Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YÜKSEK Seçim Kurulu gazetelere, televizyonlara yasak üzerine yasak koyuyor; yasaklara uymayanı, hatta yasaklara yaklaşanı ise hiç affetmiyor, hemen cezayı "dayıyor".

        YSK tarafından cezalandırılan gazeteci, özellikle de televizyoncu arkadaşlar da hemen YSK'ya "veryansın" etmeye başlıyorlar.

        Ben de Yüksek Seçim Kurulu'yla ilgili geçmişte yaşadığım bir olayı anlatayım da bu arkadaşları biraz olsun dikkatli olmaya sevk edeyim.

        Yıllar önce yine bir seçim dönemi.

        O günün Yüksek Seçim Kurulu, bana göre saçmasapan bir karar almış.

        Ben de bu kararı o dönemde yazmakta olduğum Hürriyet Gazetesi'nde "sert" hatta "ağır" biçimde eleştirmişim.

        Tabii ki YSK hemen dava açtı.

        Daha doğrusu YSK dava açmadı.

        YSK'daki 7'si asil, 4'ü yedek 11 üye, hakkımda dava açtılar.

        Dava günü geldi çattı.

        O dönemde Ankara'daki davalarımıza bakan, adının önünde de profesör unvanı olan avukatımızı aradım.

        "Abi, yarın YSK üyelerinin bana açtığı davanın ilk duruşması var. Gelmem gerekiyor mu?"

        Profesör unvanlı avukat abimiz, kendinden emin bir yanıt verdi:

        "Gerekmez Fatihçiğim. Yarın daha ilk celse. Seni ikinci celsede getirtelim, boşuna kalkıp gelme yarın."

        Ertesi gün davanın görülme saati 10.30.

        Profesör avukatım 11.00'de aradı.

        "Fatih ya, inanılmaz bir şey oldu. İlk celsede mahkûm oldun."

        "Nasıl olur abi, savunma bile yapmadan mahkûmiyet olur mu? Yarım saatte insan mahkûm edilir mi?"

        "Ne yarım saati Fatih, celse 12 dakika sürdü. Ben de hâkime aynı şeyi söyledim, 'Bu yazının nesini savunacakmış' diye kestirip attı" yanıtını aldım avukatımdan.

        "Eee abi şimdi ne olacak?"

        "Bir şey olmaz" dedi, "Merak etme, böyle mahkûmiyet mi olur, Yargıtay'dan döner."

        "Ne kadar sürer dönmesi?" diye sordum.

        "En az altı ay" dedi.

        "Peki" dedim, kapattık telefonu.

        15 gün sonra avukatım yine aradı.

        "Fatihçiğim, inanılmaz şeyler oluyor. Yargıtay rekor kırdı."

        "Ne oldu abi, anlamadım" dedim.

        "Senin ceza onandı. Yargıtay'dan 15 günde karar çıktığını ilk defa görüyorum" dedi.

        "Yok daha neler" dedim.

        "Vallahi onandı. 'Tazminat davası olduğu için ifadesinin alınmasına gerek görmemeleri normal' dediler. Onadılar" dedi.

        Böylelikle ben 12 dakikalık tek duruşma ve 15 günde Yargıtay onayıyla Yüksek Seçim Kurulu'nun 11 üyesine tazminat ödemeye mahkûm oldum.

        Türk adaletinin de hızına hayran kaldım.

        "Ne kadar ödedin?" diye merak ediyorsunuzdur.

        Hiç sormayın.

        Her birine 5'er milyar liradan, o zamanın parasıyla 55 milyar ödedim.

        Arkadaşlar bu durumu bilsinler, YSK'yla ilgili yazıp söylerken dikkatli olsunlar.

        Adalet, YSK için biraz farklı işliyor.

        İzansız yolsuzluk

        ELHAK doğru, bu ülke rüşvet yiyen de gördü, çalan da, hırsızlık yapan da!

        "Onlar da çaldı" savunması yaparak siyasi tercihindeki "lekeyi" temiz görmek isteyenlerin "Onlar da çaldı"sı bu yüzden doğru.

        Biz de gazeteci olarak çok gördük, çok yazdık çalanı çırpanı; devletin, milletin malını, parasını havaya savuranı.

        Gördük de, böylesini görmedik.

        Bu kadar izansızını, bu kadar organizesini görmedik.

        Yasal mı, yasadışı mı bilmediğim kayıtlardan söz etmeyeceğim.

