Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BETÜL MEMİŞ

        memisbetul@gmail.com

        Bu sezonun, en ilginç seyirliklerinden biri olan ‘Oda ve Adam’, bugünkü mevzumuz… ‘Oda ve Adam’ın mevzusu ise hiçbir diyarda ya da alemde, dili, ırkı, dini olmayan aşk! Belçikalı yazar Eric de Volder’in aynı adlı oyun metni üzerinden sahneye taşınan hikâyeyi yöneten, Belçika’da yaşayan Mesut Arslan. 2011’de Türkiye’den oyuncularla (Derya Alabora, Erdem Akakçe, Engin Hepileri ve Nergis Öztürk: bir tiyatro tutkunu başka ne ister, tek kelime ile mükemmel oyunculuklar…) çalışıp, Marguerite Duras ve Oscar van den Boogaard’ın metinlerinden uyarladığı ‘Ve Veya Ya da’ oyunuyla selamını çakan Arslan, şimdi de bildiğimiz yahut en sancılısından bildiğimizi sandığımız bir kavramı / aşkı; hiç deneyimlemediğimiz bir sahneleme tekniğiyle sahneliyor. ‘Ve Veya Ya da’ performansını da seyir alemine eklemiş bir izlek olarak, ‘Oda ve Adam’ı da çok başarılı buldum, öyle ki oyun çıkışı, kafa patlangaçlarımı yeniden harmanladım. Bu arada, oyun dediysem de bildiğimiz oyunlar gibi değil ‘Oda ve Adam’; şiir, edebiyat, tiyatro, video ve enstalasyonu bir potada eriten bir performans. (Es notu: “Bilirsin, mutlu aşk yoktur…” diyen Turgut Uyar’a selam olsun minvalinde; tanımların havada parende attığına inanan bir hatun olarak, aşk kelamında objektif olmak zor, zira oyunu, iki kadın dikize yattık, bir erkek nasıl paslardı tüm bu diyalog hanelerini, orası muamma?! Ama oyunda, önce kadın, sonra da erkek karakterin içini döktüğü söylemlerin frekansı, altı çizilesidir, bilginize!)

        ÇAĞIN ANA DİLİYLE BAKAN EBEDİ ŞÖLEN

        18. Tiyatro Festivali’nde prömiyer yapan ekibin deyişiyle oyun; “Temelde, kadın ve erkeğin birbirini hem tamamlayıcı, hem de yadsıyıcı bakış açılarından ayrı ayrı anlattığı tek bir metne dayanıyor… Kadın, erkek ilişkisine, aşka, yaşanmışlıklara ve yaşanamamışlıklara, çağın ve zamanın ‘ana dili’yle bakan, görsel ve edebi bir şölen…”

        Alt metnine, aşkın günümüzdeki olanaksızlığını fonlayıp, ıskalanmış bir ilişkinin yaşan(a-ma)mışlığının gölgesinde, ortaya çıkan durumu da geniş açı kadrajlayıp, farklı dillerde sorgulamaya çalışan ‘Oda ve Adam’, bu sorgulama haliyle de seyredenlerde, kendi belleğini masaya yatırma hissiyatına sebep oluyor. Hikâyenin kahramanları; bir kadın, bir erkek. Monolog ve diyalogun farklı katmanlarla oyunun içine harmanlandığı ‘Oda ve Adam’, bitmiş yahut bittiği sanılmış bir ilişkinin sonrasındaki hallerinde dolaşarak, ilişki taraflarına yansıyan derin sınırlarda geziniyor. İşte bu dolaşma-gezinme ve iletişim halleri de; oyunu, farklı cepheden bakmaya-görmeye konumlandırıyor, ki bu da en olurundan, seyredenlere görsel ve işitsel bir vaha yaratıyor. Hikâye, bir nevi, tüm anlatım boyunca görünmeyeni gösterme peşine düşünüyor. Adını-sanını bilmediğimiz oyun karakterleri (eski ama eskimemiş iki âşık); sesli, sessiz, içe ve dışa konuşmalarını-söylemlerini ortaya-sahneye bırakadururken, iki sevgilinin, kendileriyle, birbirleriyle ve ilişkileriyle hesaplaşmalarına tanık oluyoruz.

        ODA VE ADAM, ODA VE KADIN, ADAM VE KADIN

        Mesut Arslan’ın öncülüğünde kurulan Theater Onderhetvel’in bir çalışması olan oyunu, en şahanesinden sahneleyenlerse Engin Hepileri ve Nergis Öztürk. ‘Ve Veya Ya da’ hikâyesinde, hayran kaldığım Öztürk ve Hepileri’yi, yeniden ama başka bir şukelalıkta seyretmek ayrıca çok keyifliydi. ‘Oda ve Adam’ın bildiğimiz tiyatro anlatımlarından ve sahnelemelerinden farklı olduğunu bir kez daha yinelemek isterim. Tabii ki bu perspektifte, oyunculuklarına şapka çıkarttığım ikilinin payı da yadsınamaz. Sahici olma halleri ve bu hali, sanki orada, oracıkta yaşanıyormuş diliyle anlatım edaları, takdire şayan! Oyunun; ilginç ve enteresan sahne ve kostüm tasarımı Meryem Bayram’a, hikâyeyi daha da çoğalttığına inandığım ses, ışık ve görsel tasarımı Gürkan Mıhçı, Ozan Akıncı ile Turan Tayar’a, sade fakat heyecanlı dramaturgisi Ata Ünal’a, akça pakça çevirisi ise Şaban Ol’a ait.

        60 dakikalık bir kadrajda, dinleme - seyretme hemhalinden geçilerek, direkt hikâyenin içinde yaşamayı salık veren ‘Oda ve Adam,’ iki kişinin ‘ben ve biz’ olma hallerinden yolunu buluyor. Oyunun bu iki sevgili üzerinden grift ilerlemesi ve sahneden biz izleklere yansıttığı zihinsel ve duygusal enerjisiyse oracıkta yaşama hissiyatını daha sahici kılıyor. Öyle ya da böyle, herkesin aşkı, sevgisi yahut ilişkisi en kıymetli ya da en ulu ya! İşte bu kotadan bakarsak da, bu seven – sevilen hali, sende-bende-onda kısaca herkeste olduğuna göre ‘oda ve adamın’ yahut ‘oda ve kadının’ mevzusunun, balata ayarı da aslında yaşayanın zihnindeymiş. Ya da iyisi mi, unutun tüm bildiklerinizi, gördüklerinizi, rotayı en kısa zamanda, Garajistanbul’da sahnelenen Oda ve Adam’a çevirin!

        İçimden geldi notu:

        O vakit, oyunun hem başlangıcı, hem de sonu olan cümle ile yazıya vedamızı verelim; “En iyisi olan biteni yeniden kurgulamak.” Haftaya veda busemizi ise oyunun yönetmeni Arslan’ın sözleriyle verelim: “Eylem ve Rüya seviştiler ve çocukları ‘Zaman’ doğdu.”

        Diğer Yazılar