Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        29-31 EKİM FİLMLERİ

        Ayla Dikmen ve Ajda Pekkan'ın hayatından esintiler taşıyan şarkıcı melodramı "Unutursam Fısılda", temelde 70'lere adanmış bir pop müzik güzellemesi... Ama Yeşilçam melodramı tabanını sığ ağlatma taktikleri, hesaplı performanslar ve TV dizisine uygun bir kurguyla süslemek pek geçerli olmamış. Çağan Irmak'ın yeni yapıtını, sadece özenli sanat yönetimi, Kenan Doğulu'nun dönemin ruhunu iyi yansıtan besteleri ve Farah Zeynep Abdullah'ın bir filmi daha sırtlayıp götüren başarılı başrol performansıyla anacağız.

        "Babam ve Oğlum" (2005) ve "Dedemin İnsanları"nda (2011) tarihi olaylarla bağını gördüğümüz Çağan Irmak, bu kez 70'lerin pop müzik furyasını keşfe çıkıyor. Ayla Dikmen ve Ajda Pekkan esintileri taşıyan Ayperi'nin geçmişten günümüze uzanan hikayesi, bir şarkıcı melodramı olarak beliriyor. Aydınlatıcı olması açısından yakın zamanın Türk filmlerini düşününce "Neredesin Firuze"nin (2004) "Şarkıcı"yla (2001) birleştiğini söyleyebiliriz.

        SANAT YÖNETİMİ BAŞARILI

        Geçmişte geçen bölümlerde Unkapanı Plakçılar Çarşısı’ndan iç mekanlara kadar, özenli sanat yönetiminin camp (bilinçli bayağılık estetiği) bir duygu hissettirdiği kesin. “Unutursam Fısılda” (2014), belirgin isminden başlayarak bir şarkıyla, bir tınıyla cezbetme arzusunu Yeşilçam melodramının damarlarına transfer ediyor. Tipik Irmak özellikleriyle donatılıp, 70’ler ile 2000’leri ‘ağlatma numaraları’ ile bir araya getiriyor. Oyuncu kadrosunda Hümeyra, Işıl Yücesoy gibi Irmak gediklileri, Farah Zeynep Abdullah, Mehmet Günsür gibi ‘aşk filmi’ yüzlerinden destek alıyor.

        Sinemaskop oranında Gökhan Tiryaki’nin sinematografisi, kimi anlarda bakış açısı misali takılan balık gözü ve geniş açı objektifle, yıldırım (swish pan) ve pan hareketleriyle dikkat çekiyor. Özellikle açılış jeneriğinde başarılı gözüken kurgu ise filmin geri kalanını birkaç görüntü bindirme efekti dışında bakir bırakıyor.

        KURGUCU TERCİHİ TV DİZİSİ DAMARINI SAĞLAMLAŞTIRIYOR

        Farah Zeynep Abdullah’ın mizaç açısından uygun gözükmeyen Hümeyra’laşma sürecinde canlanan zamansal geçişlerde çoğu zaman bir TV dizisi ruhu var. Muhtemelen Irmak’ın özel isteğiyle beliren ve kare atlanmasına yol açan ayraçlar, seyircinin perdeye olan ilgisini yitirmemek için yerleştirilmiş. Bu alanda “Dedemin İnsanları”nın seviyesini yükselten Bora Gökşingöl’ün yerine dizi tecrübeli Emrullah Hekim’in geçmesi, bazen işin ucunu kurgusuzluğa kadar götürüyor.

        Hekim’in büyük ekran montajında “Musallat” (2007) dışında becerikli gözükmemesi, bu sonucu kaçınılmaz hale getiriyor. Geçiş ve efekt olması gereken yerlerde hikaye kurgusunun tıkanması, ritim sıkıntısı çekilmesi ve sahiciliğin kaybolması, seyircinin ilgisini oyunculara, planlı fon müziğine ve nokta atışı diyaloglara yönlendiriyor.

