Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçtiğimiz hafta sonu, Ortaköy Feriye Sineması’ndaydım; FeminKurd / Filmmor Kadın Kooperatifi yapımcılığıyla, Melek Özman’ın yönettiği “Hani Meral?” belgeselini izlemek için. ‘Hani Meral?’,kızıyla yeni bir hayata başlama umudu taşıyan ama bir gün,boşandığı kocası tarafından öldürülen genç bir kadının öyküsünü anlatıyor. Hadi üşenmeyip, beyin loblarımızı havalandıralım, kimdi bu Meral?

        22 Haziran 2010 tarihi, kayıtlara-manşetlere ‘bir kadın cinayeti daha’ olarak geçti belki, ama o geçen sadece yazıydı-görüntüydü. Bu topraklarda, ateş hep düştüğü yeri yakardı ya o minvalde… Olay, Bitlis Tatvan’da geçiyor. Meral Güneri, kimine göre çocuk, kimine göre kadın denecek yaşta, evlenmişti. Nefeslendiğimiz bu coğrafyada, nüfus yaşın iki basamaklı sayılara çeyrek kalmış ve memelerin de hafif baş kaldırmışsa, hemen kadın oluyordun ya o minvalde… Sancılı bir davanın ardından kocasından boşanıyor Meral. İşte bir yıl önce de boşandığı kocası, umutla açtığı kuaför dükkanını basıp Meral’i dokuz bıçak darbesiyle öldürüyor. Bu ölümün, bir yeri isyanı inletecek türden, bir gerçeği daha yüzümüze vuruyor, tabii hâlâ bizde bir yüz kaldıysa?! Ölümünden bir süre önce Meral ve annesi, bölgenin savcısına gidiyorlar: “Benim can güvenliğim yok Savcı Bey…” diyen Meral’e verilen cevap: ‘Benim karımın da can güvenliği yok, napalım?” oluyor. İşte bu belgesel de onun nazarında, bütün öldürülen, bir kenara itilip, yokmuş gibi yapılan kadınlara bir ağıt niteliğinde. Çekimleri 2 yıl süren belgesele, Aynur Doğan, Feryal Öney, Fulya Özlem, Neslihan Engin, Rojin ve Sezen Aksu da şarkılarıyla katkıda bulunmuş.Ben, bu satırları yazarken de Meral’i öldüren eski eşinin yargılandığı davanın, temyiz duruşması Ankara Yargıtay 1. Ceza Dairesi'nde görüldü. Meral'i öldüren B.B.’ye verilen 25 yıl hapis cezasını her iki taraf da temyiz etmişti. B.B.’nin temyiz gerekçesi, cinayetin haksız tahrikle işlendiği, verilen cezanın çok olduğu yönündeydi. Kararın açıklanacağı bir sonraki duruşma bugün / 20 Aralık’ta. (Takipteyim, siz de takipte kalın!)

        150 YILLIK ŞARAP MAHZENİNDEN YARATILAN

        Rotamızda şimdi ise, 150 yıllık şarap mahzenini, tiyatro tutkunlarının buluşma mekânına dönüştüren, bağımsız tiyatro topluluğu The Club var. Geçtiğimiz yıl Asmalımescit’te tarihi bir daireyi black box sahne ve bir yapım şirketine dönüştürerek, ‘sahne sanatları ve sinema alanında projeler üreten bir kurum’ üst başlığıyla da sanatseverlere merhaba diyen ekip, ‘İstanbul seyircisine güncel, kışkırtıcı, sert ve gerilimi yüksek oyunlar sergilemek üzere buradayız’ diyor. Zaten internet sayfalarını dikize yatarsanız da pek şukela işlerini görebilirsiniz. The Club söylemini devam ettirebilirse, sahnesinde sadece yerli yazarların oyunlarına yer verecek ki bu hareketiyle de sol yamacımızı ihya etmesini bilmiştir.

