Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Annel olmak nedir? İnsan ve hayvanın dişi olanına verilmiş rahim adlı bir organda, bir erkekle birleşmek vasıtasıyla bir fetüs büyütmek, onu doğurmak ya da sezaryenle çıkarttırmak sonrasında da o yavrunun belli fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamak için senelerce uğraşıp didinmektir.

        Bir yaşam başlatabilmek büyük bir güçtür. Lakin bir beceri değildir.

        Annelik bir kariyer değildir. Annelikten para kazanılmaz, annelikte terfi edilmez, kimse annesiniz diye size sigorta yapmaz ya da seneler sonra emekli maaşı vermez...

        Anne rolü kadının yapabileceği her şeyin üstünü kaplamaz. Yani anne olmak kadının bir işlevidir ama kadın sadece bunun üzerinden tanımlanırsa burada ciddi bir küçümseme var demektir.

        Annelik tatmin edici değildir. İnsan ya da hayvan tüm annelerin nihai hedefi hayata getirdikleri çocukların bir gün kendi yoluna gitmesidir. Dolayısıyla “sadece anne” olmaya adanan bir hayat eninde sonunda depresyona park eder. Çocuklar gidince geriye içi boş bir çuval kalır.

        Annelik yalnızca sevgi ve mutluluk düşlerinden ibaret değil, tükenme, yalnızlık, bolca endişe, suçluluk duygusunu da içerir.

        Tüm kadınlara “Anne olun!” baskısının sonucu toplumun bütün sınıflarında yeterince sevilmemiş, iyi yetiştirilmemiş, ruhen ya da bedenen tek başına bırakılmış çocuklardır.

        Anneliğin bu kadar kutsanmaya hiç ihtiyacı yok. Her canlının varoluş kodlarında türünü sürdürmek vardır. İnsan olarak diğerlerinden ayrıldığımız nokta, türümüzü sürdürebilme kapasitemiz değil bunu tercih etmeme (doğum kontrol dediğimiz) seçeneğidir.

        Doğum kontrolü kullanmayan bir kadın doğurgan olduğu ortalama 30 yıl içinde kabaca bir hesapla 15 çocuk doğurabilir. Bu belki insanoğlunun avcı ve toplacıyı olarak yaşadığı dönemlerde (yavruyu kaplan kaptı, öteki karda uyudu öldü, berikinin başına kaya düştü) ihtimallerinde yaşarken, doğanın kaynakları bu kadar sömürülmemiş, havası, suyu, toprağı bu kadar kirletilmemişken mantıklıydı.

        7.5 milyar kişilik dünyada, bunun 20 milyonunun yaşadığı İstanbul şehrinde, iki oda bir salon dairelerde zar zor yaşarken, tüm gıdalar endüstriyel tarımdan dolayı tarım ilaçlarıyla bezeliyken, önümüzdeki 10 yıllar içinde içme suyu bulmakta zorlanacağımız gün gibi ortadayken, şehir insandan nefes alamaz, betondan kendini kurtaramazken, metrobüste insan kokusundan durulamazken mantıklı bir tarafı olmasına imkân yok...

        Kadın ile ilgili algıyı doğurma doğurmama eksenine indirgemenin alt metninde iki farklı niyet olabilir: Birincisi kadını insani özelliklerinden soyutlayıp bir rol olarak anneliğe hapsetmek. Bu durumda kutsal annelik rolündeki kadının cinselliğinin olmaması, başka becerileri var mı yok mu diye araştırılmaması, kendini sadece kaç kaşık yemek yedirebildiği üzerinden tanımlaması söz konusu olacaktır. Doğum kontrolü kullanmayan ve sadece anne olmak üzere yaşayan kadında bir kendilik değeri olamayacaktır. O artık kişi değil bir işlevden ibarettir. Dolayısıyla kadın ne özgürlüklerine, ne potansiyeline ne de büyüttüğü çocuğun ruhsal niteliğine kanalize olabilecektir. Sürümden kazanmak niyeti insani hayat kalitesinden ödün vermeye gider...

        Diğer niyet ise sınır tanımayan ekonomik büyüme ekseninde, daha çok çocuk “üretilip” bunların da hem “ucuz işgücü” hem de vahşi kapitalizmin devamını garantileyen “AVM müşterisi” olarak kullanımına işaret eder. Çocuk ne kadar çok olursa kıymeti o kadar az olacaktır.

        Eğer bir ülke kendine politika olarak anneliği onurlandırmayı seçtiyse buna bütün canlıların anası olan tabiattan başlaması gerekir. Kaynaklarını tüketmeden, kendini iyileştiremeyeceği kadar çok zarar vermeden, toprağını zehirleyip evlatlarının soyunu tüketmeden yaşamayı becerebilirsek bir gün, bu olursa önceliğimiz, ancak o zaman insan nüfusunun biraz daha artmasından bahsedebiliriz.

        Anne olmamayı seçmiş kadınlara saygı ve hayranlıkla...

        Diğer Yazılar