Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NE yalan söyleyeyim, Bodrum âşıklarından değilim.

        Özellikle son yıllarda.

        Zaman zaman aşırıya varan yaz kalabalığı, görgüsüzlük sınırlarını aşan “beach” saçmalıkları, ederinden birkaç kat fazla fiyatlarıyla Bodrum son yıllarda beni çok çekmiyor.

        Gerçi ülkenin genel kalitesinde bir “dekadans”, yani “aşağı gidiş” var ama bu durum Bodrum’da daha yoğunlaşarak gözüme batıyor sanki.

        Yine de iki günlüğüne Bodrum’dayım.

        Çok sevdiğim bir dostumun, Bodrum’un tantanasından uzak deniz kenarındaki minik evinde.

        Önceki akşam, evde akşamüstü sohbetinde, Bodrum’da emlakçılık yapan bir konuk daha vardı.

        “Bodrum’da konut fiyatları aşağı doğru gidiyor” dedi ve nedenini anlattı:

        “Yıllardır yılın en az üç ayını Bodrum’da geçiren yabancı mülk sahipleri vardı. Türkiye’yi çok seven, hatta büyük bölümü emekliliğinde Türkiye’ye, Bodrum’a yerleşmeyi planlayan dostlarımız. Önce daha az gelmeye başladılar. Geçen sene gelmeyi tamamen kestiler. Ve bu yıl birçoğu evini satışa koydu.”

        “Bodrum’un kalabalığından mı sıkıldılar?” diye sordum.

        “Keşke öyle olsa” dedi ve bir sitenin adını vererek devam etti:

        “Bu sitede yaklaşık 30 ev var. Bunlardan 9’unda Kuzey Avrupalı ev sahipleri vardı. İki yıldır 9’u da gelmiyor. Bu yıl 9’u da evini satmak için bize başvurdu. Konunun Bodrum’la alakası yok. Türkiye’ye gelmek istemiyorlar.”

        “Niye?” dedim, “Türkiye’nin onlar için ne gibi bir sıkıntısı olabilir ki!”

        “Aynı şeyi ben de sordum” diye yanıtladı, “Bu dostlarımız hepsi ülkelerinin üst düzeyi. Okumuş, yazmış insanlar. Türkiye’den bireysel olarak bir şikâyetleri yok ama Türkiye’nin imajı o kadar kötüye gitmiş ki, ülkelerindeki çevrelerine Türkiye’de olmayı anlatamıyorlar. Oradaki entelektüel çevre, bir anlamda baskı yapıyor olmalı ki, Türkiye’de olmak istemiyorlar. Bu yüzden de evlerini satmak istiyorlar. Pek çok sitede böyle evler var. Hepsi de Avrupalıların.“

        “Satabiliyorlar mı bari?” diye sordum.

        “Sorunlardan biri de bu. Satılık evlere Arap ülkelerinden alıcılar çıkıyor. Ancak bu kez de sitelerde oturanlar bu işe karşı çıkıyor. Arap ülkelerinden gelenlerin yaşam tarzı ve alışkanlıkları çok farklı. Türk ev sahipleri de onları istemiyor. Bu yüzden de fiyatlar aşağı doğru gidiyor” dedi.

        Bu sohbetin sabahında Merkel’in Türkiye karşıtı söylemlerle dolu seçim bildirgesini okudum.

        Hiç şaşırmadım.

        Türkiye âşığı Avrupalılar evlerini satarken, diğerleri arasındaki durumumuzu siz hesaplayın.

        TERÖRDEN BETER BİR İMAJ SORUNU

        BİZ yukarıda okuduğunuz sohbeti yaparken, yanımızda Türkiye’nin sanat hayatında önemli yeri olan bir başka dostumuz vardı.

        O da hemen yaşadığı bir başka olayı anlattı.

        İki yıl önce Avrupa’nın önemli sanat koleksiyoncularından biriyle İsviçre’de beraberken koleksiyonunun bir bölümünü Türkiye’de sergilemeyi önermiş.

        İsviçreli koleksiyoncu da olumlu yanıt vermiş.

        Tabloların gelmesi gitmesi, sigortası, sergisi derken ortaya ciddi bir bütçe çıkmış.

        Sponsor bulunması, koleksiyonerin sergi programları falan derken iş uzamış ve sonunda önümüzdeki kasım ayı içinde serginin açılması planlanmış.