        Gelelim ekibin yeni seyirliği olan ‘Turist’e… Karşımızda; hem tiyatro, hem de sinema algısında bir oyun var. Alternatif tiyatroların başarılı yazarlarından Cihan Sağlam’ın yazıp-yönettiği oyun, The Club’ın da ilk mobil projesi… (Haberiniz ola: Turist, hikâyelerini İstanbul’a dair anlatacak dört serinin ilkiymiş.) İstanbul ve bildiğimizi sandığımız hayatların-sokakların tam ortasından çıkan Turist, tam da bu kent kotasına yaraşır şekilde, ‘zaman’ ve ‘varoluş’ mefhumuyla başlangıcını veriyor.

        TURİST: VAROLMA SANCISI…

        Turist’in kahramanı; Sartre ve Camus minvalinde, varoluş ışığı üzerinden, bir tık ötesi absürtlükle yüzleşen, yüzleştiren Cem… Bizlere yansıyan kadrajda Cem, yazıyor ya da önceden yazıyormuş. Sonra ne olmuş da yazdığı senaryosundan, hayat gibi gördüğü öyküsünden vazgeçmiş?! (Bunun için oyunu seyir aleminize katmanız şart! Rotasını vermek benden, yollara düşmesi sizden ama öncesinde sizi, biraz coşturalım.)

        Cem, hayata değil de sisteme yenilmiş insanların girdabında, bu evreni şereflendiren her canlının yaşadığı bir gerçekle yüz yüze geliyor ve sanırım sonra da balatada bir yanmayla hemhal oluyor. Denemiş, yenilmiş, vazgeçmiş yeniden denemiş, yenilmiş ve belki de yendiğini düşünürken, her şeyin saçmalığının farkına varmış. Ve tüm bu serüvende de kendini kotarmak için uyuşturucuya bulaşmış?! (Belki de kotarmak değildi istediği, üstadın dillendirdiği üzere; ‘Başka türlü bir şey benim istediğim, ne ağaca benzer, ne de buluta…’)

        İnsan denilen 206 kemikli organizma bu kadar çabuk pes etmemeli (mi), vazgeçmemeli (mi); ölümün, şiddetin ve açlıkların yaş eşiğinin, bu kadar düşük olduğu bir evrende, kafa travmalarına bulaşmak için lüksümüz yok (mu) gibi geliyor bana… Kafa yanmalarına varım, sonralarında büyük kusmalara da eyvallah, lakin bunu çıkmaz sokaklarda nüansa bağlamak-bağlatmak, bilmem, en incesinden sadede vardırmıyor gibi?! Sadede varmak gibi bir derdi(miz) de olmayabilir ayrıca ki bu da başka bir mevzu.

        RÜYAYA YATMIŞ BEYİNLERİMİZİ...

        Es notu: (Oyun öncesi Cihan’la kelamımdan, benim algıma kalan) Uyuşturucu burada, bir metafor. Şöyle ki; bizler de şu faniliğimizde, çok mutlu ve çok neşeli hallenmelerden öleceğiz gibi, ne dersiniz? Hadi itiraf edelim, büyük aldatmacaların-kandırılmak istemelerin peşinde değil miyiz? Bir tüketme hırsı, hep olsun, daha iyisi, en iyisi, yetmez daha fazlası kotasında koşturduğumuz hayatların neresindeyiz acaba?! Gündüz kariyer, gece TV karşısında başka hayatları dikize yatmak, olmadı sanal muhabbetlerin çemberinde bir tek atımlık kadehler girdabında savrulma hissiyatı. Bir formül yahut bir hap olsa ve hoop aydınlansak-mutlu olsak (ama olsak işte)?! Faust boşuna yaratılmadı, reca edicem, kandırmayalım rüyaya yatmış beyinlerimizi. Bu ululuklar diyarında, küçük hayatlarımızı yaşama hırsından uyuşturuluyoruz, hatta yetmeyince doktor tavsiyeli antidepresanlar alıyoruz. Biz yine dönelim ince ayarımıza; ‘İlk taşı günahsız olan atsın.’

