştiğini biliyor muydunuz?! (12 Eylül’de yasaklanan festival, ilk olarak 1992’de yeniden başlamış. O vakit, 2013 yazında ben, Samandağ’da, Kars’da ve Van’da öğrendiğim halayları tecrübelemeye çalışıyor olacağım, bir maniniz yoksa sizleri de beklerim-z. (Van da nereden çıktı diyenlere; Eylül 25’ten itibaren rotamdadır kendisi, bilginize!) Belki takip edersiniz de Samandağ’dan haberdar olursunuz niyetine! www.cemregazetesi.net

        Diğer Yazılar