Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BETÜL MEMİŞ

        memisbetıl@gmail.com

        Gökte, gökkuşağının üstünde / Yedi renkli Musa’lar / Yedi lambalı, yedi güvercinli / Muhassen’den / Yedi renkli sesler üflüyorlar aşağıya / Aşağıda / Seniha /… Ve gelin telleri, pırlantalı taçlar / Sedef kakmalı bir tramvay geçiyor yakınımızdan / İnce bir org sesini sürükleyerek / Benekli bir örtü çekiyor üstüne dünya / Hepimiz kayboluyoruz.”

        Üstat (Edip Cansever), ‘Düş’ adlı şiirinde, böyle ayar veriyor kaybolmayacağını düşünüp de, ortalığı revan edenlere… Zaten o değil miydi, ‘Ne gelir elimizden insan olmaktan başka’ diyen! (İçimden geldi notu: Son sansürleme olayından dolayı üstada tadında bir selam çakayım istedim.) Yer: İstanbul… Saat: Zamansız… Zaman: Mekânsız… Güzergah: Bir erik ağacı altı… Masada, vermut ve Edip Cansever şiirleri… Radyoda da soul sendikası frekansı…Ve mail’ime düşen mesaj: ‘O zaman sana, Cemal Süreya ile cevap vereyim; ‘Kırmızı bir atkı al sade / yalnızlığını saklar. Edip Cansever okuma bu mevsim, ruhunu sakatlar.’ Şimdilik devam!

        TİYATRO BOĞAZİÇİ’NDEN ‘KARŞILAŞMA/LAR’

        Dün, bugün ve yarın olan, üç günlük ömür sayacımızda, bugünkü mesaimize; Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) Tiyatro Boğaziçi’nin yeni oyunu ‘Karşılaşma(lar)’ ile başlıyoruz. 1995 yılından bu yana, pek şahane işlere imza atan ekip, bu defa da biz izleklerin algısını havalandırmayı başarıyor. Hem de öyle büyük argümanların ve jargonların içine -altına sığınmadan, dosdoğru! (Bu dosdoğruluk, altı çizilesi şekilde kıymetlidir, o minvalde de değerini bilelim!) Tiyatro tutkunlarının, ilk kez, 18. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında dikize yattığı ‘Karşılaşma/lar’, 22 oyuncu / dansçı tarafından sahneleniyor. Metin, müzikal düzenleme ve icra, koreografi, reji çalışması, dekor, kostüm, aksesuar, görüntü, ışık, ses sistemi, İngilizce çeviri gibi birçok alanda BGST üyelerinin çalıştığı oyunun, proje danışmanlığını Ömer F. Kurhan ile Metin Göksel üstleniyor. Teatral anlatımın yanında, dans ve müziklerle daha da çoğaltılan oyunun müziklerinde, BGST’nin Kardeş Türküler ve Bajar gibi projelerinde yer alan Vedat Yıldırım, Orçun Yıldırım, Birgül Serçe ve İbrahim Odak’ın imzası bulunuyor.

