Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Bilimde matematikte dünya baştan başadeğişti, ama hukuk ve kuralları zamana ve sonsuzluğa meydan okur gibi kaskatı kaldı.” tiyatrogerçek’in son oyunu “Savunma” avukatı ClarenceDarrow böyle nidalanıyor sahnede… “Savunma” avukatını canlandıransa bugüne kadar birçok karaktere ve edebiyat üstadına can vermiş usta oyuncu Hakan Gerçek… “Van Gogh” ve “Cemal Süreya” gibi sahnelediği başarılı performanslarıyla dikkat çeken Hakan Gerçek, geçtiğimiz sezon Beyoğlu’nda yer alan Maya Cüneyt Türel Sahnesi’ni de sahiplenerek sabit bir adrese geçti… Tiyatro yapmanın gün geçtikçe zorlaştığı ülkemiz şartlarında, Hakan Gerçek ile tiyatro, sanat ve yeni sezonun sürprizleri üzerine konuştuk…

        GÜNÜMÜZDE TİYATRO YAPMAK ZATEN BİR DELİLİK

        2013-2014 sezonu,tiyatrogerçek ve sizin için nasıl geçti?

        Tiyatrogerçek, bu sezon 5 yıl aradan sonra kendi sahnesine kavuştu. Maya Cüneyt Türel Sahnesi'nde hem kendi oyunlarımızı oynadık, hem de konuk tiyatroları ağırladık. Bu bizim için hedeflerimizden birinin daha gerçekleşmesi anlamına geldi. Kendi salonumuzun olması bizi pek çok açıdan rahatlattı ama bir o kadar da zorluklar yaşadık… Sürekli olarak bir sahneyi idare etmek ve orada bir hayat oluşturmaya çalışmak Türkiye şartlarında gerçekten çok zor. Tabii bu arada diğer illere de turnelerimiz oldu. Geçen yıl ve sezonlara baktığımızda seyirci sayımızda bir artış olduğu kesin. Özellikle “Üstü Kalsın” gösterimizin üçüncü sezonunda seyircimiz çok iyiydi. Genel olarak seyirci açısından iyi bir sezon yaşadık. Ancak tiyatromuzun Beyoğlu'nun göbeğinde olması sebebiyle Beyoğlu'nda yaşanan bazı olaylar bizi de etkiledi. Zaman zaman bazı oyunlarımızı iptal etmek durumunda kaldık ama Türkiye gündemi bu sezon yeni başladığımız “Savunma” oyunumuzun ne kadar güncel olduğunu gösterdi. Önümüzdeki sezonda da seyircimizin bizi yalnız bırakmayacağını düşünüyorum.

        “Sanat” ve “Annem Yokken Çok Güleriz” oyunları hariç, tiyatrogerçek hep portreler üzerine hikayelerle karşımızdaydı. Sizi portrelere yönlendiren neydi ve seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?

        tiyatrogerçek'i kurarken çıkış noktamız portrelerdi ve “Van Gogh” oyunu ile başladık. Gerçek yaşamlar her zaman ilgimi çekmiştir. Sanırım seyirci de biyografileri seviyor ve ilgi gösteriyor. Ama bunu istememin asıl sebebi, bir portre anlatırken o kişinin yaşadığı döneme ve olaylara da ışık tutuyorsunuz yani arka planda aslında bir tarih anlatıyorsunuz ve o yaşananlar ışığında günümüzü daha iyi aydınlatabiliyorsunuz.

        Tek kişilik oyunların kolaylık ve zorlukları nelerdir?

        Ben tek kişilik oyun oynamayı bir tür delilik olarak görüyorum. Günümüzde tiyatro yapmak zaten bir delilik. Hele tek kişilik oyunlarla seyirci karşısına çıkmak çok ürkütücü… Ama belki de bir anlamda kendimi var etmemin bir yolu benim için. Tabii ki sizi izleyen seyirciler var, tabii ki arkanızda koskoca bir ekip var ama sahnedeki yalnızlığınız çok fazla ve sığınacak bir tek kendi aklınız ve yüreğiniz var.

        Bu sezon bizleri ne gibi oyunlar ve projeler bekliyor? Ayrıca atölye çalışmalarınız ne durumda?

