Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kadınlar neden bu kadar sever suçluluk duymayı? "Eğitim seviyesi, yaşam şekli, siyasi fikri ya da kılık kıyafeti ne olursa olsun, her kesimden, hatta dünyanın her yerinden kadının ortak paydası nedir?" diye sorsalar, tereddütsüz biliyorum cevabı: KKKK. Açılımı: Kadınların Kendini Kanatma Kabiliyeti.

        Ellerimizde cımbızlar, uçları sivri, tek tek çıkarırız kusurlarımızı, eksiklerimizi; yaralarımıza büyüteçle bakmakta yok üstümüze. Kendi kendimizin en amansız ve en acımasız eleştirmeniyiz nedense. Deşer ve açarız ince ince neşterle. İhtiyacımız yok başkasının tenkidine; çünkü zaten içten içe çok daha beterini söylemekteyiz nefsimize. Aynaya bakar, evvela "çirkin yanları" görürüz. Kilo mu almışız, kıyafet mi yakışmamış, makyaj mı olmamış... Anında bunları fark ederiz.

        Yaralı ve önyargılı bir nazardır kadın bakış açısı. İster kendimizi ister hemcinslerimizi inceleyelim, "kabahatler"i görürüz evvela ve ekseriya. Güzellikler ertelene ertelene kalır gene bir başka sonbahara.

        Nedendir bir türlü yetemeyişimiz, yetinemeyişimiz? Beklentilerimiz ve gerçekleştirdiklerimiz, mevcutlar ve olmasını arzu ettiklerimiz arasında kapanmayan bir mesafe durur; dipsiz bir kuyu açılır. Bundandır ikide bir boşluğa düşmemiz.

        İngiltere'de İrlandalı akademisyen bir arkadaşımla sohbet ediyoruz. Çocuklarının nasıl olduğunu sorduğumda, "Kızımın dişleri sorunlu. Dört dişi çürümüş. Haftaya dişeti ameliyatı olacak" diyor.

        Ben tam dişçiler üzerine bir yorum yapmak üzereyken, kadıncağız ekliyor: "O kadar suçluluk duyuyorum ki!"

        Nedenini sorduğumda, cevabı düşündürücü: "Ee ben müsaade ettim şeker, çikolata yemesine. İzin vermesem çürümezdi dişleri, şimdi dişçiye gitmek zorunda kalmazdı."

        Gelin, bir an için şu sahneyi donduralım. İki kadını kareden çıkarıp yerlerine iki erkek yerleştirelim. İrlandalı baba ve Türk baba konuşmaktalar diyelim. Benzer konumda bir erkeğin ağzından böyle bir cümle çıkabileceğine inanıyor musunuz? "Çocuğumun dişleri çürüdü, ah hep benim yüzümden; çikolata verdim diye kendimi suçlu hissediyorum" diyen bir erkek tahayyül edemiyorum doğrusu!

        Peki öyleyse neden biz kadınlar irili ufaklı her konudan kendimize özeleştiri sebepleri devşirmekteyiz? Ellerimizde suçluluk çiçekleri, toplamışız oradan buradan; güzel kokmasalar da ne gam, buketlerimiz rengârenk, taşıyoruz sebatla. Ta fi tarihinde gerçekleşmiş bir hadiseden bugün yaşanan ufacık bir meseleye kadar her alanda suçluluk duymak için bir neden bulabiliriz rahatlıkla.

        Vaziyet böyle olunca kendi aramızdaki sohbetler de etkileniyor ruh halimizden. Erkeklerin sohbetleri çok daha çeşitli ve ilerlemeci. Bizde ise muhabbet genelde çemberler içre çemberler çizmekte. Aynı hususları her seferinde taze bir şevkle işlemekteyiz.

        Diyeceksiniz ki: "Babalar çocuklarından konuşmuyorlar mı?" Evet konuşuyorlar ama iki şekilde: Ya masada hatunlar varken yapıyorlar bunu. Yahut da konuşsalar bile en fazla 15 dakika sürüyor çoluk çocuk, yuva ev sohbeti. Sonra afiyetle ve hevesle başka konulara geçiyorlar. Siyaset, ekonomi, futbol, ne olacak Türkiye'nin hali, hükümet, Kürt açılımı... Veya "hafif ve seksi" konular, etrafta dinleyen bir hatun yok ise ve ortam müsaitse şayet.

        Peki bu arada kadınlar ne konuşmaktalar? Bebekler, çocuklar, kreş ve okul tercihleri, doğumlar, kıyafetler, alışverişler, son zamanlarda yaşanan bir magazinsel/kamusal skandal, gene çocuklar ve torunlar, gene yemek ve alışveriş... Biraz da şahıs dedikodusu... Akşam bitti bile.

        Bazen hemcinslerimi tutup omuzlarından sarsmak istiyorum şefkatli bir sitemle. Biz neden 15 dakika aralıklarla başka konulara dalamıyoruz? Kadınlar masasında kitaplardan, iç ve dış politikadan, finansal krizden, Suriye'de yönetimin değişip değişmeyeceğinden ve Rusya'nın Kafkaslar'da ne yapmak istediğinden, yahut Sarkisyan'ın kelime tercihinden veya Obama'nın seçim sonrası söylevlerinden neden bahsetmiyoruz? İlgilendirmiyor mu bunlar bizi?

        Mark Twain'in sevdiğim bir sözü var. Diyor ki: "Ben 14 yaşımdayken babamın cahil olduğunu zannederdim. Dayanamazdım yakınında durmaya. 21 yaşıma basınca bir de baktım peder ne çok şey biliyor, ne çok şey öğrenmiş yedi senede!"

        Önyargılarıyla dalga geçer yazar. Babası değildir zira değişen, kendisidir. Kendi bakış açısı.

        İnsanın nefsiyle dalga geçebilmesi bir meziyettir. Lakin ifrata kaçarsak, meziyet olur eziyet. Gelin hatunlar bu kadar didiklemeyelim, yaralamayalım kendimizi.

        Diğer Yazılar