Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’nin kuzeyinde YPG/PKK’ya silah vermesi Türkiye’yi öfkelendiriyor.

        ABD seçimlerinden önce Hillary, “Suriye’de Kürt dostlarımızla işbirliğimiz sürecek” dediği için Türkiye anti Hillary kampa geçmiş ve farklı bir politika izleyeceği düşünülerek Trumpçı olmuştuk.

        Trump Başkan oldu ama politika değişmedi.

        ABD yine YPG ile el ele ve Trump’ın tavrına uygun olarak bu yardımlar daha hoyratça, Türkiye’yi daha rencide edici şekilde yapılıyor. Ama açıkçası ben, ABD’nin YPG’ye “açıktan” yaptığı yardıma kızıp ABD ile kavga etmemizi makul bulmuyorum.

        Çünkü ABD’nin PKK’yı desteklemesi yeni bir durum değil.

        1. Körfez Savaşı sırasında, yani “baba Bush” döneminde PKK’nın ABD desteğiyle en güçlü konumunu yakaladığını ve 1990’ların ilk yarısında örgütün o güne dek görülmemiş bir güce ulaştığını belki siz hatırlamıyorsunuz ama ben hatırlıyorum.

        O günlerde Çekiç Güç helikopterlerinin PKK kamplarına inip kalktığını, yardım taşıdığını hep yazdık, söyledik, görüntüledik.

        ABD’nin bölgeye geldiği her seferde PKK’nın güçlendiğini hiç anlatmadımsa 40 kere falan anlatmışımdır.

        ABD’nin Irak’a yönelik operasyonu başlamadan önce bizim de bu operasyonda yer almamız gerektiğini söyleyen 2-3 gazeteciden biriydim ve hep şunu yazdım: “Eğer içinde olmazsak bölgede güç kaybederiz. PKK yeniden ortaya çıkar ve elimiz kolumuz bağlı izleriz.”

        Nitekim 1999’da savaşı kaybeden PKK, ABD’nin Irak’ı işgalinden hemen sonra 2003 yılında yeniden eylemlere geçti ve giderek tırmandırdı.

        Bir Kürt özgürlük hareketi değil, bölgesel taşeron silahlı güç olarak PKK, her zaman kullanıldı.

        Kullananların başında ise ABD ve bölgedeki çıkar ortakları geldi.

        Bu nedenle ABD’nin YPG/PKK’ya silah yardımı yapmasına hiç kızmıyorum.

        Hiç değilse bu kez “delikanlı gibi” açıkça yapıyorlar.

        Yeni olan şey, ABD’nin PKK’ya desteği değil.

        Bunu açıkça yapması.

        Bana göre açıkça olması, gizliden olmasına yeğdir.

        Hiç değilse bu örgütün bir fikre dayanan silahlı hareket değil, basit bir “kiralık katil organizasyonu” olduğunu gösterir.

        AÇLIK GREVİ İÇİN BİR RİCA

        NURİYE Gülmen ve Semih Özakça.

        Biri akademisyen, diğeri öğretmen.

        112 gündür açlık grevindeler ve bir grup “duyarlı insan” bu iki kişinin artık dönüşü olmayan noktaya yaklaşan açlık grevinin sona erdirilmesi için ortak bir bildiriye imza attı.

        Ortak bildirilere asla imza atmam.

        1980’lerin başında ortak bildiriye imza atanların bazılarının, “Kahvede pişpirik oynarken getirdiler, kooperatif üyeliği zannedip imzaladım” diye kendini savunduğu günden beri bu ortak bildiriler bana uzaktır.

        Üstelik de her gün bir bildiri yayınlayabileceğim bir köşem varken niye başka yeri imzalayayım diye düşünürüm.

        Ama bu durum, açlık grevinin bitirilmesi için bir şeyler yapılması konusunda bildirideki imzalarla aynı fikirde olduğum gerçeğini değiştirmiyor.

        İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Onlar DHKP-C üyesi” diyor, bildiriye karşı yaptığı açıklamada.

        Hangi örgütün üyesidirler ya da değildirler bilemem.

        Olabilirler veya olmayabilirler.

        Bir suçları var ise eğer bu suçun cezası vardır ve yargı tarafından verilir. Haksızsa da eleştiriye açıktır.

        Ama hangi örgüte üye, hangi suçlamayla tutuklu, hangi suçtan hükümlü olursa olsun herkesin yaşam hakkı kutsaldır.