        Tiyatrogerçek olarak artık atölye çalışması yapmıyoruz. Bunun en büyük sebebi de zaman problemi. Ben zaten konservatuvara hazırlık kurslarına karşıyım. Çünkü konservatuar sınav sistemine karşıyım. Gelecek sezonda “Üstü Kalsın” ve “Savunma” oyunlarına devam edeceğiz. Büyük ihtimalle “Van Gogh”uda tekrar sahneye taşıyacağız. Yeni oyun konusunda çalışmalarımız sürmekte...Salon ve kadro şartları göz önüne alındığında insanın seçeneklerinin daraldığı bir ortam söz konusu... Fakattiyatrogerçekolarak bu sezon yeni bir proje ile seyirci karşısında olacağız. Bununla beraber “Üstü Kalsın” haricinde yeni edebiyat projeleri de geliştiriyoruz.

        ŞİİRİ SÖYLEMEK GEREKİR TIPKI ŞARKI SÖYLEMEK GİBİ

        ‘Hukuk’, ‘adalet’ ve ‘demokrasi’ gibi kavramların, bir zaman sonra nasıl insanların tekelinde değişebileceğinin altını çizen “Savunma” oyununun sahnelenme sürecinden bahseder misiniz?

        Ben “Savunma” oyununu iki sene önce düşünmeye başladım. Ama bu sezon oynadıkça gündem “Savunma” oyunun ne kadar doğru bir seçim olduğunu bana gösterdi. Tabii ki keşke bu kadar güncel hale gelmeseydi ancak ne yazık ki ülkemizde yaşanan bazı adaletsizlikler oyunumuza hizmet etti. Yüzyıl önce Amerika'da yaşanan bütün olaylar, bugün Türkiye'de yaşanmakta. İşçi hakları, sendikalar, ırkçılık, haksız yargılamalar ne yazık ki Türkiye'nin gündemini oluşturdu. Oyunumuzda birebir bunlardan bahsediyor. İnsan haklarını düşünmeyen sistemler mutlaka çökecektir. Oyunumuzun kahramanı savunma avukatı ClarenceDarrow, yaşamı boyunca bunun mücadelesini vermiş. Yani yine burada bir portreyi anlatırken, fondaki tarihi görmek seyircimizi aydınlatıyor ve günümüzle bir bağ kurmasını sağlıyor. Umarım tüm dünya üzerindeki adaletsizlikler ve haksızlıklar son bulur.

        Cemal Süreya’nın hayatından kesitlerin şiirleriyle anlatıldığı “Üstü Kalsın” 2011’den bu yana ful seyirci ile izlenmeye devam ediyor. Sanatseverlerin şiirle arasının iyi olmadığını düşünen bir çevreyi ters köşe eden bir hal bu! Sizce neden bu kadar çok benimsendi?

        Seyirci ne izlerse izlesin inanmak ister. Ve siz bir şeyi sahici kılabiliyorsanız, seyirci size inanacaktır. Hiçbirimiz yapay olan şeyleri sevmeyiz. Benim oyunculuk anlayışımda sahici olmaya dayandığı için ne oynarsam oynayayım buna gayret ediyorum. Bunu başarabildiğiniz oranda da seyirci sizinle bir bağ kuruyor. Ancak şiir bizde genellikle bir hamaset içerir. “Ağır, ağdalı okunmalıdır" diye bir fikir vardır. Oysa şair zaten duygusunu kağıda dökmüştür. Bir de onları siz sesinizle ya da tavırlarınızla oynamaya kalkarsanız o şiir olmaktan çıkar. Yani sizin göreviniz o duyguları güzel bir şekilde aktarmaktır. Yani şiiri söylemek gerektir. Tıpkı şarkı söylemek gibi... Bu benim kendi anlayışım. Elbet tersine inanlar da vardır. Ama başında da dediğimiz gibi seyirci eğer o şiirin duygusunu alabiliyorsa sizden, sizinle bir bağ kuruyor. Elbette şiir okumak çok zor ve herkes için değişik duyguları var. Ben sadece kendi algıladıklarımı seyirciye aktarmaya çalışıyorum. Zaman zaman neden yaptığımı da düşünüyorum. Bazen şiir okumayı bırakmak istiyorum ancak bir yanım da seyircinin ilgisini görünce devam et diyor. Evet dediğiniz gibi sanılanın aksine şiir özellikle gençler tarafından son dönemde çok seviliyor. Şiir kitapların satışlarında artış görüyoruz. Örneğin son dönemde şiir sokakta diye bir olgu çıktı. Bu da bana çok memnunluk veriyor. Ama baskı dönemlerinde böyle şeyler daha çok ortaya çıkıyor. İnsanlar kendilerini bir şekilde dışarı vurmak istiyor. Bunu da ya kendileri yazarak, ya şiirleri paylaşarak, ya da izleyerek gerçekleştiriyorlar.

