Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SONU ölümle biten şiddet olaylarında akla ilk gelen konu, cani/ler/e verilecek cezanın yeterince caydırıcı olup olmayacağı... Özgecan’ın hunharca katli sonrasında hemen “Asalım” çığlıklarının yükselmesi bu yüzden şaşırtıcı değil.

        Özellikle de, hayatının yarıdan fazlası yurtdışında geçmiş diplomat kökenli bir bakanın, “Benim kızıma yapılsaydı, silahımı alır, cezasını kendim verirdim” demesi sonrasında...

        Daha ilk günden başgösteren “İdam cezası geri gelsin” tartışması kolay kolay sonlanacağa benzemiyor...

        Cezalarda asıl olan, sadece suç işleyenle sınırlı kalmaması, aynı türden suç işleyebilecekler üzerinde “caydırıcı” da olmasıdır. Bu sebeple, ceza ne kadar şedit olursa, caydırıcılık özelliğinin de o denli etkili olacağı düşünülür.

        İnsanlık tarihinin son 40-50 yılına kadar cinayet suçu işleyenlere verilen ceza “idam” idi. ABD’nin birçok eyaletinde bugün de “idam” cezası uygulanıyor; asarak idam etmiyorlar, ama cinayeti taammüden işlediğine jürili yargının karar verdiği kişilerin hayatına son veriliyor.

        Kıta Avrupa’sında “idam” cezasının kaldırılması sanıldığı kadar kolay olmadı. Hayli tartışmalardan sonra, haklarında yanlış hüküm verilmiş aslında masum olan insanların yaşama hakkını gasp ettiği gerekçesi etkili oldu. Bir kişiyi haksız yere ölümle cezalandırmaktansa, ölmeyi hak eden canileri hayatları boyu cezaevinde tutmak yeğlendi.

        Türkiye’de hukuk sisteminde “idam” cezası 10 yıl öncesine kadar varlığını korudu; 2002 yılı başında çıkan yasayla çok dar bir alana hapsedilmiş iken, 2004 yılında çıkarılan düzenlemelerle, “idam”, bütünüyle kaldırıldı. Ancak sistemde yeri olduğu halde, 1984’ten itibaren, mahkemelerin verdiği idam cezaları, TBMM tarafından onaylanmadığı için, zaten uygulanmıyordu ülkemizde.

        Uygulama konusunda TBMM’nin isteksiz davranmasının sebebi, idam cezasının yoğun biçimde “siyasiler” için kullanılmış olmasıdır. 1980-1984 arasında çoğu genç tam 25 kişi hayatını idam sehpasında kaybetti; 12 Eylül (1980) askeri cuntasının “bir sağdan, bir soldan” ölçüsüne uyularak...

        27 Mayıs (1960) darbesini gerçekleştirenler, önceki 10 yıl ülkeyi yönetmiş DP kadrosundan 3 kişiyi (Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan) idam etmiş, 12 Mart (1971) darbesinin etkisini sürdürdüğü dönemde de “sol” kesimin 3 simge ismi (Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan) idam sehpasına gönderilmiştir.

        “İdam” cezası bizde siyasetle o kadar içli dışlıdır ki, idam sehpalarının kurulduğu alana “meydan-ı siyaset” (siyaset meydanı) adı verilir.

        Böyle bir arka planı olduğu için, idam cezasının kaldırılması konusu gündeme geldiğinde, sağ ve sol partiler, olumlu oy kullanmakta zorlanmadı. 2002 düzenlemesini Meclis’e taşıyan hükümete MHP de ortaktı.

        İdam cezası kuşkusuz etkili; ancak o tür cezayı gerektiren suçlara şimdilerde verilen “ağırlaştırılmış müebbet” de bayağı etkili bir ceza. İdamda bir kereliğine boynunu ipe uzatıyorsunuz caninin ve canını alıyorsunuz; “ağırlaştırılmış müebbet” cezasında ise her gün can korkusu duyuyor cani ve hayatı boyu da duymaya devam ediyor...

        Eskiye dönülür ve idam cezası yeniden getirilir mi? 100 yıl önce siyasi sebeplerle idam cezasının kaldırılması yönünde bir tartışma sürerken, terörün kol gezdiği günümüz dünyasında, idamı geri getirme konusu tartışılıyor.

        Bakarsınız gelir ve biz de uyarız.

        İyi mi olur? Çok kuşkuluyum.

        Diğer Yazılar