        BAZI OYUNCULAR HAKİKATEN TUHAF

        Kenan Doğulu’nun besteleri o dönemin Cem Karaca, Ajda Pekkan, Erkin Koray, Sezen Aksu gibi isimlerine saygıyla bakan retro bir hava, bir güzelleme ve bir müzik sevgisi getiriyor. Ama sanat yönetimi ve işitsel yapı, kurgu ile sinematografiyi fazla besleyemiyor. Sinematografinin krem renginin tonlarına kayıp renk paleti konusunda üç boyutlu olamaması, zamanla bir dizi dokunuşu getiriyor.

        Hümeyra’nın ‘Alzheimer dedikodusu’nun yapaylığı gözlerden kaçmazken, Işıl Yücesoy ile karşılıklı bir-iki sahnesinde işlenen renklerden açılara kadar olmamışlık çok belirgin. Peki ya geçmişte Mehmet Günsür’ün arkadaşını canlandıran Kerem Bursin’in bir anda boyutsuzlaşıp tuhaf gözü ve yapay peruğu ile canavara benzemesi nasıl yorumlanabilir? Zaten kırılgan duran dramatik yapı, bu konulardan da destek alıp bazen gülünç anlara yol açıyor. Yeşilçam sevgisiyle yanıp tutuştuğunu ispatlıyor.

        HESAPLI PERFORMANS İYİ PERFORMANS MIDIR?

        Hümeyra ve Işıl Yücesoy, ders vermek ve her zamanki ‘saygıdeğer oyuncu’ işlevini doldurmak için çok hesaplı gözüküyorlar. Büyük oynayarak seyirciyi dolambaçlı yollara sapmadan, göstere göstere vurmayı planlıyorlar. Sanki Shakespeareyen tiratlar atmak için koşullanıp, bu hazırlığı çiğ ve ders veren konuşmalarla taçlandırıyorlar. Günümüzde çok saldırgan duruyorlar.

        Ajda Pekkan-Semiramis Pekkan ilişkisinde bu durum nereye oturur bilinmez. Ama Irmak’ın 70’lerde doğan biri olarak içinden geçenleri, hissettiklerini yansıttığı bir film deneyimliyoruz. Günsür’ün kolay koparttığı bağ başta olmak üzere ‘ağlatma kuralı’ adına, tarihi bölüme yerleştirilen ölümlerin nereden çıktığını ise anlayamıyoruz.

        IRMAK’IN KALEMİ BİR PROJE DEĞİL

        Fakat Pekkan’ın eşlik etme arzusu yaratan ‘Ben Bir Köylü Kızıyım’ şarkısı, açılış jeneriği, performans bölümleri, Farah Zeynep Abdullah’ın döneme uyumlu girişi ve akılda kalan kimlik değiştirmeleri biraz dikkat çekiyor. Evdeki kitsch (bayağılık estetiği) şöhretli şarkıcı resminin Zeki Müren’e benzemesi ise sanki Irmak’ın cinsel tercihini ortaya koyuyor.

        “Unutursam Fısılda”, şarkıcı melodramı olarak “Şarkıcı” amatörlüğünde veya Unkapanı’nın içyüzünü aydınlatan “Şov Bizinıs” (2011) ‘trash’liğinde değil. “Neredesin Firuze” gibi postmodern görünümü kaldırabilecek bir yönetmen bulsa çok can yakabilecek bir potansiyele sahip. Fakat öyle kıvrak bir sanatçıyı Türkiye’de bulmak zor. Ama bu sayede önümüzdeki eser, Irmak’ın “Ulak” (2008) ve “Prensesin Uykusu”ndan (2010) sonra üçüncü kez ‘biraz postmodern, camp ve fantastik dünyalara eğilimli olmalı’ cümlesinin altını kalın harflerle çiziyor. Aynı zamanda da kaçıncı filme gelmesine karşın halen ‘açılış sekansı’ çekmeyi öğrenemediğini görmemizi sağlıyor.

        Farah Zeynep Abdullah adına ise “Bi Küçük Eylül Meselesi”nin (2014) ardından bu seneki ikinci başrolünde de, filmi sırtlayıp götürme becerisini bir kenarlara not etmek lazım. Zira hem fiziği hem yeteneğiyle dikkat çeken kadın yıldızlar, bu topraklarda az yetişiyor.