        Şiir sadece iyi okumakla özetlenecek bir hal değil, şiire sahici bir nefes verme durumu söz konusu sahnede, bu da bir bağla oluşabilir gibi… Sizin şiirle bağınız ne zaman ve nasıl kuruldu?

        Şiirle bağım lise yıllarımdan beri var. Ama sesli okumakla ilgili bağım, 12 - 13 sene önce Atilla ve Mehmet Birkiye'nindüzenlediği İş-Sanat şiir gösterilerinde gerçekleşti ve daha sonra kendi tiyatromda porteler üzerinde çalışırken, Cemal Süreya gösterisini oluşturduk.

        Her bir oyun ya da portre yaratılışındaki hissiyatınızne oluyor? Bugüne kadar sahneye taşıdığınız hikayelerden/oyunlardan hangisi, sizi hiç ummadığınızbir manaya taşıdı?

        Benim en büyük şansım istediğim projeleri yapabilmem oldu. O yüzden oynadığım oyunları çok fazlaayırt edemiyorum. Ya sahnelediğim kişinin şahsıyla ya da dönemiyle alakalı bir şeyler beni çektiği zaman ve bunlar benim bu dünyayla olan derdimi karşıladığı zaman sahneye taşıma ihtiyacı hissediyorum. Bu dert insan hakları da olabilir, bir ressamın çalışma gücü de olabilir, bir şairin hayal dünyası da olabilir... Ama yine de “Van Gogh” ilk göz ağrımdır.

        Sahnelediğiniz oyunlar arasında, seyirciden aldığınız enteresan bir tepki-etki var mı? Bu bağlamda datiyatgerçek’in anlatmak istediği derdi nedir?

        Tabii ki her oyunumuz beğenilecek diye bir şey yok. Bizim işimizde de inişli çıkışlı bir grafik çizebilirsiniz. Genellikle oyunlarımıza bizi izlemek isteyen seyirciler geliyor, tercih ederek... Tabii ki beğenmeyenler de oluyor. Ama bugüne kadar tiyatrogerçek'te yaptığımız oyunlar içerisinde anlaşılması en zor olan oyun “Annem Yokken Çok Güleriz”di. Çok güncel bir konuyu karmaşık bir şekilde anlatıyordu ama Türkiye'de bu oyunu ilk defa biz sahneledik ve seyircinin algısını biraz daha genişletmek istedik. Bazı seyircilerden olumsuz tepkiler de aldık ancak bunlar bizim içerimizde çok normal karşılanır. Bizim derdimiz;insanın tüm duygularını sahnede sahici bir şekilde anlatmak ve gerçekleri değişik metotlarla seyirciye sunmaktır.

        TİYATROYU ORTADAN KALDIRMA ÇABASI TEK KELİMEYLE BİR FACİA

        Cüneyt Türel Maya Sahnesi artık tiyatrogerçek’in sahnesi oldu; süreci anlatır mısınız? Özel tiyatroların ayakta kalması gittikçe sıkıntı içine girerken, bir mekanı ayakta tutabilmenin zorlukları neler?

        Biz Maya Cüneyt Türel Sahnesi'nde zaten önceki sezonlarda ayda iki üç kere kiralayarak oyuyorduk. Bizden önceki salonun işletmecisi arkadaşlarımız salonu bırakmak istediklerini söylediler. Biz de mekanın asıl sahibi olan sevgili Metin Deniz ile iletişime geçtik ve salonu işletmeye başladık. Elbette salonu tekrar elden geçirilmesi, ekipman temin edilmesi ve seyirciye uygun bir hale getirilmesi büyük bir zamanımızı aldı. Ama bütün bunları tiyatrogerçekekibi olarak büyük bir ilgiyle gerçekleştirdik. Çünkü bu benim için hep hayal ettiğim bir şeydi. Tüm özel tiyatrolar gibi biz de hiç kimsenin desteği olmadan ayakta kalmaya çalışıyoruz. Sonuçta burası bir işletme ve burada çalışan, buradan hayatını idame ettiren insanlar var. Salon giderleri, çalışanların ihtiyaçları, sigortalar ve daha birçok masrafı göğüslemek zorundasınız. Bu masrafları sadece oyunlarla karşılamak maalesef mümkün değil. Ben de birçok tiyatro işletmecisi gibi dışarıdan yaptığım işlerle kazandığım paralarla tiyatroyu ayakta tutmaya çalışıyorum. Yani kendi kendimin sponsoruyum diyebiliriz. Burada söylenecek tabii ki çok söz var ancak söylenecek en önemli söz; seyircilerin tiyatroyu daha çok merak etmeleri, ilgi göstermeleri ve devletin bir takım kurumlarla tiyatrolara destek sağlaması. Bu işin özel bir iş olduğunu ve bu işi yapanların özel insanlar olduğunu anlamaları gerekiyor.

        TÜSAK’ın son durumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Devletin ve belediyelerin, tiyatro ve aslında sanata karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz, neler yapılabilir bu halin değişmesi için?

        Uzun bir zamandır, devlet ve şehir tiyatrolarının yapısını değiştirme ya da ortadan kaldırma çabaları var. Tabii ki TÜSAK ile ilgili kesinlikle olumlu bir şey düşünemiyorum. Bir kurumun yapısı değiştirilirken önce o kurumu çok iyi tanımaları gerekir. Bu işten hiç haberi olmayan, sanatla ilgili her hangi bir çabası olmayan insanların bu tip düzenlemeler yapmaları çok saçma. Kaldı ki devlet ve şehir tiyatroları çok eski geleneği olan tiyatrolar ve Türkiye'de yıllardan beri seyirci yetiştirmişler. Bu kurumlarda iç düzenlemeler elbette olabilir ve yapılmalıdır da ancak bu kurumlar akademisyenlerden ve sanatçılardan oluşmalı, bürokratlardan değil. Tiyatroyu ortadan kaldırma çabası tek kelimeyle bir facia. Özel tiyatroların durumu Türkiye'de ortada... Kendi kendine yetmeye çalışan bu gruplar tiyatroyu yaşatmak için büyük bir çaba sarf ediyor. Bu aşamada en çok desteği özel tiyatrolara belediyeler ve üniversiteler vermeli. Ama ne yazık ki birkaç belediye ve birkaç üniversite dışında tiyatrolara destek olan üniversite ve belediye pek fazla yok. Belediyeler bütçelerinden özel tiyatrolara katkı sağlayabilirler. Oyunlarını satın alabilirler, salon tahsis edebilirler... Tek bir insan sayesinde yürüyen bu işlerde yine o bir insana ihtiyacımız var. Yani belediyelerde ve üniversitelerde sanatı seven, tiyatrolara kucak açan, idareciler gerekli. Ancak baktığınız zaman pek çoğunun bu işle uzaktan yakından ilgileri ve bilgileri ne yazık ki yok.

        Yıllardır sorulan bir soru: “Tiyatrocular neden bir türlü bir araya gelip, sorunlarını çözemiyorlar?” Sizce imece neden olamıyor, bu sadece egoyla açıklanacak bir durum değil gibi, neredeyse tiyatro tarihimiz ile eş güdümlü, bir kuyunun içerisinde debeleniyor gibi?

        Tabii ki Türkiye şartlarında her tiyatro kendi alanında var olmaya çabalıyor. Ne yazık ki örgütlenme sağlanamıyor. Bunun sadece tiyatrocuların bir araya gelmesiyle ilgilisi yok. Yasalarınızın da bu konuda size hizmet etmesi gerekir. Ülkemizde sadece tiyatro değil, birçok alanda örgütlenmelerin önü kesilmekte. Bu tabii ki tiyatrolara da yansımakta... Ama tabii ki bunda biz tiyatrocuların da çok büyük ihmalleri var. Hepimiz kendi tiyatromuzun ayakta kalabilmesi için çaba sarf ediyoruz ve bir araya ne yazık ki gelemiyoruz. Son dönemde kurulan alternatif sahneler bir anlamda bunu daha iyi başardılar. Umarım tüm tiyatro yapısına yansır.