        O yaşam hakkını savunmalıyız.

        Sevgili Mehmet Uçum.

        Bu konuda sana sesleniyorum.

        10 yıl kadar önce bir başka sol örgüt üyesinin açlık grevini sonlandırmak için nasıl çabaladığını, dönemin Adalet Bakanı’nı ikna etmek için benden ricada bulunduğunu herhalde hatırlıyorsundur.

        Senin bu konudaki duyarlılığını bilen biri olarak bu kez de ben senden ricada bulunuyorum.

        Her ne kadar Şark toplumlarında yaşamı değil ölümü kutsamak daha geçerliyse de, gel elini uzat.

        Bu açlık grevinin bitirilmesine geçmişte yaptığın gibi yardımcı ol.

        BASIN ÖZGÜRLÜĞÜNDE ALMAN STANDARDI

        Almanya’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hakaret, neredeyse bir milli spor haline geldi.

        Medyası, komedyeni, yazarı, siyasetçisi her fırsatta Erdoğan’a hücum ediyor.

        Cumhurbaşkanı ise özellikle medyada kendisine yönelik hakaretlere dava açıyor.

        Ancak bu davalar genelde sonuçsuz kalıyor.

        Gerekçe ise “basın ve fikir özgürlüğü”.

        Basın ve fikir özgürlüğüne sonuna kadar inanan biri olarak Almanya’nın bu konuda ikiyüzlü olduğunu düşünüyorum.

        Niye mi?

        Anlatayım.

        Galiba 2006 yılıydı.

        Almanya Başbakanı Angela Merkel, bir plajda denize girdikten sonra havluya sarınıp mayosunu değiştirirken, bir ajans Merkel’in çok da hoş görünmeyen ve bazı bölgelerini bir miktar teşhir eden fotoğraflarını çekmiş ve bütün dünyaya servis etmişti.

        Ben de o dönem henüz el konulmamış olan Sabah Gazetesi’nin genel yayın yönetmeniydim ve bu fotoğrafı dünyadaki pek çok gazete gibi kullandım. Kıyamet koptu. Almanya Büyükelçiliği’nden protesto üzerine protesto.

        Kınama üzerine kınama.

        Fotoğrafı çeken biz değiliz, dünyaca ünlü bir ajans.

        Fotoğraf Merkel’in evinde değil, halka açık bir yerde seçilmiş ama hedefte biz.

        Haklı olduğumuz için ne özür diledik, ne başka bir şey yaptık.

        Merkel’in fotoğrafı bir Türk gazetesinde yayınlandığı zaman basın özgürlüğü tanımayan Almanya, Türkiye Cumhurbaşkanı’na hakaret söz konusu olunca özgürlükçü. Ben tam özgürlükten yanayım Almanya.

        Ya siz!

        Not: Allah var bizi dava etmediler, ama etselerdi de kazanma ihtimalleri yoktu.

        AYIP Kİ NE AYIP

        Magazin basınının gaddarlığından dem vuruyorum bazen.

        Gerçekten fazla gaddarlar.

        Bu kez de plajda “selülit” avındalar.

        Onun selülitleri şöyle olmuş, bunun göbeği böyle sarkmış, bunun baseni şöyle olmuş.

        Yahu ayıptır be!

        İlle o fotoğrafı basacaksan bas.

        Bırak gören neyin ne olduğunu kendi görsün.

        Size mi kaldı onun bunun fiziksel özellikleriyle dalga geçmek.

        Ayıp değil mi?

        Siz bir kadını gördüğünüz zaman yüzüne karşı, “Aaaa, o ne selülitler öyle, kıçın da davul gibi olmuş maşallah. Ne yemişsin be kardeşim” gibi laflar söylüyor musunuz?

        Kibarlıktan, bırak kibarlığı insanlıktan bir damla nasibini almış biri karşısındakine böyle bir şey söyler mi?

        Ya da birisi size, sizin eşinize, kız arkadaşınıza, kız kardeşinize böyle bir şey söylese ne düşünürsünüz?

        Ayıp değil mi?

        Ayıpsa bunu niye yapıyorsunuz?

        Gazetenize bunu yazmak, söylemenizden daha mı az ayıp...

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Ölüm değil yaşam kutsal olduğu zaman.

        Diğer Yazılar