        FİLMİN NOTU: 4

        Künye:

        Unutursam Fısılda

        Yönetmen: Çağan Irmak

        Oyuncular: Farah Zeynep Abdullah, Hümeyra, Mehmet Günsür, Işıl Yücesoy, Kerem Bursin, Gürkan Uygun

        Süre: 118 dk.

        Yapım yılı: 2014

        TARTIŞMALARIN YÖNETMENİ GERİ DÖNDÜ

        Cinsel açlık, tutku ve yozlaşmadan mustarip, birçok ülkenin ekonomisini idare eden zengin ve güçlü bir karakterin öyküsü, Abel Ferrara’nın ayrıksılığıyla sunuluyor burada. “New York’a Hoşgeldiniz”, Fransa’dan New York’un sapkınlıklarla örülü dünyasına sızan hedonist ve ahlaksız bir adamın seks hayatını merceğine alıyor. Ayağını korkak alıştırmadan Godardiyen bir görsel yapıyı, Truffaut’ya selam çakarak nihayete erdiriyor. Deneyimli görüntü yönetmeni Ken Kelsch ise her sahnede şov yapıyor.

        Genelde seks, uyuşturucu ve şiddetle anılan Abel Ferrara, cinsel özgürlük, sınırları zorlama, yüksek kan oranı ve sansür tartışmaları konusunda yetkin bir yönetmendir.

        Sadece ilk 15 yılıyla (1976-1991 arası) bile sinema tarihinin en tartışmalı isimlerinden biri olabilmiştir. Ama kariyerine istismar filmleriyle başlasa da zamanla içindeki ‘iyi film yapma’ aşkını hissettirmiştir. “Kötü Polis” (“Bad Lieutenant”, 1992) yönetmenin bilinen ilk başyapıtıdır.

        “KÖTÜ POLİS” MODELİNİN SON TEMSİLCİSİ Mİ?

        Fütursuz, ahlaksız bir polisin, sinema tarihinin en radikal ‘kirli polis polisiyesi’ne yükledikleri anlamlıdır. Ama yönetmen kısa sürede kontrolden çıkabilecek, aceleci bir kimliğe sahiptir. O filmde usta görüntü yönetmeni Ken Kelsch gerçeği de vardı. Elbette “Dangerous Game” (1993) ve “Karartma”da (“The Blackout”, 1997) kameranın işlevi manasızlaştığında yine bu ikili beraberdi. “The Driller Killer”ın (1979) splatter film geleneğine meyleden boyutsuz renkleri açığa çıktığında da…

        Ancak burada “Kötü Polis” modelinden kaynaklanan sakillik, minimalizm ve geleneksel açı-karşı tekniğini yıkan ayrıksı kamera kullanımı “New York’a Hoşgeldiniz”i (“Welcome to New York”, 2014) düzlüğe çıkarıyor. Filmde Antoine Doinel serisinin dördüncü halkası “Aile Yuvası”nı (“Domicile Conjugal”, 1970) gösteren Ferrara belli ki Fransız Yeni Dalgası hayranı. Esas odağı Truffaut mu, Godard mı bilinmez. Ama kendisinin herhangi bir gelenekle, klasik kurallarla uyuşmayacağı kesin. Hayatı boyunca seks müptelalarını, keşleri, seri katilleri, suçluları, vampirleri merceğine alması şaşırtıcı değil.

        KAMERA DOĞAL İŞLEVİNDEN KOPARTILIYOR

        Düzen karşıtı Ferrara, ABD’de yaşayan Fransız bir milyarderin seks hayatına bakıyor. Bir anda lezbiyen ilişki, grup seks, olmadık fanteziler derken, bir seks bağımlısı portresi beliriyor. Depardieu, eşi Bisset’ye karşın her şeye açık, zaman zaman cüssesiyle de iğrençlikten besleniyor. Şimdilerde Soderbergh’in “Striptiz Kulübü”nde (“Magic Mike”, 2012) canlanan kameranın bazen gözlemci bazen serbest konumu ise Kelsch yoluyla geliyor.

        Sallanmaktan ziyade tuhaf bir yere yerleştirilip, genel plan alması engellenen ve oyuncularla arayı açan sabit kamera fazlasıyla işlevsel. Neyi açığa çıkarıyor dersek, burjuvazinin yalnızlığını ve sevgisizliğini anlatma derdinden bahsedebiliriz. Herkesin üzerine atlayan bu yozlaşmış tipleme, bir zevk düşkünü, bir kurt, bir yiyici, bir bitirici, bir kan emici…

        Depardieu’nin can vermesiyle Ferarra-Kelsch ikilisinin dinginliğinden Godard’ın mantığına uygun, açıları olmadık yerlere yerleştirme anlayışından beslenen bir yabancılaşma beliriyor. Ferrara kariyerinde “Kötü Polis”ten bu yana en çarpıcı ve iyi eserine imza atarken, erotizmi ve uyuşturucuyu sömürme ya da ucuzlaştırma gayesi gütmüyor. İkinci kez kullandığı sinemaskop oranını (2.35:1) bol diyalog ve ayrıksı açı tercihiyle sarıyor. Sarkan oyunculuklar, bozulmayan gösterişli makyaj ve iflah olmaz konformizm, karakterin iğrençliğini düşük tempoyla açığa çıkarıyor.

        AYKIRI RUHLARI ZAPT EDİP TEORİSYENLERE GÖSTERMEK LAZIM

        Her türlü cinsel birleşme şeklinin karşımıza cesurca çıkması, sakilliği ortaya koyuyor. “New York’a Hoşgeldiniz”, belki de Ferrara’nın boşa giden kariyerini anlamlandırıyor. Son 15-20 yılda belki de “4:44 Dünyanın Son Günü” (“4:44 Last Day on Earth”, 2011) dışında tek uğraştığı film, Ken Kelsch sinematografisi ile geliyor. Aykırı ruhları zapt edip film teorisyenlerine emanet etmenin anlamına dikkat çekiyor. Finaldeki seyirciye bakan ana karakter, Antoine Doinel göndermesini anlamlandırıyor.

        Esasen Fransız siyasetçi Dominique Strauss-Kahn’ın ABD’de yaşadığı seks skandalına odaklanan “New York’a Hoşgeldiniz”, gerçek olaylarla ilişki konusunda ‘net’ durmuyor. Meseleyi kurmacaya kaydırmaya çalışırken karakterin ismini bile değiştiriyor. New York’un arka sokaklarında olup biteni anlatan, düzen karşıtı Ferrara için olmazsa olmaz, cinsellik yüklü bir göçmen dramını da andırıyor. Film, “King of New York”taki (1990) hapisten çıkan uyuşturucu kralının öyküsüne benzese de onun kadar plastik takılmıyor. Ferrara’nın yine bu yıl çekip aceleye getirdiği, kamera kullanımıyla yoran Kelsch’siz “Pasolini”nin (2014) ucuzculuğunu ve düşük kalitesini unutturmasıyla değer kazanıyor.

        FİLMİN NOTU: 6.7

        Künye:

        New York’a Hoşgeldiniz (Welcome to New York)

        Yönetmen: Abel Ferrara

        Oyuncular: Gérard Depardieu, Jacqueline Bisset, Amy Ferguson, Natasha Romanova, Anh Duong, Maria Di Angelis, Drena De Niro

        Süre: 128 dk.

        Yapım yılı: 2014

        YILMAZ VURAL MI, SABRİ SARIOĞLU MU?

        Karadeniz’de hayal ürünü bir amatör futbol takımının başkanlık seçimine odaklanan “Oflu Hoca’nın Şifresi”, hem çekişmenin, hem hocalığın, hem müteahhitliğin, hem de siyasetin şifresini çözmenin peşinde. “Sümela’nın Şifresi Temel”in yönetmeni ve yapımcısının işi, o eserden bu yana üretilmiş en eğlenceli Karadeniz komedilerinden birine dönüşüyor.

        .

        “Sümela’nın Şifresi Temel”in (2011) yaratıcısı Adem Kılıç ve Üçgen Yapımevi, bu kez bir başka Karadeniz fenomeni yaratmak için kolları sıvıyor. Ama senarist koltuğunda o eserin can simidi Yılmaz Okumuş’u göremiyoruz. Aksine üç başlı bir senaryo ekibinin içinden çıkmaya çalıştığı bir komedi anlayışı var.

        İKİ OFLU HOCA KOMEDİSİNDEN BİRİ

        “Oflu Hoca’nın Şifresi” (2014), “Oflu Hoca’yı Aramak”la (2014) birlikte bu seneki iki Oflu Hoca filminden biri... Bunlardan dini/siyasi taşlamaya odaklanırken sahte belgesel formatını seçen ikincisi, ilkinin klasik Yeşilçam komedisi anlayışıyla zıtlaşıyor. Burada ‘Temel’i fenomen yapan isim, aslında bazı açılardan başarılı, futbol kültürüyle ilgili hoş tespitler barındıran bir rekabet komedisine imza atıyor.

        Doğanspor’da, bir Laz takımının seçim aşamasında iki aday arasında yaşananlar, Kemal Sunal külliyatından gidersek “Gol Kralı” (1981) ile “Koltuk Belası” (1991) arasında bir noktaya uzanıyor. Açıkçası Müteahhit Ahmet ile Oflu Hoca’nın çekişmesi ya da kapitalist/ikiyüzlü aday ile solcu/saf halk/din adamının çarpışması fazlasıyla eğlenceli anlara vesile oluyor.

        AHMET VARLI, RANTÇI BELEDİYE BAŞKANLARI GİBİ

        Oflu Hoca’ya can veren, ‘Temel’ serisi, “Bana Bir Soygun Yaz!” (2012) ve “Koğuş Akademisi”ndeki (2013) yan rolleriyle tanıdığımız Çetin Altay olurken, onun karşısına dizi kariyerli Ahmet Varlı geçiyor. Açıkçası film, genel anlamda Köksal Engür, Didem Balçın gibi oyunculardan katkı alsa da iki başrol oyuncusunu tam tutturamamış gibi gözüküyor.

        Ahmet Varlı’nın Ali Ağaoğlu’nu eleştirme adına stat inşaatından devasa projelere uzanan gülünç planları, her şeyden rant elde eden günümüz hükümetinin belediyelerini akla getiriyor. Onun Sabri Sarıoğlu ve Eto’o’yu alma esprileri ise hedefi tam 12’den vuruyor. Ahmet Kural’ı ‘bakan’ olarak içeri sokmak, hiç konuşmayan tipleme yoluyla adeta Charlie Chaplin’e saygı duruşu getiriyor.

        TAKIM DÜŞÜYORSA KİM GELİR?

        Çetin Altay’ın Oflu Hoca’sı, biraz daha ayakları üzerinde duruyor. ‘Hoca’ya Sorun’ programının medya dünyasını iğneleme ve kikaka adlı yoğun içki içeren kavunun kafa yapma potansiyeli güldürürken, bazı fikirler (maskot ayı, fırından alınan fazlaca ekmek gibi) zorlama duruyor. Onun eşini canlandıran Didem Balçın ise komedi oyunculuğu konusundaki becerisini, türbanlı karakterde de sergileme şansı buluyor.

        Yılmaz Vural’ın ‘takım düşüyor dediler geldim’ diyerek kapıya dikilmesi ayrı bir kahkaha kaynağı iken, Engür seks komedisine meylederken çoğu zaman mizahın dozunu kaçırıyor. ‘Yılmaz Vural mı, Sabri Sarıoğlu mu?’ sorusu ise imalı bir şekilde soruluyor. Futbol kitlesine tercih yapma hakkı veriliyor.

        KEYİFLİ BİR FUTBOL/REKABET KOMEDİSİ

        Hocanın katkısıyla Türk halkının ayağını dine alıştırarak yapılanların, TV ekranındaki ve hayattaki saçmalıkların bazı detaylarla güldürdüğü söylenebilir. “Oflu Hoca’nın Şifresi”, günümüze dair iğnelemeler de içeren keyifli bir futbol/rekabet komedisi olarak anılabilir. Büyük oranda da akla “Talladega Geceleri”ndeki (“The Talladega Nights: The Ballad of Ricky Bobby”, 2006) Ferrell-Cohen ve “Kampanya”daki (“The Campaign”, 2013) Ferrell-Galifianakis çekişmesini getiriyor.