        Türkiye tiyatrosunun sorunu nedir sizce ve neler yapılabilir?Yeni dünya diyalektiğinde, tiyatronun hangi koşulları çözmesi gerekir?

        Türkiye'de çok yetenekli oyuncular ve yönetmenler var. Son dönemde yeni biçimler denenmekte. Teknolojiden daha çok yararlanılmakta… Ancak tabii ki bütün bunlar maddiimkanlar çerçevesinde oluyor. Devletin ve özel sektörün tiyatrolara çok daha azla katkıda bulunması gerekir. Ama bu da sanırım toplumdaki sanat sevgisiyle ve bilinciyle gerçekleşecektir. Siz toplumunuza böyle bir bilinç aşılamadıktan sonra şartlar çok daha zorlaşıyor. Tiyatronun bir ihtiyaç olduğunun düşünülmesi gerekiyor, lüks değil. Bu da sizin toplumunuzda insana verilen değerle doğru orantılı sanıyorum. Etrafınıza baktığınızda hiçbir konuda insanın değerli olduğunu görmüyorsunuz. Klişe bir eğitim sistemiyle çocukları küçük yaştan itibaren eğitiyorsunuz, yaratıcılıklarını geliştirmiyorsunuz, sanat sevgisi vermiyorsunuz, sonra da bütün bunların sonucunda da tiyatronun ve diğer sanat dallarının yayılamadığını görüyorsunuz. Bunun için bu işten anlayan yöneticiler, sanatı seven ve sanatın bir gereklilik olduğunu düşünen yöneticiler gerekir. Tiyatronun gelişmesi için elini taşın altına koyan birçok tiyatrocu arkadaşım var. Özellikle son dönemde genç arkadaşlarımı bu yönde çok takdir ediyorum ve bu da ileriye dair umutla bakmamı sağlıyor. Herhalde en önemli şey işinizi yılmadan, sabırla iyi yapmaya çalışmak...

        GEZİ’DEN SONRA KALİTELİ BİR GENÇLİK OLDUĞUNUN FARKINA VARDIM

        Gençlerin başı çektiği yeni oluşum tiyatroları nasıl görüyorsunuz ve bazı üstatların bu gençlere karşı olumsuz tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Ben genç tiyatrocu arkadaşlarım için çok olumlu düşünüyorum. Zaten Gezi olaylarından sonra ne kadar kaliteli bir gençlik olduğunun farkına da vardım. Hepsi pırıl pırıl, barışçıl, aydınlık insanlar. Bazı üstatların olumsuz yaklaşımlarını olumsuz görüyorum.

        tiyatrogerçek; “Sanatımız, gözümüzün gerçekle kamaşmasıdır.Geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışıktır gerçek, başka bir şey değil” diyen Kafka’nın sözüyle merhabasını vermişti 2008 yılında… O günden bugüne neler değişti?

        Altıncı senemizdeyiz. Bu altı senede güzel şeyler üretmeye çalıştık. Söylemek istediğimiz cümlelerimiz var. Bir derdimiz var. Onu anlatmaya çalışıyoruz. Zaman geçtikçe işimizi daha da iyi yapmamız gerektiğine inanıyorum.

        Sanatın bir dalını icra eden üstatlardan biri olarak ülkede yaşadığımız olaylar hakkında ne söylemek istersiniz? Umut var mı sizce?

        Umut elbette ki var. Ülkenin şartlarına rağmen hala tiyatro yapmaya çalışıyorsak, hala gençler yeni yeni oluşumlar içine giriyorsa bunu hepimiz içinde yaşadığımız topluma katkıda bulunmak için yapıyoruz. Tabii ki koşullar olumsuz ama ne olursa olsun bizim işimiz bu ve sonuna kadar da bu alanda çabamızı sürdüreceğiz.

        Son olarak geçen yıl hangi oyunu ve oyuncuyu hafızaya aldınız?

        “Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince” adlı oyunda Esra Bezen Bilgin'i çok başarılı buldum.

        Diğer Yazılar