Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÇOOOK uzun zamandır köşe yazıyorum.

        Haliyle tarzım, üslubum belli.

        Yıllardır beni okuyanlarınız varsa bilirler, bir konuya taktım mı, takarım.

        Eskiler buna “fikri takip” derlerdi.

        Şimdilerde pek kalmadı.

        Ben ise biraz eski moda, biraz yeni moda, ortada kalmış bir kuşağın gazetecisi olarak görüyorum kendimi.

        Bu uzun girizgâhın nedeni ise şu.

        Yine bir “Hüseyin Gülence” yazısı yazacağım.

        “Taktın” demeyesiniz diye “fikri takip” diyorum peşin peşin.

        Dün Hüseyin Gülence’nin 28 Aralık ve 30 Aralık 2011 günü yazdığı yazılarda MİT’e yönelik FETÖ operasyonunun işaret fişeğini attığını yazmıştım. Bu yazılardan 38 gün sonra FETÖ’cü savcılar, Erdoğan’ın da ameliyatından istifade ederek MİT’e operasyon çekmeye kalkışmışlardı.

        Hüseyin Gülence bu yazıma sosyal medya üzerinden yanıt vermiş ve bana türlü hakaretten sonra, “Ben o operasyonu Maraş olaylarının araştırılması için istemiştim” diyor.

        Hee, hee öyledir mutlaka.

        Klasik FETÖ taktiği budur, bilmeyen mi kaldı!

        Mesela Kozmik Oda’ya girip, Türkiye’nin en önemli savunma sırlarını çalıp Amerika’ya teslim ederken de “Arınç’a suikast girişimini araştırıyordunuz” değil mi!

        Bilmiyor muyuz ki, MİT’e “Maraş” diye girip Türkiye’nin Ortadoğu’daki istihbarat varlığını, PKK ile mücadeledeki planlarını alıp ilgilisine teslim edecektiniz!

        Bak Hüseyin Gülence, bu köşeyi varlığınla fazla kirlettim biliyorum, ama yakanı bırakmak da içimden gelmiyor. Çünkü itirafçılığın bile dürüst değil.

        Çünkü itirafçı falan da değilsin.

        Sen ve seni savunmaya çalışanlar diyor ki: “17 Aralık’tan sonra döndü.”

        Peki o zaman bu ne Gülence?

        22 Aralık günü, yani 17 Aralık’ta Cemaat’in ikinci saldırısını başlattığı dönemde çıkıp bir televizyon kanalında hâlâ Cemaat’i savunmadın mı?

        Merak eden https:// youtu.be/IoXVUBoYeLg yazıp Youtube’a girsin baksın.

        Gülence, 22 Aralık’ta yani 17 Aralık’ta siyasete operasyon çekilmeye başlanmasından 5 gün sonra cansiperane bir şekilde Cemaat’i savunuyor.

        Hem de ne savunmak.

        Niye?

        Çünkü biliyor ki, 3 gün sonra 25 Aralık operasyonu başlayacak.

        O yüzden rahat.

        Buna ne diyeceksin Gülence?

        Yoksa orada da “Maraş”ı mı savunuyordun!

        DİYANET İŞLERİ BAŞKANI NİYE BIRAKTI!

        TÜRKİYE’nin en önemli ve zannederim Milli Eğitim Bakanlığı’ndan sonra personel ve bütçe açısından en büyük sivil kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nda pek ender rastlanan bir şey oldu ve Başkan Görmez, süresi dolmadan başkanlığı bıraktı.

        Herkes merak ediyor niye bıraktığını.

        Görünen sebep, bir üniversitenin başına geçmek için bıraktığı.

        Ama asıl neden ne?

        Anladığım bir konu olmadığı için bir küçük araştırma sonucu ulaştığım bilgileri sizinle paylaşayım.

        1. Bizim gibiler çok farkında olmasa da, Türkiye’de İslamcı camiada ciddi bir ikiye bölünmüşlük var. Bir yanda Mealciler, diğer yanda Hadisçiler.

        2. Mealciler, Kuran-ı Kerim’in yeterli olduğunu, her şeyin yanıtının orada bulunduğunu söylüyorlar ve şeyh, şıh, tarikat önderi gibi kişilere karşı çıkıyorlar, bunların kendilerine vehmettiği güçlerin doğru olmadığını söylüyorlar.