        Fezlekeye girmiş, fezlekelere "yasal olarak" yazılmış iddialar bile "izansız yolsuzluğu" anlatmaya yetiyor.

        TBMM'ye giden fezlekeler nedir, ne değildir bilmiyorum ama Emniyet'in hazırladıkları ortalıkta geziyor.

        Oradan okuyoruz "izansız yolsuzluğu".

        Siyasete girmesinden önce bildiğimiz, tanıdığımız bir bakan üstelik de!

        İnanamıyorum yaptıklarına.

        29 yaşında bir "saygın, hayırsever" işadamıyla, Reza Zarrab'la telefonda konuşuyor sürekli.

        Dinlemeye yakalanmamak için 25 telefon edinmiş.

        Önce hangi telefonla konuşacaklarına karar veriyorlar, sonra da o telefona geçip dinlemeden kurtulmaya çalışıyorlar.

        Normal, sıradan, yasal, legal, ahlaklı bir işse eğer yapılan ve iddia edildiği gibi Türkiye'nin hayrına bir işse, neden bu 25 ayrı hat, 25 ayrı telefon.

        Ya buluşmalara ne demeli.

        Reza Zarrab, otomobiliyle bakanın konvoyunu takip ediyor, yolda uygun bir yerde konvoy duruyor, bakan 29 yaşındaki "saygın ve hayırsever" işadamı Reza Zarrab'ın otomobiline geçiyor.

        Konuşmak için ya da pazarlık için.

        "Saygın ve hayırsever" işadamı Reza Zarrab, yanına şoförünü bile almıyor ki "şahit olmasın" rezalete diye.

        Doğru vallahi.

        Türkiye soygun gördü, yolsuzluk gördü, hırsızlık gördü.

        Ama bu kadar izansızını, bu kadar fütursuzunu, bu kadar açgözlüsünü görmedi.

        Fezlekeler dört dörtlük

        İNTERNET ortamında dolaşan fezlekeleri iyi bir hukukçuya sordum.

        "Bunlar da üfürme, baştan savma iddialarla yazılmış, hiçbir sonuç vermeyecek fezlekeler olabilir mi?" diye.

        Hukukçu dostum fezlekeleri okumuş, daha doğrusu incelemişti.

        "Şu kadarını söyleyebilirim ki, bunlar benim meslek hayatımda gördüğüm en iyi hazırlanmış fezlekeler" dedi.

        Bunu neye dayanarak söylediğini sordum.

        "Evrensel hukuk anlayışı içinde kaleme alınmış. O kadar ustaca ve o kadar doğru bir biçimde yazılmış ki, Türkiye'de böyle bir fezleke yazacak Emniyet görevlileri olmasına şaşırdım.

        Önce meselenin uluslararası boyutu anlatılmış. Türkiye'nin bağlı olduğu anlaşmalar ve taraf olduğu sözleşmelerin hukuki durumu irdelenmiş. Sonra Türkiye'de olan biten, mantık çerçevesi iyice çizilerek anlatılmış ve ardından da bunun neden ve nasıl bir suç oluşturulduğu yazılmış. Gerçekten çok iyi."

        "Peki, yazım dili ve üslubu dışında içerik olarak nasıl bu fezlekeler?"

        "Suçun tarifi yapılmış. Evrensel tarifi. Sonra bunun Türkiye'deki siyasetçiler ve bürokratlar tarafından nasıl işlendiği anlatılmış, ardından da suçun işlenmesiyle ilgili bütün deliller net bir biçimde eklenmiş. Dört dörtlük bir çalışma olmuş."

        "Bunlar TBMM'ye giden fezlekeler mi?"

        "TBMM'ye giden fezlekelerde ne olduğunu bilmiyorum. Benim anladığım kadarıyla bunlar Emniyet'te hazırlanan fezlekeler. Büyük ihtimalle değiştirilen savcılar bu fezlekeleri de değiştirmişler ve TBMM'ye farklı fezlekeler göndermiş olabilirler."

        "Peki bundan sonraki hukuki süreç ne olur?" diye sorunca muazzam bir yanıt alıyorum.

        "Bu fezlekeleri hazırlayanlar mahkûm olur. Hepsi hakkında soruşturma ve dava açılır."

        "Ben onu sormuyorum, fezlekelerde adı geçenleri soruyorum."

        "Onlara şimdilik bir şey olacağını zannetmiyorum. Ama şimdilik."

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Torba davaların masumlara değil suçlulara yaradığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar