Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÜLKEYİ çağdaş demokrasiyle tanıştırmak üzere yola çıkmış bir siyasi kadronun, geçmişte çok denenmiş ve deneyene yararı olmamış “yasakçı” tutumu benimsemesinin tasvip edilecek bir yönü yok...

        21. yüzyılın hızla aktığı günümüzde “yasakçılık” garip kaçıyor.

        Bunu bir tarafa not edelim.

        Not edilmesi gereken ikinci garabet, amaçları birbirine yakın iki yol arkadaşının, hoş olmayan bir kavga sonucunda ayrı düşünce, birbirlerine karşı takındıkları kahredici tavırdır.

        Kahredici... Yani, karşısındakini yok etmeyi amaçlayan...

        Hangisi yok edilirse karşısındakinin bundan yararlanması mümkün olmadığı gibi, yok etme sürecinin yok etmeye çalışanın üzerinde bırakacağı zehirleyici etki geride kalanı da kahredebilir. Bu kavgadan ölümcül yara almadan çıkmak imkânsız görünüyor...

        Madem bana garip gelen noktaları sizlerle paylaşıyorum, bu ikinci garabetin tamamlayıcısı durumunda olan üçüncüyü de kayda geçireyim: Kavganın ölümcül olduğunu tek gören herhalde ben değilim; her iki tarafta da aklı başında, doğru ile eğriyi birbirinden ayırabilecek insanlar var... Ancak onların sesi duyulmuyor; buna karşılık bazısının geçmişi karanlık, bazısı ne idüğü belli olmayan tipler ön saflarda ve kavgayı kızıştırmakla meşgul...

        Siyasi hayatı içinden çıkılmaz bir hale dönüştürdü bu durum. Medyanın hedef haline getirilmesinde de bunun etkisi büyük. Safların bu denli keskinleşmiş olması, kavganın taraflarının dövüşmeyi medya üzerinden yürütmesi sebebiyle...

        Dördüncü garip nokta ise en önemlisi...

        Zaman Gazetesi’nde kuruluşundan itibaren 12 yıl önemli görevler üstlendim. Henüz Cemaat bağlantısı olmadığı ilk döneminde genel yayın yönetmeniydim; daha sonra başyazarı ve Ankara temsilcisi olarak görev yaptım.

        Cemaat’in medyaya ilk girişi Zaman Gazetesi’yle olmuştu.

        Gazetenin yayın kadrosuyla sermaye koyanlar arasında sürtüşme yaşanmaması, iki tarafın katkısıyla daha en başlarda (1980’lerin sonu) kaleme alınan 11 maddelik “yayın ilkeleri” sayesinde sağlanıyordu.

        İlkelerin konumuzla ilgili birkaçı göz açıcı olabilir: 1) Açık kapalı herhangi bir partinin iltizam edilmemesi (kayırılmaması). 2) Siyasi şahısların gelişigüzel tenkit edilmemesi, haklı dahi olsa abartılmaması. 5) Hizmet yolu olarak yalan haber ve sansasyona katiyen gidilmemesi. 6) Hangi cephede olursa olsun, yanlış düşünceler ilmî ve yapıcı kritiğe tabi tutulsa bile o düşünceyi temsil eden şahıslarla açıktan uğraşılmaması.

        Sanıyorum, bu 4 ilke, benimsenen yayın politikasına ışık tutuyordur.

        Aslında “yerli olma” iddialı her gazetenin özümsemesi gereken ilkeler bunlar...

        Peki o iddiayı taşıyan yayın organları bugün bu ilkelere uyuyorlar mı? Sözgelimi partilere yaklaşımda? Tenkitlerin niteliğinde? Abartmalarda? Yalan ve sansasyonel haberde? Şahıslarla açıktan uğraşılmaması noktasında?

        Sonuncu (11.) olarak “İlahlarına sövüp ilahınıza sövdürmeyin düstur-u âlisiyle hareket edilmeli” ilkesi belirlenmişti o günlerde. Bu ilke de ayaklar altında.

        Evet, iktidar bozuyor, ama galiba medyayla içli dışlı olmak ondan daha fazla bozuyor.

        Kavga çıkalı bir hesaba göre 2, bir başka hesaba göre 3 yıl olacak; daha ilk günden başlayarak gelişmeleri izlerken “Tarafların medyaya erişimi bu kadar kolay ve yoğun olmasaydı veya elleri kalem tutanlar ile ekranlara çıkanlar evrensel ilkelere uysaydı, kavga bu denli kahredici olur muydu?” diye düşünüp durdum.

        Yazık değil mi?

        Diğer Yazılar