        TÜRKİYE’NİN 10 YILIYLA YÜZLEŞME / POLİTİK TİYATRO

        Karşılaşma/lar, Türkiye’nin son 10 yılının dökümanterini fotoğraflamış. Bu dökümanter fotoğraflamasını ise, son 30 yılın, Türkiye haritasının dinamikleri üzerinden paslıyor. Naçizane fikrim; Oyunculuklar, müzik, kostüm, metinin ve argümanların hikâye ediliş hali, kısaca her şey yerli yerinde. Lakin bu dikize yattığımız belgesel formlu politik tiyatro; bir ülkenin 30 yıllık boyutunda, son 10 yılını algılatma halinde olunca, tek potada beyine nüfuz ettirmek, ilk başta ‘us’ta karışıklık yaratıp, mesaj sersemliğinde sarsıcı olabiliyor, bilginize! Ve ben, ilk defa bir tiyatronun eğip-bükmeden, bodoslama, ‘ey insanlık, işte ortaya çıkan malzememiz bu’dur, dediğine şahit oluyorum. Bu şahitlikten pek mesudum orası ayrı ama, bilinen fotoğrafı karşımda görmek sanırım, canımı acıtıyor. Nasıl olmasın ki, 33 yıldır bu devaju-nun tanığıyım ben de… 80 öncesi bir dayanışma olarak öne çıkan gecekondulaşmanın (örnek Ümraniye), 80 sonrası köşe dönmeciliğiyle ticari bir kazanca dönüşmesi, el değiştiren sermaye, siyasetin sermayeyle doğrudan ilişkisi, sınıf çelişkisi, Kemalistler, beyaz Türkler, apolitik gençler, antikapitalist Müslümanlar, Kürt ve Karadenizli işçi atışması-gerilimi, 28 Şubat, polis baskınları, cemaat yapılanması, bu yapılanmanın burjuvaya yansıması, yeni markalar-isimler yaratması, iş kazaları, baş örtülü öğrenciler, derin devlet ve ‘mış’ gibi yapan derin aileler… Gelelim, maksat tiyatro cephesinde, neler oluyor minvalindeki dökülmemden sonra, Tiyatro Boğaziçi’nin muhabbetleri gani ekibinden size kalan kelama…

        KEMALİST, MUHAFAZAKÂR VE SOSYALİST

        * Karşılaşma/lar’ın yaratım süreci ve esinlendiğiniz kaynak nedir?

        Güncel ve bugünü anlatan bir oyun çıkarmayı istedik. Türkiye’de ciddi bir değişim var, her geçen gün şahit olduğumuz… Hal böyle olunca da bu gördüklerimizi-yaşadıklarımızı-öğrendiklerimizi, sahneye taşıma ihtiyacı doğdu. Bu bakımdan da doğrudan bugünü anlatan bir oyun olması önemliydi bizim için. Algıladığımız hakikati, dans ve müzik eşliğinde, sahneye taşımaya çalıştık. Esinlendiğimiz şey ise; Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı eseriydi.

        * Oyunun konusundan ve kahramanlarından bahsedelim?

        Oyunda, 2000’li yıllarda yaşanan ve toplumun farklı kesimlerinde, büyük etkilere sebep olan geçiş sürecini sahneye taşımaya çalıştık. Yaşanan toplumsal dönüşümün farklı kesimlerden insanlar üzerinde yarattığı, kırılma ve çelişkilere odaklanarak, farklı hayatlarda salınan üç kardeşin, birbirleriyle kesişen hikâyesini ele aldık. Merkezimize ise; Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkıya bağlı, inşaat sektörünün eski duayenlerinden Rauf Yıldırım’ın, estetik cerrahı oğlu Mehmet, İslami değerlerle yetişmiş, ‘iş kadını’ ablası Sümeyra ve ‘sosyalist mücadeleden gelen’ inşaat ustası kardeşi ‘talihsiz’ Salih’i yerleştirdik. Bir de önemli bir figür olan Emekli Albay Şerafettin var.

        * Malum, fotoğrafını gösterdiğiniz kadraj, biraz bıçak sırtı gibi, otosansür uyguladınız mı?

        Bizi, biraz da bu konjonktür bu kadar açık sözlü olmaya itti. Bir devrin tam kapandığı dönemde, bu oyunu kurmaya başladık. Hareket noktamız da, oyunun hikâyeleşmesinden itibaren AK Parti’nin devletleşme aşamasını noktaladı ve artık devlet oldu kısmıydı. 10 senelik sürece de, devir teslim töreni gibi bakabiliriz. Ama o noktadan itibaren de dilini çok fazla değiştirdi. Seçim ve referandum hazırlıklarından sonra giderek sertleşmeye başladı. Baskı çok daha görünür ve hissedilir hale geldi. Bizim için de bazı şeylerin daha açık sözlü söylenmesi gerekiyordu. Oyunun yaratım aşamasıyla da bu durum çok fazla örtüştü. Bu da dramaturji ve dilimizi etkiledi, tabii. Dikkat ettiğimiz durumlar ise; ‘insan hikâyelerinden yola çıkacağız ve bunlar gerçekçi olacaklar. O yüzden de ajit propa kaymayacağız ve karikatürize etmeyeceğiz’di. İronik bir hikâye karşımızdaki; Kemalist bir aile geleneğinden gelen bir adamın, biri sosyalist, diğeri muhafazakâr olan kardeşlerini araması… Kısaca, bütün resme şöyle bir baktığımızda söyleyebileceğimiz: Herkesin malumudur ki, Türkiye’de, Kemalist devlet paradigması artık sona erdi ve yerine, ılımlı İslam modeli denen, bir devlet anlayışı yerleşti. Ve bu da neoliberal bir ideoloji ile birlikte el ele gidiyor. Bu dönüşümün izlerini, pek çok alanda görmek mümkün: Eğitimden sağlığa, spordan sanata, aynı dönüşümün açtığı yarılmaları gözlemleyebilirsiniz.