        Koleksiyoner bir küratör önermiş, yer bulunmuş, organizasyon tamamlanma aşamasına gelmiş.

        Ve tam her şey bitti denilirken, İsviçreli koleksiyoner dostumuzu aramış.

        “Sergiyi iptal ediyorum” demiş.

        Dostumuz şaşırmış.

        “Ne oldu, bir hata mı yaptık?” diye sormuş.

        “Hayır, sen hata falan yapmadın. Hatta herkesten daha iyi organize oldun ama koleksiyonunu Türkiye’de sergileyen bir adam olmak istemiyorum. Böyle bir şey yaparsam çok ayıplanırım” demiş ve kesip atmış.

        Hak edelim veya etmeyelim, Türkiye’nin Batı entelijansiyasındaki durumu bu.

        Galiba FETÖ ve PKK kadar bununla da mücadele etmek gerek.

        Ve bu mücadele ne yazık ki, topla tüfekle, yargıyla yapılacak bir mücadele değil.

        Bu algının Türkiye’ye verdiği zarar, terörün verdiği zarardan daha büyük.

        BUNUN ADI ‘KADINA ŞİDDET’ AHMET HAKAN

        AHMET Hakan bir süredir kafayı Şeyma Subaşı’na taktı.

        Önce hafiften dalga geçti. Tebessüm ettik.

        Sonra dozunu artırdı ve polemiğe girdi.

        “Cılkını çıkardı” dedik.

        Ama iş artık çığırından çıktı.

        Konu Şeyma Subaşı ile ilgili olsun olmasın, yazılarına Şeyma Subaşı’lı başlıklar atarak genç kadını aşağılamaya yönelik bir tavra dönüştü.

        Şeyma Subaşı politik bir figür değil.

        Bir suçlu değil.

        Yolsuzluğa, hırsızlığa bulaşmış biri değil.

        Bu yüzden de Ahmet Hakan’ın kendisine yönelik takıntısı artık eleştiri sınırlarını aştı.

        Hakan’ın Subaşı’na uyguladığı şeyin adı her yerde “cinsiyetçilik”tir, “mobbing”dir, “kadın karşıtlığı”dır ve asıl olarak “kadına şiddet”tir.

        Ahmet Hakan’ın Acun Ilıcalı’ya karşı bir tavrı olabilir.

        Bilemem.

        Ama Acun’la hesaplaşma yeri Şeyma Subaşı değildir.

        Ahmet Hakan bir düşünsün, tavla arkadaşı Aydın Doğan’a karşı bir hesabı olanlar, Aydın Doğan’dan nefret edenler aynı şeyi Aydın Doğan’ın eşine ve kızlarına yapsalar doğru bulur mu?

        Acun mini etek giymesine izin vermiyormuş

        BÖLÜNSEK DE BERABERİZ

        HER yerde ve her şeyde bölünen bir halk, Kartal bebekte birleşti.

        İlginçtir, gece yarısına doğru bir yardım çığlığı yükseldi sosyal medyada.

        Bir anne, bebeğinin kalp nakli için 1 milyon 99 bin Euro’ya ihtiyaç duyduğunu haykırdı.

        Saatler içinde bu haykırış her yerden duyuldu.

        Sosyal medya fenomeni denilen tipler, ünlüler, ünsüzler, aklınıza kim gelirse bir anda destek verdi.

        Ve dün öğlen olmadan, hemen hemen 12 saat içinde Kartal bebeğin yaşama umudu için 1 milyon Euro toplandı.

        Anladık ki, bölünsek de iyilik için beraber olabiliyoruz.

        Hâlâ ...

        HANGİSİ MÜHİM

        YAZILARIMA yapılan yorumlar beni üzüyor.

        Yok yok hakaret ettikleri, küfrettikleri için değil. Düşünmedikleri için.

        Mesela dün Wikipedia’ya erişimin hâlâ engellenmiş olduğunu yazıyorum. Altta da video hakem uygulamasıyla ilgili bir yazım var.

        Yapılan yorumların yüzde 99’u video hakemle ilgili. Oysa video hakem yüzünden belki takımınız birkaç puan kaybedecek.

        Bilgiye erişemediğiniz içinse geleceğinizi kaybedeceksiniz. Hangisi önemli sizce?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        İnsan olmadan adam olunmayacağını öğrendiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar