Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        17 Aralık'ta ortaya dökülen onca rezalet arasında açık söylüyorum, beni en fazla şaşırtan Zafer Çağlayan oldu.

        20 yıldır tanıdığım Zafer Çağlayan'ın adını bu soruşturma içinde, hatta en göbeğinde görünce hem şaşırdım, hem üzüldüm.

        Yıllar önce, çocukluk arkadaşım, şimdinin İstanbul Sanayi Odası Başkanı Erdal Bahçıvan'ın "hemşerisi" olarak tanıştırdığı, Ankara Sanayi Odası'nın parlak yöneticisi o iddiaların muhatabı olmamalıydı.

        Büyük hayal kırıklığı yaşadım.

        Milyon dolarlık rüşvet iddiaları ve bir de 700 bin TL'lik Patek Philippe saat.

        Önceki gün, Zafer Çağlayan ve suçlanan diğer bakanlar kendilerini savundular.

        Zafer Çağlayan saat meselesiyle ilgili olarak, "Garantisi benim adıma. Bir gazetede ilanını gördüm, çok beğendim. Reza Zarrab aldı ama ben kendisine parasını ödedim" gibi cümleler sarf etti.

        İnanana...

        700 bin TL elden verilmeyeceğine göre bir dekont, bir havale makbuzu, bir banka transferi falan göstermeliydi.

        Vergi kanunlarına göre bu kadar büyük bir parayı "elden" vermek bile suç.

        Onu bir tarafa bırakırsak, saatleri, hele hele Patek Philippe saatleri bilen birisi olarak Zafer Çağlayan'ın "Garantisi benim adıma" cümlesine çok güldüm.

        Bilmeyenler için anlatayım.

        Patek Philippe saatlerin garanti kâğıdında isim yazmaz.

        Saatin referans numarası, seri numarası yazar.

        Satıcının mührü ve kaşesi yer alır. Tarih yazar.

        Garanti isme değil saate verilir.

        Ama bir Patek Philippe saat aldıysanız kutusundan bir zarf ve bir kâğıt çıkar.

        Saati kim kullanacaksa, bu kâğıtta istenilen bilgileri doldurur ve kutudan çıkan zarfa koyup Patek Philippe'e yollar.

        Böylelikle Patek Philippe'in "müşteri listesinde" yerini alır.

        Listeye girmenin yararı şudur:

        Eğer iyi bir Patek Philippe müşterisi haline gelirseniz, Patek'in sınırlı sayıda ürettiği ve bulunması hayli zor saatleri alabilmeniz için size öncelik tanınır.

        Firma da saatlerini takip etme imkânı bulmuş olur.

        Zafer Çağlayan'ın, "Gazetede ilanda gördüm, beğendim" cümlesi ise iyiden iyiye komik.

        Patek Philippe gazete ilanı pek vermez.

        Avrupa ve Amerika'da bazı gazetelerde çok ender olarak bayilerin verdiği ilanlar çıkar. Patek Philippe ilanları genelde dergilerde yer alır.

        Ama o ilanlarda da Zafer Çağlayan'ın kolundaki 5101G gibi "çok pahalı" saatler değil, biraz daha "harcıâlem" saatler görsel olarak yer alır.

        Patek Philippe'in müşterilerine ulaşma yeri gazete ilanları değil, yılda birkaç kez müşterilerine yolladığı Patek Philippe dergisidir.

        Firma burada ürettiği değil, üreteceği modelleri de duyurur ki, meraklıları önceden sipariş verebilsin diye.

        Yani diyeceğim o ki, Çağlayan'ın "saat savunması" bana hiç ama hiç inandırıcı gelmedi.

        Gerisini siz düşünün.

        Not: Bu yazıyı dün kaleme aldım, ama yerim dar geldi. Bugüne kaldı. Kusura bakmayın.

        CELAL HOCA'DAN MEKTUPLAR

        Dünyayı bilmek

        ÇOK sevgili dostum Prof. Celâl Şengör, zaman zaman bana küçük mektuplar yollar. Bazen gidip gördüğü bir yerle ilgili keyiflerini, bazen bilimsel çalışmalarındaki heyecanlarını, bazen siyasetle ilgili fikirlerini.

        Ben de kendisinden izin alarak, zaman zaman bu mektuplarını sizlerle paylaşacağım.

        İlki bugün:

        "Sevgili Fatih,

        26 Nisan'da geldiğim Viyana'dan yarın, yani 4 Mayıs'ta ayrılarak İstanbul'a dönüyorum. Her sene en az bir defa geldiğim bu güzel Tuna şehrine bu seferki gelişim, burada yıllık olarak yapılan Avrupa Yerbilimleri Birliği'nin (European Geosciences Union: EGU) yıllık toplantısına katılmak ve 2014'te ölümünün 100. yıldönümü münasebetiyle Avusturya Bilimler Akademisi tarafından düzenlenen Eduard Suess (1831-1914) anma töreninin ana konuşmasını yapmaktı. Viyana'ya geleceğim belli olunca, EGU Başkanı Prof. Günther Blöschl orada da, birlik sempozyumlarından birinde davetli bir konuşma yapıp yapmayacağımı sordu.