        KISACA PARANIN DİNİ-İMANI YOK!

        * Oyunda, sosyalist Salih karakteri, diğer karakterlere nazaran daha yumuşak söylemde gibi… Hikâyenin oluru mu öyleydi, yoksa çekinceniz mi vardı?

        Açıkçası böyle bir çekinme ya da çekince hissetmedik, yaratırken de, oynarken de. Muhafazakârları o sahneye çıkarırken ya da sosyalist Salih’i konuştururken kısaca; meseleyi ortaya koyarken, derinlikli ama çelişkilerini göstererek, alaya almadan ve olduğu gibi ele alalım derdindeydik. Birilerinin çıkıp da; “Siz ne yapıyorsunuz” diye soracağını düşünmüyoruz. Ayrıca Tiyatro Boğaziçi’nin geçmişinde, politik tiyatro yapma geleneği var zaten.

        * Diğer yaşananları geçtim, son olarak ‘Zengin Mutfağı’ adlı oyunla iligli mevzuyu hatırlarsak, söyledikleriniz, biraz iyimser kalmıyor mu?

        Bizim yaptığımız belgesel tiyatro. Sahnede seyrettiğiniz, Türkiye’nin son 10 yıllık tarihi… Tabii ki birileri, yanlış anlayabilir ya da rahatsız olabilir. Bizler, anlatmak ve tiyatro yapmak derdindeyiz. Duygusal yaklaşımlar olacaktır. Öyle bir yaklaşım geldiğinde de sorarız. İkna edici ise revize ederiz.

        * Oyunun finali, istediğiniz gibi bir son muydu? Her hikâyede bir kazanan yahut kaybeden olur ya… Sanki burada her şey aynı kaldı da sadece adlar, renkler değişti gibi…

        Öyle olması gerekiyordu. Çünkü bir uzlaşma var, olacaktır da. Kimler uzlaşıyor ama mesele bu… Finalde onu yapmaya çalışıyoruz. O eski dönemin zenginleri, yerini yeni dönemin zenginlerine bırakıyor. Yeni gelende ve eski gidende bir uzlaşma söz konusu. Oyunun derdi, doğru öngörülerde bulunmak; biz bu oyunu, 2012’nin Mayıs ayında, yaratma ve sahneleme aşamasındayken, operasyonlar, KCK ve Ergenekon devam ediyordu. Şimdi ise gelinen noktaya baktığımızda, tablo değişti. Bla bla büyük markalar, otoyol ya da inşaat ihalalerine birlikte-ortak giriyorlar. Kısaca, paranın dini-imanı yok! Oyun da, Türkiye uzlaşacaktır öngörüsüyle bitiyor. Ama şunu açık sözle söylememiz gerekiyor, geçiş süreci dediğimiz şey, oyunda da göstermeye çalışıyoruz; devletin kurucu ideolijisi Kemalist paradigma yer değiştiriyor, yeni bir ideoloji ile… Bu da ne: Ilımlı İslam modeli. Biz de bu geçiş sürecindeki bir aileyi anlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca mevzu dediğimiz şey, mikro değil, küresel dönüyor. Değişim içindeyiz. 10 yıl sonra da başka bir şey olacak.

        İSLAMİ KESİMİ ELEŞTİRME GİBİ BİR DERDİMİZ YOK

        * Oyunda örneklenen Ümraniye serüveninden bahsedelim? Amaç, tablonun alt metnini okutabilmek adına mı Ümraniye oldu? Ve başka ‘Ümraniyeler’ var mı?

        Aslında belgesel tiyatro yaparken ya da kurmaya çalışırken, bu ülkenin tarihini aldık biz. Araştırma yaptık, filmler, kitaplar, gözlemler… En başta söylemek gerek ki, biz de bu sürecin içinde yaşayanlarız zaten. Ayrıca Ümraniye hikâyesi, alternatif akademisyenlerin de üzerine çalışma yaptığı bir durum, oralardan da yararlandık. Ümraniye fotoğrafı, şimdi gelinen noktanın, kalesi gibi… Bu adres Konya da olur, Sultanbeyli de… Ama bizim ailenin hikâyesi Ümraniye’de başladı.

        * Eleştirmek ya da dikize yatırmak istediğiniz mevzu nedir?

        Bizim ve hikâyenin, ılımlı İslami kesimi eleştirmek üzerine bir derdi yok! Bizim derdimiz neoliberalizm denilen mefhumdu... İçine, İslami kesimi de katıyor, Keamlist ve sol kesimi de. Farklı odakları alıp, harç gibi döndüren bir şeyden bahsediyoruz... Biz, daha insani hayatları-durumları göstermek istiyoruz. Yani bu neoliberalizmin içinde yer alan-yaşayan abla - erkek kardeş, anne - kız ve baba - oğul ilişkisi gibi…

        BU DÖNEMİN KENDİ LİTERATÜRÜ OLUŞTU

        * İslami jargonu nasıl çalıştınız da sahneye uyarladınız? Zira bu sadece gözlemleme olamaz!

        Bunun üzerine epey çalıştık. Zengin muhafazakârlara doğrudan bir gözlemimiz yoktu, ama birlikte olduğumuz-aynı ortamları paylaştığımız bazı arkadaşlarımızın ailelerinde, muhafazakârlar vardı. Anti kapitalist Müslüman arkadaşlarımız var, oranın argümanlarını, neye ve nereden karşı çıktıklarını konuştuk-paylaştık. Zaten bu dönemin kendi literatürü oluştu ve hatta gelişti. Aslında oralar dediğimiz ve bizim önümüze konan, bir sürü hayat var. Yanınıza bakınca da gestusu görüyorsunuz. Oralardan beslendik.

        * Peki, Tiyatro Boğaziçi, Karşılaşma/lar’dan başka nelerin peşinde bu aralar?

        Karşılaşma/lar’ devam edecek ve turneye çıkmayı planlıyoruz. Diğer yeni oyunumuz ise bu ay seyricisiyle buluştu; Can Merdan Doğan’ın yazdığı, Metin Göksel’in yönettiği; ‘Biz Küçükken Babamla Oyunlar Oynardık’. Bunların yanı sıra ‘gençlik tiyatrosu serisine’, ‘Molière Efendi’ ve ‘Selam Sana Shakespeare’den sonra, Türkiye’den bir yazarla, Musahipzade Celal ile devam ediyoruz. Oyunumuzun adı da ‘Musahipzade ile Temaşa’.

        Kadın temalı oyunlarımızdan ‘Bir Kadın Uyanıyor’ ve ‘Otobüs’ vardı biliyorsunuz. ‘Bir Kadın Uyanıyor’un, 8 Mart’ta sahnelenmek üzere, karma versiyonunu hazırlamaya çalışıyoruz. ‘Otobüs’ ve ‘Eleniden Mektuplar’ bu sezon da sahnedeler. Tüm bunlar Maya Sahnesi’nde düzenli bir takvimde yer alıyor. Bir de dansçı arkadaşlarımızın ilk defa geçen yıl sahnelediği, üç bölümden oluşan ‘Ucube’ adlı dans gösterisi var. 2 yıl önceki heykel yıkılma meselesinden yola çıkarak hazırlanan bir gösteri bu da. Prodüksiyonlarımızın yanı sıra basılı dergi olarak ve internet ortamında paylaştığımız Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi’nden de bahsetmek gerekir. Mimesis’in en önemli misyonu, Türkiye tiyatro ortamında, eksikliği şiddetle hissedilen kuramsal çeviri ve araştırma faaliyetlerine, uygun bir zemin oluşturmak ve bu konuda bir paylaşım platformu kurmak… Bu dergide, es geçilen bir çok tiyatro haberini paylaşıyoruz, tiyatro meraklılarıyla. Mesela, biraz önce Zengin Mutfağı dedik ama şimdi birçok insan, Anadolu’da hangi oyunun, ne zaman sansürlendiğini-yasaklandığını bilmiyor… İşte BGST olarak Mimesis sayesinde, bu tür bilgileri paylaşmamız ve yaymamız çok daha hızlı oluyor.

        AKP NEOLİBERAL POLİTİKALARIN EYLEMCİSİ POZİSYONUNDA

        * Son olarak tiyatroya dair söylemek istediğiniz ve bunu da paylaşalım dediğiniz?

        Bağımsız tiyatro ya da bağımsız sanat yapmaya çalışmak biraz çılgınlık gibi bir şey. Bir salon işlettiğinizde yahut buna benzer durumlarla uğraştığınızda, sanat yapabilmek daha da zorlaşıyor. Gönül ister ki ‘sadece sanat’ yapabilmek, daha kolay olsun! Ama ne yazık ki… Sivil toplum ve dayanışma ağları kurmak ya da alternatif yollar bulmak bizim sorumluluğumuzda fakat orada da bir hareket yok. Belediyelerin ciddi imkanları var ama düzgün tiyatro yapıp, bir araya gelen örgütlü tiyatrocular yok! Birlik olamıyorlar. Ama dünyada da bu böyle; tiyatrocular örgütlenemiyor. Belediye yahut devlette, düşünün ki tiyatrocu olmayan insanlar atanıyor üstlerine, yani orada da sorun var. Suçu sadece belediye ve devlet tiyatrosu oyuncularına atmak haksızlık! ‘Greve gitmeleri lazım’ diye dışarıdan eleştirmek kolay, fakat öyle kolay olamıyor bu işler. Örgütlü duruş gerekiyor çünkü. İşte bu yüzden de şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; biz tesadüfen bu mesleği ve bu oyunları seçmedik. Söylemek değil de yapma biçimlerine bakmak lazım. Ortam çok aydın ve entel görünüyor da, ne kadar müdahale ediliyor ve ortaya iş çıkarılıyor?! Ama ne yazık ki, genel trend kendine dönme… Tüm dünyada neoliberal politikalar; eğitim ve sosyal alanlarda olduğu gibi, sanat alanında da yeni bir devlet-sanat ilişkisi kuruyor. Tüm dünyada devletin sanata yaptığı destek giderek kısılıyor. Türkiye’de de AKP, bu neoliberal politikaların eyleyicisi pozisyonunda… Tüm bunların yanında, sanat adına, biz yine de karamsar değiliz, umutluyuz.

        Karşılaşma/lar künyesi:

        Metin: BGST Tiyatro Boğaziçi

        Reji:Aysel Yıldırım, Banu Açıkdeniz, İlker Yasin Keskin, Özgür Eren

        Koreografi: Banu Açıkdeniz, Metin Göksel, İlker Yasin Keskin

        Özgün Müzik: Birgül Serçe, İbrahim Odak, Orçun Yıldırım, Vedat Yıldırım

        Performans Kadrosu: Aysel Yıldırım, Banu Açıkdeniz, Barış Sezgin, Başak Doğan, Burak Akyunak, Cüneyt Yalaz, Duygu Dalyanoğlu, Fırat Kuyurtar, Gökhan Gökçen, Gülcan Küçük, Hekim Kılıç, İlker Yasin Keskin, Nihal Albayrak, Ömer Ongun, Özgür Çiçek, Özgür Eren, Piri Kaymakçıoğlu, Zeynep Okan

        Işık: Levent Soy, Zilan Kaki, Eser Dilsöz

        Kostüm Tasarımı - Uygulama: Selda Durna, Banu Açıkdeniz, Duygu Dalyanoğlu

        Dekor: Hekim Kılıç, Uluç Esen

        Oyun programı için: 212 251 19 43

        Diğer Yazılar