Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çocuğunuz büyüdüğünde nasıl bir insan olsun sorusuna ailelerin çoğu: “Mutlu bir çocuk” diye cevap veriyorlar. Peki mutlu insan nasıl olunur? Ya da sadece mutlu olsun demek onu bütün üzüntülerden, bütün hatalardan, bütün korkulardan yani başına gelebilecek bütün negatif duygu ve deneyimlerden korumak mı demek? Üzüntüsünü yaşamayan insan mutlu olabilir mi? Duyguların pozitif olanlarını seçip negatif olanlarını devre dışı bırakabilecek bir düğme var mı?

        Mutlu çocuk biraz yanlış anlaşılmış bir kavram kanımca. İstediği her şeyi hemen elde eden, arkadaşıyla kavga ettiğinde annesi tarafından kurtarılan, “Sıkıldım” dediğinde hemen bir oyuncak alınan, kuralsız bir çevrede büyüyen çocuklar mutlu mu olurlar? Aklıma “Çarli’nin Çikolata Fabrikası”ndaki şımarık kız geliyor. Her şeyi hemen şimdi, şu anda isteyen, bu istekleri anne ve babası tarafından hemen karşılanan kız çocuğu, filmdeki en sinir bozucu, en öfke nöbetlerine yatkın ve hatta en mutsuz karakter belki de...

        Uzay doğduğundan beri bir insanın hayattaki duygu durumunun temellerinin nasıl atıldığına dair ciddi bir merakım var. Bu merakla onlarca çocuk yetiştirme kitabı okuyor, uzmanlarla ve bu konulara meraklı diğer annelerle konuşup duruyorum. Bu merakla 3 yıldır psikoterapi alıyorum. Bu kadar zamanda öğrendiğim çok önemli birkaç şey var...

        Bunlardan biri duyguların bütüncül bir paket olduğu. Öfkeyi, hayal kırıklığını, üzüntüyü, korkuyu devre dışı bırakmaya çalıştığında bunların karşıt kavramları da çalışmamaya başlıyor. Yani üzüntüsünü reddeden insan mutlu olamıyor ya da hayal kırıklığını yaşamayan insan coşku duyamıyor...

        Bir diğeri anne babanın söylediklerinin değil davranışlarının çocuğa model olduğu hakikati. Yani mutsuz, tedirgin, endişeli, duygularıyla başa çıkamayan, kendi ihtiyaçlarını gözetmeyen anne babalar çocuğuna hayatı nasıl yaşayacağını kendi yaşantısıyla örnekliyor.

        Anne baba kendi duygularını tanımıyor, onları regüle edemiyorsa çocuğunun duygularını da taşıyamıyor. Çocuk öfkelendiğinde ya da hayal kırıklığına uğradığında hemen bu hislerden kurtulmaya çalışılıyor. Kimi zaman dikkatini başka yere çekerek, kimi zaman rüşvetle, kimi zaman bu duyguların küçümsenmesi yoluyla... Böylece çocuk bazı duyguların kabul edilemez, onaylanmaz, derhal defedilmesi gereken kavramlar olduğu bilgisiyle büyüyor. Ağladığı zaman hemen susturuluyor, üzüldüğü zaman çikolata, şeker veriliyorsa bu çocuk hayattaki durumlarla başa çıkmayı nasıl öğrenecek? Muhtemelen hayatı boyunca her üzüldüğünde kendini buzdolabının önünde bulan bir yetişkin olacak.

        Bir diğer sıkıntılı kavram ise kurallar. Biz bir şekilde kuralların, ailenin otoritesinin çocuğa zarar bir şey olduğuna inanmışız. Kural deyince ödümüz kopuyor. Oysa kurallar çocuğun kendini güvende hissetmesinin, çevrenin ve insanların ve hatta kendinin sınırlarını algılamasının yegâne yolu. Belli bir ortamda kuralları net koyulmayan çocuklar genelde davranış problemleri gösteriyorlar. Lakin anne baba çerçeveyi belirgin bir şekilde çizdiğinde ve bunu çocuğa açıkladığında hem çocuğun hem de anne babanın işleri kolaylaşıyor.

        “Şuradan sonra seni göremiyorum. O yüzden daha uzağa gitme” ya da”Başkasının evinde izin almadan dolapları açamazsın” ya da “Oyuncaklarınla yalnızca odanda oynayabilirsin. Evin ortak alanlarında değil” vb... Her ailenin kendi önceliklerine göre düzenlenmiş kural ve kaideler hayatı kolaylaştırıyor. Çocuk böylece toplumsal hayattaki kurallara uymakta zorlanmıyor. Kurallar çocukları sindirmek için değil ortak hayatı düzenlemek için koyuluyor.

        Onları olabilecek bütün zararlardan korumak, yollarındaki tüm taşları temizlemek gibi aşırı kontrol içeren “helikopter ebeveynlik” ise başka bir sıkıntı. Çocuk, hata yapmasına, düşmesine, kalkmasına, sorununun çözümünü kendi başına bulmasına müsaade etmeyen aşırı korumacı ebeveynlik tutumu içinde yetersizlik, becerememezlik hissiyle büyüyor. “Babam beni bu kadar çok koruduğuna göre demek ki ben kendimi koruyamam. Annem bana bu konuda güvenmediğine göre demek ki bunu yapabilecek beceride değilim.” Onları koruyup kollamaya çalışırken duygusal olarak güdük bırakabiliyoruz...

        Bu konu çok uzun, daha birçok örnek var verilebilecek ama şimdilik bu kadar. Diyeceğim o ki ebeveynlik hedefimiz ne pahasına olursa olsun “mutlu çocuklar yetiştirmek” mi yoksa “hayatını duygularını regüle ederek yaşayabilen, kendi ayakları üzerinde durabilen” çocuklar yetiştirmek mi? Bir düşünün.

        Diğer Yazılar