Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Defalarca Türkiye'nin milli ilaç noktasında zayıf düştüğüne dikkat çekmiş, yerli ilaç vurgusu yapılarak yabancılara satılan Türk ilaç şirketlerinin nasıl elden çıkarılmak zorunda bırakıldığına vurgu yapmıştım. Evet, yerli ve milli kavramlarını bundan sonra her sektör için dikkatli okumamız, hatta yerinde kullanmamız gerekiyor. Ancak milli ilaç üretilmesine karar vermekle, bugünden yarına da başarılı olacağımız noktasında iddialı sözler söylemek doğru olmaz. Zira çok eksiğimiz olduğu gibi bu konuya vizyoner bir bakışımız da yok.

        "TÜBİTAK'ın destekleyeceği milli ilaç projesine 26 konsorsiyum olur verdi. Milli ilaçla, kanser, böbrek yetmezliği, şeker, hepatit gibi hastalıklar tedavi edilecek, 4 milyar dolarlık ithalat frenlenecek." Bu hafta gündeme gelen haberin özeti böyle.

        Ancak bu frenleme sanıldığı gibi kolay olmayacak, sabır gerektirecek ve zaman alacak. Bu arada içeride üretmeye çalışırken, umarım dışarıdan ihraç etme şansımız olanları da kaybetmeyiz. Çünkü ilaç fiyatlandırılmasında, maliyet hesabında, milli şirketlerin geleceğini düşünen, Türkiye'nin sağlık endüstrisinde nasıl atılım yapacağına kafa yoran bir yapı henüz yok. Hatta sektörü anlamayan birde sivil toplum kuruluşları ve başkanları var. İşte size bir örnek;

        Türk Eczacıları Birliği Başkanı Erdoğan Çolak bunlardan birisi. Geçen haftalarda Sabah'ta çıkan röportajını okuyunca ben utandım. Çolak diyor ki: "Kalitesiz üretim yapan firma kapatılmalı, ilaçlar toplanmalı." Arkadaşın ilaçta kalitenin nasıl düştüğü ve denetimin nasıl yapıldığı hakkında bir fikri bile yok. Sağlık Bakanlığı'nın ilgili birimlerinin ilaç denetimi noktasında nasıl çalıştığını, kontroller yaptığını ve lüzumlu hallerde bazı ilaçların toplatıldığını da bilmiyor galiba. Sorun, son yıllarda kalitesi düştüğüne dikkat çekilen ilaç oranları hakkında, yetkili makamların yaklaşık 3 yıldır açıklama

        yapmamalarında.

        Şimdi böyle bir sektörün 4 milyar dolara varan ithalatını frenlemek için Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün'ün, "Biyoteknolojik ilaç için çağrıya çıktık, beklediğimizden çok daha fazla başvuru geldi, 26 konsorsiyum çıktı"şeklindeki beyanını ben okurken heyecanlanmıyorum. Çünkü bu alan,

        sadece şirketlerle başarılı olunacak bir alan değil. Bunun olmazsa olmazı başka kurum ve kuruluşlar var. En başı da üniversiteler çekiyor.

        25 Nisan 2013'te bu konuyu gündeme taşımış, Chicago'daki Biyoteknoloji Fuarı'ndan şu notu düşmüştüm: Biyoteknoloji noktasında Türkiye üniversite-endüstri işbirliğinde 97'nci sırada. Ayrıca biyoteknoloji yatırımı yapılabilir ülkeler arasında 2009 yılında 30'uncu konumdayken, 2010'da 34'e, 2011 'de 39'a, 2012'de ise 42'ye gerileyip yatırımlar küçülürken, Türkiye'de ilaç pazarı ise büyümeye devam etti. Yani pazar büyürken, bizim ilaç üretimine bakışımız giderek küçülmüş. Vizyonerlikbu olsa gerek.

        Şüphesiz Bakan Ergün doğru yolda, ama konun daha etraflıca, diğer bakanlıklarla, sektörle ve üniversitelerle değerlendirmeye ihtiyacı var.

        2013'te en fazla ziyaret edilen 10 şehir

        Yakın zamanda New York, Singapur ve Dubai'ye gittiğimden, en fazla ziyaretçi alan şehirlerin, ziyaretçi çekmede neden başarılı olduklarına dair en önemli tespitim şu: Buralarda değişim planlı ve iyi yönetiliyor.

        Mesela Singapur ciddi bir dönüşüm içinde. Önceden alışveriş denince akla gelen ve Dubai'nin arkasından koştuğu bu şehir, bambaşka bir vizyonla yapılandırılarak yaşanacak, vakit geçirilecek, uzun boylu tatil yapılacak, hatta imkân bulunursa çalışmak için tercih edilecek konumuyla dikkat çekiyor. Master Card'ın desteğiyle The Travellers Zone araştırmasına göre, İstanbul'un 6'ncı olduğu en fazla ziyaret edilen 10 kent şöyle:

        Diğer Yazılar