        YAŞAMAK VE YAŞAMAMAK İÇİN SON 24 SAAT

        Cem’in hikâyesinin alamet-i farikası ise sadece 24 saatinin kalmış olması! Hayatınızı kurtarmak için sadece 24 saatiniz kalsaydı, siz ne yapardınız?! (Tabii gerçekten kurtarmak - kurtulmak diye bir şey varsa / bizi Cem’den ayıran ise; öleceğimiz zamanı bilmiyoruz, yoksa varoluşsal sancımız aynı nehirden besleniyor.) İşin handikabı; aslında Cem, çoktan vazgeçmiş kendinden ve hayatından… Fakat bir taraftan da bir ikilem içinde; vazgeçtiğini, yani umudu kalmadığını deklare ederken ve dünyanın çivisinin çıktığını nidalanırken, etrafındakilerden çırpınarak yardım istemesi, medet umması, bree insanoğlu bu ne yaman çelişki (bu çelişliyi kendimize söyleniyorum bu arada)?! Neticede yazarın, hikâyesinin alt metine hazırladığı zemin; başkarakter Cem’in, kurtulma yolculuğundaki 24 saatinin yamacında, çektiği hastalıklı toplum fotoğrafımız. Ve en temizinden, bilirkişi edasıyla seyreyleyen biz izleklere, bu fotoğrafı gösterme hali.

        Turist’in kıvamında oyuncuları; Cem Özeren, Serap Oral, Deniz Türker, Mürüvvet Kurt, Barış Çelikkol, Sertaç Teker, Murat Divitçioğlu, Helin Temurlenk ve Oğuzhan Yücel.

        Filmin oyuncuları; Murat Garibağaoğlu, Sedat Kalkavan, Saim Karakale, Pınar Göktaş,

        Deniz Demir, Cihan Sağlam, Alp Derilgen, Özlem Bekdemi ve Nazım Özcan.

        Oyunun uygulayıcı yapımcılığını Pınar Göktaş, kostüm tasarımını Necla Koca, afiş tasarımını İzlem Üçvet, tanıtım fotoğraflarını Koray Türker, İzlem Üçvet, tanıtım videosunu Emrah Örnek, proje koordinatörlüğünü Helin Temurlenk, Nilsen Arıbaş ve proje asistanlığını ise Nil Has üstleniyor.

        SEYİRCİNİN KENDİNİ ÖZEL HİSSEDECEĞİ

        Oyun öncesi kafası şahane yazar Cihan Sağlam’la ‘işte bu’dur dedirten The Club mekânında, incesinden bir kelama tutuştuk. İşte benden size dökülenler… (Es notu: Eğer, dünyevi açlıklar, bu tadında adamı da içine almazsa, daha uzun yıllar, bu pek şukela hikâyelerinin misafiri olacağız. Takipteyiz üstadım, bilgine!)

        * The Club’ın bize yansıyan yüzünün arka sahasından başlayalım.

        Pınar Göktaş’la beraber kurduğumuz ve birçok bağımsız sanatçının bir araya gelmesiyle ortaya çıkan bir sanat kolektifi The Club. 2011’de Asmalımescit'te tarihi bir apartman dairesini tiyatro sahnesine dönüştürdük. Süreç içinde çalışmalarımızı, The Club Sahne ve The Club Sinema olarak sürdürdük. 2011-2012 yılında, 8 oyun projesi, 1 belgesel, 1 uzun metrajlı film, 2 uzun soluklu atölye çalışması ve yine tiyatroya dair paneller gerçekleştirdik

        * Apartman dairesinden sonra bu 150 yıllık tarihi mekana geçiş serüveniniz?

        Adahan İstanbul Oteli’nin sahipleri, bir akşam bizim oyunlardan birini izlemeye geliyor. Oyunu çok beğenmişler ve ardından “Bizim otelin altında birşarapmahzeni var. Orada tiyatro sahnelemek ister misiniz?” dediler. Biz, baştan bu soru karşısında afalladık. Mahzeni görmeye gelince çok etkilendik… Bir de artık ben, tiyatro seyircisinin de kendini özel hissedeceği, en basitinden oyun izlerken üşümeyeceği ya da sıcaktan bunalmayacağı bir tiyatro salonu istiyorum… Yaklaşık 6 ay, sürekli toplantılar yaptık, kafa yorduk, bu güzel mekânı nasıl kullanabileceğimize dair fikirler üretmeye çalıştık.

        İSTANBUL’U ANLATMAK FİKRİ

        * The Club’ın hikâyelerindeki İstanbul kadrajı nereden çıktı?

        Burası tarih kokuyor, çok heyecan verici ama aslında çok da hüzünlü. Burada eski İstanbulvar. Bu doğrultuda biz de, o zaman, bu yıl oyunlarımızda İstanbul’u anlatalım istedik. 150 yıllık tarihi mekândan şimdinin İstanbul'unu,İstanbul'daki değişimi, dönüşümü anlatalım dedik.The Club Mahzen projesi, bizi sezon öncesinde tetikleyen en büyük etken oldu. Bizde tarihi bir mekânda olmanın yarattığı his; bu eski zeminde, taş duvarların arasında yeniyi aramak oldu. Psikolojik, fiziksel, ekonomik, sosyolojik ve politik yönden değişen İstanbul'u, sokaklarını, yaşayanlarını fotoğraflarcasına anlatmak fikri doğdu. Ayrıca seyircinin algısını sürekli zengin kılmak adına da oyunların yarısını, film olarak çekmeye karar verdik.

        * Turist’ten bahsedelim? Oyunun başkarakteri gibi bizler de aslında 24 saate sıkışmış turist miyiz?

        Bu 10. oyunum. Tanıştığım herkes benim çok üretken bir oyun yazarı olduğumu söylüyor. Ben buna katılmıyorum. Çünkü sadece ‘oyun yazarı’ olarak bilinmek istemiyorum. Biz ekip olarak proje üretiyoruz, ortaya tartışma alanları yaratabileceğine inandığımız düşünceler atıyoruz. Turist de tüm bunların ışığında ortaya çıkan bir oyun. Oyunu yazarken hikâyenin basit olmasını istiyordum. Bir karakterin 24 saat süren yolculuğu ve uğradığı duraklar olmalıydı. Etrafındaki dünyaya, insanlara yabancılaşmış bir insanın gitmek fikriyle dolu kısa ama oldukça kaotik yolculuğu. Bugüne kadar hayattan ve insanlardan topladıklarımı bir elekten geçirdim ve bir tek ortak noktamız olduğunu fark ettim. Bu dünyaya yön veren, ne olduğunu anlayamadığım şey: para… Dışarıdaki insanların çoğu, en basit söylemle, son model cep telefonu aldıklarında, hayatlarının bir anda değişeceğine inanıyor. Turist, bu çılgınlık halinin bir patlaması aslında. ‘Varolmak’ kavramını irdelediğim ve insanların bir saniye de olsa durup düşünmelerini beklediğim bir oyun bu.

        * Turist ve diğer oyununuz Ofis, bu sezon tiyatro izlekleriyle buluşurken, başka sürprizler var mı?

        Ocak ayıyla birlikte, sahnemizde Domino, Uzun Zaman Önce ve Annemi Parçalamak İstiyorum adlı oyunları sahneleyeceğiz. Bu oyunların bir diğer özelliği ise iç içe geçmiş kurgularıyla birbirlerini tamamlayan oyunlar olmaları. Hepsinin ortak noktası: İstanbul'un dönüşen insanları… Bunlardan farklı olarak Eylül adında, bir proje üzerinde çalışıyoruz, seyirci ve oyuncu ilişkisi bakımından oldukça farklı bir çalışma olacak.

        İçimden geldi notu: Kafası her daim güzel ve algısı her daim serin, pek şahane okur, üç günlük dünya minvalinde, şimdilik benden bu kadar diyerek vedamı çakmadan, ajandalarınıza not edersiniz niyetine, The Club’ın güzelliklerinden haberdar olmak için / Tel: (532 136 47 56) http://www.thisistheclub.com/

        Günün sözü:Asıl faşizm, iki insan arasındaki ilişkide başlar.” (Ingeborg Bachmann)

        Diğer Yazılar