        3. Hadisçiler ise Kuran’ı anlamaya insanın gücünün yetmeyeceğini, hadislerin önemli olduğunu ve asıl İslam’ın hadislerden anlaşılabileceğini, Kuran’a uygun yaşamak için de çok yüksek güçlere sahip şeyhlerin önderliğine ihtiyaç olduğunu söylüyorlar.

        4. Mealciler Abdülaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu, Mehmet Okuyan, Hayri Kırbaşoğlu, Mustafa Öztürk ve eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu gibi isimler.

        5. Hadisçiler ise daha çok cemaat çevreleri, İsmailağa, Menzil, İskenderpaşa, Erenköy gibi güçlü cemaatler

        Başlangıçta İslami elitler arasında başlayan bu ayrışma artık tabana da yansımış vaziyette.

        Görmez’in görevi bırakmasındaki neden ise anladığım kadarıyla bu çatışma.

        Görmez, tarikat ve cemaat önderlerini dışlaması, bunlara vehmedilen güçleri ciddiye almaması ve Diyanet’in kapılarını kapatması sonrasında “arada kaldı” ve sonunda görevi bırakmaktan başka çaresi kalmadı.

        GELENEK GÖRENEK

        “TRT de BBC gibi PayDay yapıp ödediği ücretleri açıklar mı?” diye sordum. Müdür İbrahim Eren bir mektupla yanıt verdi. Özetle şöyle diyor: “Değerli gazetecilerimizin kurumumuzla ilgili yazılarını dikkatle takip ediyoruz.

        TRT’nin hesapları ve bütçesi Sayıştay ve TBMM KİT komisyonlarında denetlenmektedir. Bunun yanı sıra tüm milletvekillerimizin sözlü veya yazılı soru önergeleriyle harcamalarımızla ilgili öğrenmek istedikleri hususlara büyük bir şeffaflıkla yanıt veriyoruz. Bunun yanı sıra vatandaşlarımız da ‘Bilgi Edinme Yasası” gereğince istedikleri her türlü bilgiye ulaşabilmektedir. TRT şeffaf ve açık bir kurumdur.” İbrahim Bey’e yanıtı için teşekkür ediyorum. Benim de TRT’nin açık ve şeffaf olmadığı yolunda bir iddiam yoktu. Sadece güzel bir gelenek başlatma önerisinde bulundum. Çünkü ben gelenek ve görenek severim. Giderek azaldığı için de değeri giderek artarak.

        HATİPOĞLU MU?

        DİYANET İşleri Başkanlığı’na kimin geleceği tartışılıyor. Herkes bir isim telaffuz ediyor. Yeni Türkiye’de bu görev eski döneme göre çok daha önemli olduğu için de tartışmalar ve merak normal. Bana gelen bilgilere göre bir isim, yeni Diyanet İşleri Başkanı olarak giderek öne çıkmaya başlamış. Bu isim Nihat Hatipoğlu. Her iki gruba da çok dahil olmayan Prof. Hatipoğlu, uzun zamandır TV’ler üzerinden toplumla zaten çok yakınlaşmış vaziyette. “Menkıbeci” denilen bir yaklaşımı tercih eden Hatipoğlu’na Diyanet İşleri Başkanlığı’nı yakıştıranların sayısı giderek artıyor.

        SÖZLEŞMEYE KONULURKEN İYİYDİ

        NEYMAR’ın astronomik transferi, Financial Fair Play konusunu yeniden gündeme getirdi. Bu para futbol ekonomisinin karşılığı gibi görünmemekle birlikte ödendiğine göre, muhakkak bir hesabı var PSG’nin ve sahibinin. Bu hesabın politik olduğu iddia ediliyor. Olabilir. “Qatar”, futbolu ilk kez politize etmiyor. Şimdi Neymar için 220 milyon Euro ödediği Barcelona’ya da daha önce “Qatar Foundation” olarak milyonlar akıtıyordu. Miktar öylesine büyüktü ki, “Katalan Milli Takımı”yız diyerek formasına “UNICEF”ten başka reklam almayan Barcelona’yı bile yoldan çıkarmıştı. Konu sürekli miktar üzerinden tartışılıyor. O zaman şunu sormak lazım FIFA ve UEFA’ya: “Barcelona ve Real Madrid gibi kulüpler hiper star oyuncularına böylesine büyük serbest kalma bedelleri koyarken neredeydiniz? Nasıl olsa kimse veremez diye mi sesinizi çıkarmadınız?” Madem bu miktarlar futbolu kirletiyor, başında “Yok öyle şey” deseydiniz.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Cambaza bakmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar