Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İlkokuldayken bize köy yaşamının erdemleri anlatılırken “imece”den söz edilir ve övülürdü. Bu dönem, “yerli malı” haftalarının okulca kutladığı zamanlardı. Ama birer yerli malı ile sınıfa gelmemiz istendiğinde kuru incir, fındık ve Sümerbank kumaşı dışında pek bir şey de bulamazdık.

        Yine de çocuk aklımızla imece gibi bir kültürel âdete sahip olduğumuz için ne kadar yardımlaşmacı ve dayanışmacı bir ulus olduğumuzu düşünür öğünürdük. Zaten “ebedi şefimiz” öğünmemizi istemişti ama çalışmamız ve güvenmemiz şartıyla. Pek çalışmazdık ama birbirimize güvenirdik.

        Sonraki dönemde Demokrat Parti uzun radyo programıyla katılanları açıkladığı “Vatan Cephesi”ni kurdu. Bu “cephe” CHP’ye karşı oluşturulmuştu. Siyasal rekabet, cepheleşme ve düşmanlığa dönüşmüştü 1960’lara girerken. İzleyen dönemde (1970ler) “Milliyetçi Cephe”lere şahit olduk. Bu savaş terminolojisi, ülkenin siyasal kamplara ayrıldığının ve rekabetin birbirinin varlığına tahammülsüzlük sınırına geldiğinin göstergesiydi.

        Sonra askeri cephenin sivil cepheyi çökerttiği ve siyasetin mliterleştiği bir dönem yaşadık. Hep cephelerin biri veya ötekinin içinde olmaya zorlandık. Tarafsızlık yoktu. Bitaraf olan gerçekten de bertaraf oldu. Umarım o cepheli günlere bir daha dönmeyiz ve siyasetin bir varlık savaşı değil, bir arada yaşama çabası olduğunu anlarız.

        Söze imece olgusuyla başlamıştım. Toplumbilimci olup, kırsal Türkiye’yi dolaşıp anlamaya çalışırken bırakın imeceyi, kahvelerin bile karşıt gruplarca ayrıldığına şahit oldum; hatta mezarlıkların ayrıldığından söz edildiğini bile duydum. Ne olmuştu da o yardımlaşması ve dayanışması ile ünlü toplum bu kadar ayrışmış, cepheleşmiş, hatta birbirine düşmanlaşmıştı?

        Aradığım yanıtı bir akşam yabancı bir ülkede yemek masasını paylaştığım bilge insanlardan birinin ağzından duydum: “Yoksullar paylaşır” diyordu. Gerisini ben getirdim. Yoksullar paylaşır. Yarısı yoksul yarısı varsıl olan topluluklar kavga eder. Varsıllar eğlenir. Biraz açayım: Yoksulların, kıt olan kaynaklarından bir bölümünü kendileri gibi olan ve yardımlaştıkça varlıklarını sürdürebildikleri ‘diğerleri’yle paylaşmaları dengeleri bozmaz. Ne biri daha fazla yoksullaşır, ne de diğeri daha avantajlı veya üstün konuma geçer. Paylaşılacak hatırı sayılır mal veya sermaye olmadığından emekle birbirine destek olmak zaten zor bir yaşam süren topluluğu ayakta tutar; herkesin yararınadır. Bu yolla süreklilik ve istikrar sağlanır.

        Ama köye sermaye girer ve kimi aileler topraklarını, hayvan sayılarını veya ürün miktarlarını artırdıklarında dengeler bozulur. Yoksullukta eşitlik yanında yoksulların dayanışması da son bulur. Bu durum, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Marşal yardımı ve Demokrat Parti’nin kalkınmayı kırdan başlatma politikasıyla birlikte tarımda makinalaşma ile ortaya çıktı. Tarımda doyumluk üretim dönemi kapandı ve pazar için üretim dönemi başladı. İmece de bitti. Başlayan rekabet, siyasete yansıdı. Partiler çoğaldı, ideolojik kamplaşmalar oluştu ve giderek keskinleşti. Kavga ve şiddet siyasetin bir parçası oldu. Bu durumu aşmak için “sosyal adalet” ilkesi benimsendi ve “sol” bu misyonu üstlendi. Ama beceremedi. Çünkü çareyi üretimi düzenlemekte ve üreti güçleri kuvvetlendirmekte/artırmakta değil, bölüşümü düzenlemekte gördü. Ama Türkiye’nin zaafiyeti az sermayesi olması, az üretmesi ve çalışanlarının üretim kapasitesinin (eğitimi, meslekleşme oranı ve teknik bilgi donanımı) düşük olmasıydı. Şimdi artık sosyal adalet her siyasi aktörün önceliği çünkü nisbi oranda sağlanmadıkça ülkenin istikrara kavuşmadığı görüldü. Örneğin AKP sosyal adaleti yapısal olmasa da geçici (popülist) yöntemlerle sağlamaya çalıştığı için destek görüyor.

        Geçende Tophane’de yaşanan sürtüşmenin altında da bir ölçüde bu farklılaşan dünyaların sonunda birinin diğerini (daha modern ve varsıl olanın) göz önünden, ‘görünmeyen’ bir yerlere itmesi algısı veya korkusu var.

        Varsılların eğlenmesine gelince; onların artık yaşam alan(lar)ı veya güç kavgası pek yok aralarında. Tekrar paylaşıyorlar; zamanı, zevki (sanat buna dâhil) ve eğlenceyi. Toplumun geri kalanına da onlara imrenmek, makas çok açıksa düşmanlık beslemek kalıyor.

        Diğer Yazılar