Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünya tarihinde çok az metin “J’Accuse/İtham Ediyorum” kadar etki bırakabilmiş olsa gerek. Bu hafta Emile Zola’nın meşhur mektubunun yayınlanmasının yıldönümüydü. Avrupa’nın çeşitli noktalarında edebiyatçılar, sanatçılar, gazeteciler, akademisyenler, hatta siyasetçiler o günlerde yaşananları hatırlatan konuşmalar yaptılar, yazılar kaleme aldılar. Bu vesileyle, bu köşede, Germinal gibi dev bir esere imzasını atan Emile Zola’yi yâd etmek istedim. 13 Ocak 1898’de Fransa’nın önde gelen gazetelerinden L’Aurore’da çarpıcı bir yazı çıktı. Fransız edebiyatının en parlak isimlerinden Zola tarafından kaleme alınmış beklenmedik bir mektuptu bu. Doğrudan doğruya dönemin devlet başkanını ve kimi tanınmış politikacıları, isim isim, sebep sebep eleştiren bir metin, bir yakarı, bir uzun çığlık. Birkaç saat içinde kelimeler yangın alevi misali büyüdü, kelimeler kaleler kurdu; elden ele, kulaktan kulağa dolaştı fısıltılar halinde. O gün gazete her zamankinin on misli tiraj yaparak 300 bin adet sattı. Bu kadar ilgi çeken hadise Zola’nın süregiden bir davayı, daha doğrusu bu davada devletin takındığı rolü kıyasıya eleştirmesiydi. “Gerçeği söyleyeceğim. Benim görevim konuşmak...” Yoksa işlemediği bir suçun cezasını çeken bir mahkûmun ağırlığı eklenecekti yüreğine, kararacaktı geceleri; başını yastığına koyduğunda rahat uyuyamayacaktı bundan böyle... Öyle diyordu Zola dostlarına ve karısına.

        TEHDİTLER VE HAPİS CEZASI

        Dreyfus Davası, Avrupa tarihinin dönüm noktalarından biri ve daha sonra yaşanacak karanlık dönemeçlerin de adeta habercisiydi. Yahudi olduğu için günah keçisi olarak seçilen, Almanlara ajanlık etmekle suçlanan, adil bir yargılamaya layık görülmeyen, haksız yere damgalanan, tutuklanan ve cezalandırılan Yüzbaşı Dreyfus. Yabancı dil bildiği, eğitimli olduğu ve tabii esas azınlık mensubu olduğu için “vatana bağlılığı son derece şaibeli” bulunan kişi. Birinci Dünya Savaşı öncesi yükselen şovenizm, ırkçılık, aşırı milliyetçilik ve paranoya ortamında kurban olarak seçildi. Tek suçu, makro ve trajik tarihsel değişimlerin yaşandığı bir ortamda ve böyle bir anda “öteki” kimliğini taşımaktı. Hadiseyi uzaktan izleyen Zola, uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra en nihayetinde dayanamayıp cumhurbaşkanını ve çeşitli politikacıları olan bitene en hafif tabirle göz yummakla suçlayan bir metin yazdı. Keskin, net, akılcı bir üslupla. Suçluyorum’un yayınlanmasından sonra Fransa ikiye bölündü. Bir tarafta Dreyfus yanlıları, beri yanda Dreyfus karşıtları. Tarihi boyunca çok az safhada bu kadar kutuplaşacaktı ülke. Bir yanda Zola’ya destek çıkan aydınlar, demokratlar. Dilekçeler toplayıp seslerini birleştirdiler. Zola’ya tepki duyanlar ise sokaklarda yürüyüşler yaptı, ateşler yaktı, ırkçı sloganlar attılar. “Zola Yahudi locasından para alıyor, en büyük vatan haini o!” suçlamaları gırla gitti. Kulaktan dolma bilgiler, dedikodular, hakaretler ve iftiralar da cabası. Zola tehditler aldı, dışlandı, orduya hakaret etmekten mahkemelik oldu. Savunmasını yaparken “Bir gün Fransa bana teşekkür edecektir” diye bitirdi sözlerini. O bunları göremese de tarih onu haklı çıkardı.

        ARDINDAN 50 BİN KİŞİ YÜRÜDÜ

        Ne yazık ki yazar bir sene hapis cezasına çarptırıldı. Sokaklarda, meydanlarda hem lehinde hem aleyhinde eylemler devam etti; onu düşman belleyenler de sayanlar da çoğaldı. Lakin mektubu hayli etkili oldu. Dreyfus Davası yeniden görüldü, hak yerini buldu. Uzun bir süreç sonunda cumhurbaşkanı tarafından affedildi Dreyfus, itibarı kendisine iade edildi. Zola öldüğünde 50 bin kişi yürüdü ardından. Çeşitli kuşaklar boyunca milyonlar yas tuttu. Anatole France mektup hadisesini “İnsanlığın bilincindeki en anlamlı an, bir sıçrama” diye nitelendirdi. Okumadıysanız şayet, görmediyseniz yahut, Germinal muazzam bir roman, muazzam bir film. Gerard Depardieu’nün oyunculuğu unutulmaz. 1860’larda kömür madenlerindeki işçilerin durumlarını anlatır hikâye. Acı, isyan, kırgınlık, umut... Dönemin en pahalı bütçeli filmiydi bir zamanlar. İlk izlediğimde üniversitede öğrenciydim. Işıklar yandığında yerimden kalkamadığımı hatırlıyorum; üzerime çöken ağırlığı, hüznü, işsizliği... Kimseyle ama kimseyle konuşmama arzusunu... Bu dünyadan Emile Zola geldi geçti. Eserleriyle, kelimeleriyle, vicdanıyla... Dedim ya, yâd etmek istedim edebiyat tarihinin nevi şahsına münhasır üstadını. www.elifsafak.com.tr

        Diğer Yazılar