        Ben de memnuniyetle dedim.

        O konuşmamda, Nature Geoscience Dergisi'nde yayınlandığı haberini senin geçenlerde bir yazında verdiğin Merkür ve bir de Merih hakkındaki araştırmalarımızın sonuçlarını özetledim.

        Bütün dünyadan 11.000 yerbilimcinin katıldığı EGU yıllık toplantısının bu sene ilk kez bir 'çerçeve teması' vardı. Tema, adını Eduard Suess'ün büyük eseri Das Antlitz der Erde'den alıyordu: 'Arzın Çehresi.'

        1883-1909 yılları arasında aslında beş ciltte tamamlanan fakat üç numaralı cilt olarak yayımlanan (Ia, Ib, II, III/1 ve III/2) bu eser modern jeolojinin mübeşşiridir. Bu eser yayımlanana kadar jeoloji hemen tamamen Avrupa ve Kuzey Amerika'da yerel gözlemlerle yapılan ve yöntemi tam oturmamış bir bilimdi. Bu bilimin amacının tüm yerkürenin yapısını, davranışını ve tarihini öğrenmek olduğunda fikir birliği olmasına rağmen, bunun nasıl yapılacağı konusunda jeologlar ortak bir karara varabilmiş değillerdi.

        Dünyanın geçmişi hep tekdüze bir tarihle mi karakterize oluyordu veya arada bir tüm dünyayı kaplayan ve yaşamı neredeyse yok olmanın eşiğine getiren büyük afetler olmuş muydu?

        Dünya üzerindeki tabakalı çökel kayacı paketlerinin sınırlarını kıtaların aşağı yukarı salınması mı oluşturuyordu, yoksa bunlar büyük sellerin eserleri miydi?

        Yaşam yavaş bir evrimle mi değişiyordu, yoksa onun temposunu dünya çapındaki felaketler mi tayin ediyordu?

        Tüm bu konularda fikirler muhtelifti. Bu çeşitliliğin nedeni de hiç kimsenin tüm dünya üzerine dağılmış bulunan gözlemleri derleyerek bunlardan bir sentez denemesi yapmayı ya düşünmemiş olması ya da bu muazzam işe cesaretinin yetmemesiydi. İşte Suess bu dev işe kalkıştı.

        Suess'ün kullandığı yöntem, bütün dünyadaki bölgesel verilerin bir çerçeve model içerisinde eleştirel bir bakış açısından birbiriyle karşılaştırılmasıydı. Sonuç ise muhteşem oldu. Geçmişte bugünkülere benzemeyen kıtalar olduğunu fark etti Suess; bunları birbirinden ayıran eski bazı okyanuslar bugün bu kıtaların arasında yükselen Alp-Himalaya sistemi veya Urallar gibi dağ kuşakları boyunca sıkışıp kaybolmuşlardı. Bu okyanusların dibinde çökelmiş kayaç katmanları günümüzde Himalayalar gibi, Toroslar veya Alpler gibi yüce dağların tepesinde karşımıza çıkıyor, o zaman yaşamış canlıların ilginç fosillerini, yani taşlaşmış kalıntılarını içeriyorlardı.

        Okyanuslar ortadan kalkınca daralan havzalardan sular taşıyor, denizler geniş alanlar kaplıyordu. Başka yerde yeni bir okyanus oluşup, eski bir kıta parçalanınca sular bu yeni havzaya çekildiğinden bu sefer geniş kara alanları dünyanın coğrafyasını oluşturuyordu. İklim ve yaşamın evrimi bu tempoya bağlı olarak gelişiyordu.

        Suess eserinin sonunda, gezegenimizdeki canlı yaşamının gezegenin fiziksel tarihine sıkı sıkıya bağlı olduğunu, bu tarih bilinmeden, dünya üzerinde emin ve rahat bir yaşam sürmenin olanaksız olduğunu dile getirmiştir.

        Aynı zamanda Avusturya-Macaristan İmparatorluk parlamentosunda bir milletvekili olan Suess, jeoloji bilgisini halkının emrine sunmuş, Viyana'yı dünyanın en iyi içme suyuna kavuşturduğu gibi, her taşkında tifo ve kolera salgınları yaratan Tuna'yı da terbiye edecek bir kanal sistemini hayata geçirmiştir.

        Avusturya Bilimler Akademisi, bu büyük jeoloğu anlatmam için beni davet ederek bana çok büyük bir onur verdi.

        Türkiye'deki politik gelişmeler tüm dünyadaki, her biri içten bir Atatürk Türkiyesi hayranı olan bilgin dostlarımı da çok üzmekte ve telaşa sevk etmektedir. Ben oradayken basın hürriyeti açısından bu hürriyetin olmadığı ülkeler sınıfına atıldığımızı duydum.

        Sonumuz bilimin ışığında refah ve mutluluk yerine, hurafe karanlığında iç savaş gibi görünüyor. Komşumuzdan bile ders alamayacak kadar körleştik. Ne yazık!

        Gelince görüşmek üzere, sevgili kardeşim,

        Celâl"

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Dostlarımızı sadece hatır sormak için aradığımız zaman.

        Diğer Yazılar