Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BETÜL MEMİŞ

        memisbetul@gmail.com

        “Bir varmış, bir yokmuş / Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde / Bir kocaman dev varmış /Ağzını açtı mı… İnanmayın çocuklar / Böylesine masallar…” Bundan yaklaşık 20 yıl önce, Bülent Ortaçgil ve Fikret Kızılok’un, TRT’nin ricası üzerine çocuk programına, çocuk şarkıları hazırladığını biliyor muydunuz? Sonrasında, bu tozlu raflarda kalan şarkıları, Kızılok’un oğlu Yağmur ve Ortaçgil, bir 23 Nisan gününde, ‘Büyükler İçin Çocuk Şarkıları’ adıyla gün ışığına çıkardı yeniden. Güne merhabayı çaktığımız ‘İnanmayın Çocuklar’ şarkısı da o albümden… Şarkının girişindeki davudi ses de İsmail Hakkı Demircioğlu’na ait. Zaman, nasıl bir algıysa artık, beni çok eskilere götürdü; çimenin daha yeşil, gökyüzünün daha mavi olduğu günlere… Neyse, bekleme yapmayalım, şimdilik devam! O zaman, Fikret Kızılok’un, bir vakitler dile getirdiği sözleriyle geçiş yapalım, günün tiyatro mevzusuna. Sonrası iyilik, güzellik!

        MEŞHURLUĞUN BİR HASTALIK OLDUĞUNU…

        Fikret Kızılok: “Şarkılarımı kendim yazdım; düşündüm, besteledim, çaldım ve söyledim, bu bütünlüğe inandım. 13 altın plağım oldu. ‘Zaman Zaman’, ‘Yana Yana’, ‘Not Defterim’, ‘Yadigar’ gibi uzunçalar ve de kaset-disklerim. ‘Meşhur’luğun bir hastalık olduğunu bilerek ortalıkta fazla görünmedim, sadece işimi yaptım, şarkılarımı söyledim. Aşk mektuplarımı başkasına yazdırmadım. Soldan doğdum, soldan uyandım, solda oturdum, insan olmanın haysiyetini solda buldum, hep solcu oldum, hep solcu kalacağım. Sebebi gayet basit; insanın soyutlarının ve somutlarının bir bütün olduğudur. Güzelliklerin, kültürün ve sanatın satın alınamayacağıdır. Bir ‘akl-ı evvel’in yaratıp, her şeyin ortasına koyduğuna inanmam. Mistik işlerle uğraşmam. Eni boyu, yukarı aşağıya bütün kavramlarıma, paradoksal bir ikilik koyarak sonsuza doğru buluşmak üzere, diyalektiğe ve ölüme inanmışım. Kendimi, ince ince doğrayan ve uykumdan sıçrayıp uyandıran bir hayatım oldu. Hep onu bekledim. Gelse de onu bekledim. O kadın değildi, o para değildi, o olumsuzluk değildi. O’nu ben de merak ettim, onun için yaşadım, ona koştum ve onu buldum. Ne mi o? Yaşadıkça bulunan o’na tanjant hayatım: şarkılarım...”

        ALPER KUL’UN KALEMİNDEN ‘BARSELO’

        Beyazperde ve TV’de yer aldığı projelerde, enerjisini her daim belli eden, geçtiğimiz sezonun da adından çokça söz ettiren tiyatro oyunu ‘Aut’un yazarlarından Alper Kul’un, ikinci hikâyesi ‘Barselo’, İkinci Kat’ta endam etmeye devam ediyor. Kaçıranlara yahut yeniden seyreylemek isteyenlere, duyurulur!

        İkinci Kat Ekibi’nin sahnelediği metinleri, her daim kafa açıcı buluyorum; ‘aslında, gördüğünüzü sandığınız gibi değil’in altını çizen hareketlerde bulunduğu için. Bu minvalde de belirtmeden geçemeyeceğim: Alper Kul’un kara mizahı, İkinci Kat’ın serin kafa algısıyla birleşince, ortaya şahsına münhasır bir sinerji çıkmış! Seyredilip, hissiyat yaratılır türden. Özgür Özülgün ile beraber yazdıkları ‘Aut’ta, bir grup futbol taraftarının büyüme hikâyesine odaklan Alper Kul, bu defa, Doğu’dan İstanbul’a göç eden bir çocuğun, erkek olabilme hikâyesini dikize yatırıyor. Tabii ki, yine kendi jargonu ve kadrajının esprisinde… İnsanın bildiklerini-gördüklerini-duyduklarını (en fenası, sandıklarını) direkt karşısında seyretmesi yahut şahidi olması, nasıl bir çaresizlikmiş, Barselo ile bir kez daha tecrübeliyorum. Çok uzağında olduğumuzu düşündüğümüz haleti ruhiyelerin, aslında yamacımızdan akıp gittiğini dikizlemek tuhaftı, kabul… Bu tuhaflığı ve kabuliyeti; Kul’un balataları yakan üslubundan ve retinaları ihya eden oyunculuklardan seyretmek ise ayrıca şahaneydi, tebrikler! Zaten mevzu da bu topraklardan çıkma, bir insan yavrusu olan – erkek ve muhabbeti olunca, organlar susuyor da dil aşka geliyordu ya, o minvalde.

        ERKEK OLABİLME YOLUNDA; BARSELO

        Oyun, İstanbul Otogarı’nda, herhangi bir dükkanın bodrum katında geçiyor. Yaklaşık 100 dakika boyunca; tanımadığımız ama belki de çok iyi tanıdığımız Pepe, Jaws, Lapa, Kama, Polianna, Madonna ve Yael’in hayatlarına giriyoruz. Bu isimlerin, sadece isimden ibaret olmadığını, bitmez sandığımız kederlerin-hayatların, kör noktalarda nasılda, son bulduğunu algılıyoruz. Doğu’dan İstanbul’a göç eden genç bir adamın, ‘erkek olabilme’ yolundaki handikabını anlatan oyun; kıyıda, köşede kaldığını düşündüğümüz hayatların kadrajında, iyilerin ve kötülerin sadece masallarda kaldığını, her belleğin derin inceliklerde boğulup-boğdurabileceğinin altını çiziyor. Öğretilmişlikler, kalp sızıları, akıl tutulmaları, hayaller, aşklar, kazanan ve kaybedenlerin olduğu bir hikaye karşımızdaki… Ortaya çıkan fotoğraf ve dertler deryası, hepimizin efkarı diyebilmek, ‘insan’ denilen toplumsal yaratığa, biraz daha yüksünmek için Barselo iyi bir adres.

        Gelelim, Barselo’yu cana getiren perde arkasındakilere; metinin yönetmenliğini, birçok oyunda da efsununu gözlemlediğimiz, yetenekli bir isim olan Eyüp Emre Uçaray, yönetmen yardımlığını Heves Duygu Tüzün, koreografisini Sevinç Gürmen, müziklerini Erkan Kolçak Köstendil, Ersen Kutluk, dekor ve ışık tasarımını ise Ece Öz üstleniyor. Böylesine şiddeti tavan yapan, sinemasal bir metni, -tiyatro sahnesinde- en temizinden dikize yatıran oyunculukları ise; İsmail Karagöz, Hakan Atalay, Musab Ekici, Emre Yetim / Güney Zeki Göker, Elit Çam, Aslı Menaz ve Canan Atalay paylaşıyor. Oyunculukların sahiciliği karşısında, irrite oldum, o derece. Bu nedenle de her bir performansın huzurunda, saygıyla eğiliyorum. Pek hanımefendi-beyefendi izleklerin, yahut ‘aman sende’cilerin’ haz edeceği bir oyun değil Barselo; küfre düştüğünden değil, küfre düşen hayatları açık ettiği için!

        İçimden geldi notu / selam olsun niyetine: En ekiplerimden Sahne Hal’in kıvamında oyuncusu Güney(im) Zeki(m) Göker’i(mi) ‘fena adam’ rolünde dikizlemek, pek iyi gelmedi bünyeme, orası ayrı. Oyun sonrası, gerçeğin hangisi olduğu cephesinde, Güney’in kelamından tırsmadım da değil! Hoş, bütün kötü ve iyi adamları-kadınları, bu şekilde tanımlayan sadece öğretilmiş bilgiler değil mi zaten; bu da bir dilemma. Geçelim, bekleme yapmayalım! Latife ediyorum tabii ama göz ferlerinden-lisanına, tüm bedeniyle oyunda varlığını hissettiren oyuncu Göker, alnındaki terin hakkını sonuna kadar veriyor. Sonra yine Hal ekibinin şukela oyuncusu Canan Atalay… En son, Nur Can Kara’nın ‘Turnike’sinde seyrettiğim küçük kız çocuğu rolünden sonra, burada ‘kadın kadın kokan’ hallerine bayıldım. Gerçeğe düşen haliyle miss olmuş. Göker ve Atalay gibi genç oyuncuların, her geçen gün daha da çoğalan oyunculuklarına şahit olmak, naçizane bir izlek olarak beni mesut ediyor. Şahane bir performans çıkarmışsınız, devam!)

        O vakit, madem kelamımızı Fikret Kızılok ile açtık, kapanışı da üstadın ‘Zaman Zaman’ şarkısı ile yapalım. Haydin selametle! Oyun programı için telefon: İkinci Kat 0 545 462 45 28 / 212 292 32 47

        Diğer Yazılar