Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        11 ile 20 yaşımın arası Karaköy’de geçti... Karaköy o zamanlar şimdi olduğu gibi entel-dantel mekânı değildi...

        Okuldan çıkınca servislerin beklediği Galata Kulesi’ne doğru yürürdük.

        Yol boyunca mobilya atölyeleri vardı.

        O yolda popomu elleyen kaç adam oldu, ben hangilerini kovaladım, hangilerinden kaçtım ödüm patlayarak hatırlamıyorum... (O adamların popomu elleme hakkını kendilerinde görmelerinde benim hiç suçum yoktu.)

        Sonraki senelerde servisi bırakıp vapurla gidip gelmeye başladım.

        Vapurdan çıkar okula yürürdük.

        Okul etekli, sırtı çantalı kızlardık.

        Tam okulun kapısına çıkacakken bir ara sokaktan geçerdik.

        İşte o sokakta bir adam beklerdi bazı günler. Karşıdan geldiğimizi görünce açardı pantolonunu, bize doğru gelirdi...

        “Lütfen gidin...” dediğimi hatırlıyorum, başka ne yapacağımı bilmezdim.

        Biz okul yönetimine, okul da polise haber verirdi.

        O sokağa bir nöbetçi koyarlardı, adam görünmezdi...

        Sonra o nöbetçi bir gün gelmeyegörsün, adam o çirkin ifadesi ve açık pantolonundan dışarı çıkardığı organıyla bitiverirdi yine yolda.

        Saat sabahın 7.30’u olurdu. (O adamın, sabahın o saatinde kendini teşhir etmekten hoşlanıyor olması ne benim, ne de arkadaşlarımın suçuydu.)

        Bir sevgilim vardı...

        Okuldan beraber dönerdik bazen vapurla. El ele otururduk yol boyunca.

        Bir adam bir gün karşımıza oturmuştu.

        Birkaç dakika sonra bize bağırmaya başladığını hatırlıyorum.

        “Namussuzlar, saygısızlar, gidin buradan” diye...

        Neye uğradığımızı anlamamıştık.

        El ele tutuşmamız namussuzluktanmış, mütedeyyinin görevi böyle durumları gördüğünde engel olmakmış...

        Kaçmıştık o adamdan. (Suçumuz el ele tutuşmaktı.)

        Ömrüm yollarda geçti ya; minibüste kalan son kişi olmamaya dikkat ettim hep.

        Biri mi söylemişti, ben mi korkak tabiatlıydım bilmiyorum.

        Son inenle iner, yürürdüm evime kadar.

        Sonra hayat alanımı çok daralttım ve ezbere bildiğim yerlerin dışında bir yere gidip gelmez oldum.

        Hâlâ tanıdığım duraklar haricinde taksiye binmekten korkarım.

        Sahi ya, ben korkmuştum yıllarca tanımadığım bir adamla bir aracın içinde olmaktan, kulağıma müzik takıp da sokaklarda dolaşmaktan (her an, her sesi duyabilmelisin çevrende olan), gece ise ıssız sokaklardan geçmek zorunda kalmaktan, otobüsteysem arkamı sağlama alamamaktan...

        Güvende hissedememiştim kendimi bu şehrin sokaklarında ne gündüz ne gece.

        Elimde anahtarımı tutardım.

        Birinden duymuştum...

        “Biri sana fazla yaklaşacak olursa anahtarını göz çukuruna bastır, kaç” demişlerdi...

        Senelerce anahtarım elimdeydi...

        Ondan medet umdum. Çok üzgünüm Özgecan... Çok üzgünüm!

        Diğer Yazılar