        Adem Kılıç’ın filmi temelde Yeni Türkiye’nin futbol yönetimi rekabetini alegorik açılımlarla yansıtıyor. Bir anlamda kıyamet, ‘hocalık’ ile ‘siyaset adamlığı’nın çarpıştığı noktada kopuyor. Elbette bu eser, birçok sahnesiyle hatırlanacak, tebessüme veya kahkaha krizine yol açacak. Ama araba yarışı zemininde rekabet komedisi “Talladega Geceleri” kadar kalıcı olamayacaktır.

        FİLMİN NOTU: 3.8

        Künye:

        Oflu Hoca’nın Şifresi

        Yönetmen: Adem Kılıç

        Oyuncular: Çetin Altay, Ahmet Varlı, Köksal Engür, Didem Balçın, Eser Eyüboğlu, Başak Daşman, Ahmet Kural, Özlem Savaş, Yılmaz Vural

        Süre: 99 dk.

        Yapım yılı: 2014

        YILIN EN İYİ YERLİ FİLMLERİNDEN ‘SİVAS’I DÜN YAZMIŞTIM

        Taşradaki yaşama bizim bilmediğimiz bir tarafından bakıp şiddet dolu ve sert bir dünyanın varlığına dikkat çeken “Sivas”, sarsıcı bir ilk film. Kaan Müjdeci, bir dövüş köpeği ile 11 yaşındaki bir çocuğun dostluğunu ele alıp, ‘bakış açısı’ üzerine özenli bir yapının peşine düşerken, gerçekçiliği ‘yapma umut’la yoğurmuyor. Anadolu’da reşitliğe adım atarken, büyürken ortaya çıkan acımasız gerçekleri kâh somut, kâh metaforik olarak yüzümüze vuruyor. İyi de yapıyor!

        O yazı için tıklayın...

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        Sivas

        Yönetmen: Kaan Müjdeci

        Oyuncular: Doğan İzci, Okan Avcı, Ozan Çelik, Ezgi Ergin, Banu Fotocan

        Süre: 90 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açık Pencereler (Open Windows): 5.5

        Adalet (The Equalizer): 6.5

        Annabelle: 4.1

        Aşk Tarifi (The Hundred-Foot Journey): 3.3

        Azazil: Düğüm: 2.6

        Balık: 4.3

        Ben O Değilim: 5.5

        Belalı Rehine (Life of Crime): 5.5

        Birleşen Gönüller: 4.5

        Böcek: 4

        Çakma Polisler (Let’s Be Cops): 3

        Çilek: 3.5

        Dabbe Zehr-i Cin: 4.5

        Dracula: Başlangıç (Dracula Untold): 6.3

        Dünyada 20.000 Gün (20.000 Days On Earth): 4.5

        Eğer Yaşarsam (If I Stay): 5.1

        Evrim (Transcendence): 5.8

        Fırtınanın İçinde (Into The Storm): 2.7

        Fury: 6

        Günah Şehri: Uğruna Öldürülecek Kadın (Sin City: A Dame To Kill For): 7

        Hay Way Zaman: 3

        İnsan Avı (A Most Wanted Man): 5.5

        Kanunsuzlar: 3

        Karabasan (The Babadook): 7

        Kaset İşi (Sex Tape): 6.1

        Kayıp Kız (Gone Girl): 8.5

        Körlük (Blind): 6.7

        Kutu Cüceleri: Yaratıklar Aramızda (The Boxtrolls): 5.5

        Labirent: Ölümcül Kaçış (The Maze Runner): 7.7

        Monako Prensesi Grace (Grace of Monaco): 5.5

        Ninja Kaplumbağalar (Teenage Mutant Ninja Turtles): 5.1

        Ölümcül Oyun (Good People): 3.5

        Pek Yakında: 5.7

        Prens (The Prince): 1.7

        Seçilmiş (The Giver): 7

        Siccin: 4

        Sihirli Ay Işığı (Magic in the Moonlight): 3.8

        Sokak Dansı 5: Rüya Takımı (Step Up All In): 5.4

        Şeytan Tepesi (Gallows Hill): 2

        Temmuz Soğuğu (Cold in July): 4.8

        Unutulmaz Aşk (Best of Me): 3.4

        Yargıç (The Judge): 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar