Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Refik Anadol, modern sanatı değiştiren, bilgisayarı duygularla buluşturan bir dâhi. Amerika’da yaşayan bir Türk ve Amerikan kültürünün en önemli yapılarında ışık-ses-kodlama ve artırılmış gerçekliğin iç içe geçtiği enstalasyonlar yapıyor. Şu aralar, Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeki “40 metre/4 duvar/8 küp” sergisinde “Infinity Room” adlı eserini görebilirsiniz.

        Kodla üretilen bir gerçeklik dramaturjiye sahip olabilir mi? Bir oda kendi sanatını, kendi sesini yaratabilse neler olur? Sanat eserini gezen kişi sanata ne kadar dâhil olabilir? Ya da sadece 6 yüzü de ayna olan bir küp alanın içinde kaç değişik selfie çekebilirsiniz? Refik Anadol’un hazırladığı Infinity Room, tıpkı aynalarla yarattığı katmanlar gibi farklı derinliklerde sorular getiriyor akla.

        Artnivo.com tarafından temsil edilen sanatçıların izleyiciyi sanata dâhil ettiği 40 metre uzunluğundaki alanda, birbirine bitişik 8 odanın her birinde farklı deneyimler yaşıyorsunuz. Son odada ise tüm algılarınızı değiştirmek için 1985 doğumlu Refik Anadol’un Infinity Room/Sonsuzluk Odası sizi bekliyor.

        Çağdaş sanat dünyasında Refik Anadol son zamanlarda özellikle yabancı sanat basınının gözdesi. Biz de fırsattan istifade onu eğimli aynalardan oluşan küpünün içinde yakaladık ve sohbet ettik.

        ■ Infinity Room fikri nasıl ortaya çıktı?

        Geçen yıl okuldan mezun oldum ve mezuniyet tezimin konusu mimarinin kanvas, ışığın da materyal olmasıydı. Tesseract isimli bir geometrik form var. Bir küpün sürekli kendini geliştirip değiştirme hikâyesi. Uzun süredir kodla görsel üretiyorum. Bilgisayara en hâkim olduğumuz, en üst seviye noktası kod. Bu yüzden odanın tamamı önceden kodlarla bilgisayarda tasarlanmış bir biçimdeydi. İş, ışığın materyal olması ve bu odanın kendini sürekli değiştirebilmesi olarak başladı. Tavan ve tabanın ayna olması ise bir nevi sonsuzluk etkisi yaratıyor. “Bir bilgisayarın yapay zekâsı bir mekânı yaratmaya çalışıyor olsaydı nereden başlardı” sorusu, Infinity Room’un temeli.

        ■ Mekânın bir duygusu ve zekâsı olmasıyla ilgili düşünceleriniz...

        En son Los Angeles Filarmoni Orkestrası’yla bir proje gerçekleştirdim. O projeyi yaparken merak ettiğim bir şey vardı: Gerçekten mekânın kendisine bir yapay zekâ uygulayabilseydik, bu performans sanatları gibi bir alanda ne işe yarardı? Oradan yola çıkarak “Bunu daha minimal ölçüde nasıl yapabiliriz” diye düşündüm. Çünkü küp, çok basit bir form. Boyu, köşeleri var. İçerisinde adım atabiliyorsunuz. O yüzden Artnivo’nun bu konsepte yer vermesi çok iyi oldu. Fikir oluşmaya başladığında ayna yerine LED ışığı, televizyon gibi bir materyal düşünmüştüm. Ama bu hem çok masraflıydı hem de çok zorlayacaktı. Özel bir yazılımla ışığı projekte ettik. Odanın küçüklüğü ve yansıtılması gereken alanın büyüklük denklemi, tavanın ayna olması sebebiyle algının değişmesi gibi faktörler vardı. Bir de ses tasarımı var tabii. “Mekânın içindeki animasyon, ses üretse nasıl olur?” diye düşündük. Acaba bir animasyon, bir videoart sese dönüşebilir mi? Daha şiirsel olmasını istedik sesin. Yaklaşık 2 ay boyunca sadece bunun için çalıştık ama değdiğini düşünüyorum.

        ■ Kaç farklı sahne yansıyor odaya?

        Dönen 6 farklı algoritma var. 12 dakikaya yayılmış bir halde devam eden bir hikâye.

        ■ Daha önceki işlerinizi de düşününce, Alfred Hitchcock’un filmlerinde bilinçaltına yönelik kullandığı sesler gibi, farklı yöntemlerle izleyicinin algısıyla oynuyormuşsunuz gibihissediyorum.

        Çok doğru. Bir mekân yaparken zekâyı konuşmaya başladıysak, “Onun müziği nedir?” sorusu da akla geliyor ister istemez. Daha atmosferik, sayko-akustik denen hep duyduğumuz ama tanımlayamadığımız, arka planda hep var olan sesler serisi. Bu konu çok ilgimi çekiyordu çünkü içinde olduğumuz şeyden bir an da olsa dışarı çıkabilme ihtimali, o ferahlık müzikte var. Bunu zaten koda yazılan bir görsele eklemek de daha kolay oldu. Sistemin zaten kendi sınırları vardı, biz de yeni bir sınır eklemektense izleyicinin bilinçaltındaki genişliğine hitap etmeye karar verdik.

        KESKİN GERÇEKLİK

        ■ Sizin işlerinizi mimarinin dış cephesinde görmeye alışkınız. Son zamanlardaysa iç mekânlara yönelmeye başladınız... Bu değişiklik neden?

        Dış cephe işleri belirgin, nereye gidebileceği daha belirli. Ancak galeriler yeni bir yolculuk tanımlıyor. Çünkü beyaz küp çağdaş sanatta sık sık kullanılacak bir yapı formu. Kodun işin içerisine girmesiyle birlikte bence yepyeni bir çağ açıldı. Bir makinanın devamlı kendini geliştirme imkânı, söz sahibi olabilmesi demek. Tabii ki sanatçının rolü her zaman orada var ancak bu yeni gerçeklik algısı dış mekândan daha farklı. Dış mekânda çok fazla değişken var. Hava durumu, cadde ışıkları, geçen arabalar vesaire. İç mekânda daha fazla kontrol sahibisiniz. Yarattığınız gerçeklik daha keskin anlatılabiliyor. Daha keyifli oluyor.

        ■ Peki teknolojinin sanatın içine bu kadar girmesi, romantikliğini yok etmeye mi yoksa başka boyutlara çekmeye mi başladı?

        Başka boyuta çektiğini düşünenlerdenim. Çünkü olasılık arttıkça yaratıcı güç tahmin edilemez derecede derinleşiyor. Dijital kültür, genimize kadar işleyen bir süreç. Kuvvetle muhtemel yarım asır sonra baktığımızda bugünler çok hızlı gelişme süreçleri olacak. Bunu görenlerin ortaya çıkardıkları da tarihi yaratacak.

        ■ Siz, yaptığınız işlerle kişinin duygularını tamamen manipüle edebiliyorsunuz. Bu birazcık korkutucu. Dünyayı artık sanatla yönetebileceğimiz noktaya gelebilir miyiz ileride?

        Evet, muhtemelen. İçerideki boya kokusu bile ortamla birleştiği zaman soyut bir görsel algı oluşturuyor. Gerçeklik kontrolü artık eskisinden çok daha farklı. Bu işler de zaten sanatçıların rüyalarının ufak ufak parçaları gibi görünüyor. Asla olmaz dediğimiz şeyler birleşip paylaşılmaya başlanıyor.

        'GELECEĞİN HEYKELLERİ NE KADAR AKILLI OLABİLİR?

        ■ Walt Disney gibi Amerikan kültürünün mihenk taşı olan bir isim için, bir Türk olarak eserler yapıyor olmak nasıl bir deneyim?

        Walt Disney, Hollywood gibi kitleleri yöneten bir kurum. Söz sahibi bir aile. Amerika’da kültür sanat mecrasında söz sahibi kişiler, varlıklı aileler sanatın gelişmesi için yatırım yapıyor.

        ■ İstanbul’da hangi yapının üstünde çalışmak isterdiniz?

        Ayasofya’da çalışmak çok isterdim. Çağdaş mimari arayışından ziyade zaten var olan ve çok şey söyleyen, bir hafızası olan mekânlar inanılmaz ilgimi çekiyor. Milyonlarca insanın hafızasından geçmiş, farklı dinlere ev sahipliği yapmış, çok değerli ve anlamlı bir hafızası var Ayasofya’nın.

        ■ Yeni projeleriniz var mı? San Francisco’da bir proje var. Ürettiğimiz ilk kalıcı eserlerden biri. Geleceğin heykelleri ne kadar akıllı olabilir?

        Bronz heykelin yerini ışık alsa ortaya ne çıkar, hızı ne olur? Daha tekrarsız, daha değişken bir şey hayal ediyorum. Şehrin havasıyla birlikte değişen... Bir heykelin duygusu, algısı, hafızası olabilir mi? San Francisco’da bunu deneyimleyeceğiz.

        ZORLU'DA BİR ETKİNLİK DAHA

        Zorlu Performans Sanatları Merkezi, İstanbul Bienali ile eşzamanlı olarak bir etkinliğe daha ev sahipliği yapıyor. İsmail Eğler, Nezih Vargeloğlu, Nil Aynalı Eğler ve Elif Tekir, “Süblim” adını taşıyan “mekâna özel” işlerini Zorlu PSM’nin ön cephesinde gerçekleştiriyor. İlk anda sis duvarı olarak izleyicinin karşısına çıkan Süblim, yoğunlaşıp tene değen su zerreciklerine dönüşerek izleyiciyi farklı bir deneyimle karşı karşıya bırakıyor. Artnivo. com işbirliğiyle hayata geçirilen yerleştirme, 6 Eylül tarihinden itibaren 1 Kasım’a kadar her gün 12.00 ve 17.30 saatlerinde ücretsiz olarak izlenebilecek. (Sadece 23, 24, 25 ve 31 Ekim tarihlerinde seanslar 10.30 ve 17.30 olacak.)

        Diğer Yazılar