Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        14 KASIM 2014 FİLMLERİ

        Erden Kıral’ın 12. sinema filmi “Gece”, Hasan Özkılıç’ın ‘Zahit’ adlı romanının serbest bir uyarlamasıyla perdede deniyor şansını. Anadolu’dan İzmir’e göç eden bir Kürt ailesinin bireylerini bölük pörçük ele alırken, canlı renklerden ve hareketli kameradan beslenen sinematografik becerisiyle öne çıkmaya çalışıyor. Film, daha ziyade Mert Fırat, Ayça Damgacı ve Nurgül Yeşilçay’ın performanslarıyla anılacak bir “Vicdan” sonrası Kıral filmi.

        70’lerden beri sinemanın içinde olan Erden Kıral, belli bir sınıfın, emekçilerin hikayesini anlatması, sosyal gerçekçi anlayışa yakın durmasıyla bilinir. Yılmaz Güney’in getirdiği atılım sonrası dünya sinemasıyla bağ kuran bir jenerasyonda yer almıştır. Bu eğilimi gösterirken nasıl yollardan geçer? Aslında bu sorunun cevabı, biraz teknik ekiple ve dönemle de ilintili…

        ‘VİCDAN’ İLE YENİ BİR DÖNEM BAŞLADI

        “Vicdan”ın (2008) yasak ilişki konseptiyle farklı bir alana giren yönetmen, artık suçla, ihtirasla, ölümle, sadakatle, entrikalarla, vicdanla haşır neşir bir yeraltı dünyasının tasvirini yapıyor. “Yük”te (2012) evliliği bir maden ocağına hapseden ilişki manzaraları çıkarmak onun işine yaramıştı. Feza Çaldıran’ın seyircinin üzerine kömür parçaları gelmesini sağlarken dumanlardan beslenen atmosfer duygusu, Mustafa Preşeva’nın kurgusuyla dengelenmişti. Görsel açıdan ince ince örülürken lineer akmayan bir eser belirmişti.

        Bana kalırsa Kıral’ın filmografisinde kilit bir noktaydı o eser. Burada ise ‘Zahit’ adlı Hasan Özkılıç romanını perdeye aktarıyor yönetmen. Yapıtın özünde perdede anlaşılmadığı kadar net bir dönem analizi yapılıyor. 80’lerin sonlarına doğru köyleri boşaltıldığı için Batı’ya göç etmek zorunda kalan bir Kürt ailesinin Türkiye tablosundaki durumu ele alınıyor. 90’lardan bildiğimiz ve günümüz Türk sinemasında karşımıza çıkan ölüm oruçlarına (bkz. “Sonbahar”, “Açlığa Doymak”, “F Tipi Film”) uzanan psikolojik sürüklenme devreye giriyor.

        İLK BÖLÜM BAŞARILI

        Ama “Gece”de (2014), öykünün siyasi tarafı ya törpülenmiş, ya es geçilmiş, ya da zoraki olarak aralara serpiştirilmiş. Doğrusunu söylemek gerekirse filmin ‘Zahit’ adlı Anadolu’da dağa çıkan Kürt karaktere, Teoman Kumbaracıbaşı’nın canlandırdığı tiplemeyi gördüğümüz andan itibaren zafiyetleri açığa çıkıyor. İlk 40-50 dakikalık bölümde ailenin konsomatrislik yapmak zorunda kalan Süsen (Nurgül Yeşilçay) adlı kızı, pavyonda çalışan kocası Yusuf (Mert Fırat) ve oranın patronu Ekrem’le (İlyas Salman) ilişkisi bir hayli karamsar ve tehlikeli...

        İşin bu tarafında bir “Vicdan” (2008) damarı beliriyor. Fırat ile Yeşilçay arasındaki sert ilişki, Avrupa sinemasındaki ilişki tanımlarına taş çıkartacak şekilde, belki de “Kuyu”daki (1968) kötü muameleden doğan aşkı andıran bir kıvama sokuluyor. Ama onun üzerine Akad’ın “Vesikali Yarim”inin (1968) özünden kopamayan pavyon şarkıcısı Sabiha (Türkan Şoray) tipi yerleştiriliyor.

        KUMBARACIBAŞI VE YULAFCIGİL KALİTEYİ DÜŞÜRÜYOR

        Sürtük Night Club’ta da bizim sinemamızdan alıştığımız ‘sürtük’ portrelerinden biri var. Aslında “Gece”, bu tehlikeli evliliğe, sert cinselliğe ve tuhaf yan bireylere açılan ‘görünürde mutlu aile tablosu’na girip 80 dakikaya bağlansa sonuç daha oturaklı olabilirmiş. Ancak yavaş yavaş dramatik yapı rayından çıkartılıyor.

        Böylece Süsen’in bir kız kardeşi, iki erkek kardeşi olduğunu anlıyoruz. Vildan Atasever, sanki kenar mahallelerdeki acı aşkları yansıtmak için “Kader”den (2006) çıkıp geliyor. Kıral ise bir yerden sonra sanki sakal ve bıyık içeren yapma bir maskeyle paketlenmiş Kumaracıbaşı ile yaralanıyor. Hakan Yulafcıgil’in “Uzun Yol”dan (2013) sonra bir kez kendini kasması hissediliyor. Ölüm orucu meselesini de ‘zoraki bir yan hikaye’ haline getiriyor.

        POLİTİK DAMAR NEREYE KAYBOLDU?

        Araya giren zor sahneler ‘çekilememiş’ hissi yaratıyor. Sözgelimi, Fırat’a dayak atılan sahnede sopayla gerçekten vurulmadığı anlaşılıyor. Bir süre sonra film “O Kadın” (2007), “Devrim Arabaları” (2008) gibi akıcı, “Anlat İstanbul” (2004), “Takva” (2005), “Av Mevsimi” (2010) gibi sorunsuz kurgu işlerine imza atan Niko’nun boyunduruğuna girip kontrolden çıkıyor. “Bereketli Topraklar Üzerinde”nin (1980) tuhaf ve uyumsuz ara planlarını akla getiriyor. O zamana kadar gerçekçiliğin üzerine yerleştirilen renk filtreleriyle karizmatik bir sosyolojik portre çıkarma arayışı tutsa da bitiriş bu hamleye eşlik etmiyor.

        Öte yandan meselenin suç ve ölümle yüzleşmesini de sağlıyor. Kürt bir ailenin göçüne uzanan öykünün, aşk ve ilişki malzemesine odaklanarak gişe potansiyelini değerlendirme arzusu “Gece”yi bitirmiş. Böyle olunca da elimizde sadece Feza Çaldıran’ın başarılı sinematografisinin katkısıyla açığa çıkan Fırat, Damgacı ve Yeşilçay’ın iyi performansları kalıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse Kürt sinemacıların fazlasıyla eleştireceği, bunda da haklı olduğu bir eser “Gece”…

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Gece

        Yönetmen: Erden Kıral

        Oyuncular: Nurgül Yeşilçay, Mert Fırat, Ayça Damgacı, Vildan Atasever, Teoman Kumbaracıbaşı, Hakan Yulafcıgil

        Süre: 107 dk.

        Yapım yılı: 2014

        BEN, ANNEM VE KÜRT BENLİĞİM

        Kürt sinemasında ‘gerçekçilik her şey değil’ tümcesini karşılayan eserlerden “Annemin Şarkısı”, “İki Dil Bir Bavul” hayranı bir yönetmenin uzun metraja geçişi anlamına geliyor. Ama kısadan uzuna geçerken beliren ve yabana atılmaması gereken bir saati aşkın süre hiç de iyi değerlendirilemiyor. Film, anne-oğul ilişkisini yönetmenin kişisel yolculuğuna çevirirken, hikayenin amatör ile profesyonel ve belgesel ile kurmaca taraflarını birleştiremiyor.

        Kısa filmleriyle tanınan Erol Mintaş ilk uzun metrajında “İki Dil Bir Bavul”un (2008) yolunu izliyor. Belgesel ve kurmaca öğelerini iç içe geçiren, 90’ların İran sineması hayranı sosyal gerçekçi bir işe giriyor. El-omuz kamerasının hakimiyetiyle kapalı havada doğal renklerin içeri sızması geleneksel bir çatı ve buruk bir yürek getiriyor. Buradan ulaşılan nokta ise çok sıradan duruyor.

        SLOGANCI OLMADAN KENDİ YAĞINDA KAVRULUYOR

        1993’te Doğubeyazıt’ta yaşanan olaydan, günümüzde ise Tarlabaşı’ndaki evlerin tahliye edilmesinden haberdarız. Ama Kürtçe’ye kulak aşinalığımız olmasa, filmi rahatlıkla Zazaca, Ermenice, İbranice veya Rumca olarak da okuyabilirdik. Bir politik kimlik göremiyoruz. Elbette Kürt sinemasında ‘istismar’a kayan slogancılığın arttığı günlerde (bkz. “Kayıp Özgürlük”, “Mavi Ring”), “Annemin Şarkısı” (2014) kendi yağında kavruluyor, bağırıp çağırmıyor.

        Romen Yeni Dalgası’na mensup Radu Muntean’ın kurgucusu Alexandru Radu, “Tepenin Ardı”nın (2012) Avrupalı görüntü yönetmeni George Chipper derken aslında ‘doğallık’ hastası bir ekip de kuruyor. Feyyaz Duman ile 80-90 yaşlarındaki annesi Zübeyde Ronahi’nin ilişkisi, bir ‘öğretmen-anne’ etkileşimine benzemiyor. Kamera, hikaye dışı seslerden, müzikten uzak duruyor. Sallanma hareketlerini ve dengeli sıçramalı kurguları dokunaklı hikayenin önüne geçirmiyor.

        ZİHNİNİZDE BİR ‘ŞARKI’ KALMAYACAK

        Film, “Babamın Sesi” (2012) ile “İki Dil Bir Bavul”un öykülerini iç içe geçiren bir formül üretiyor. Unutulan ve sıkıntı çeken azınlıkların haletiruhiyesi, Romen kurgucuyla o akımın arka planda kalan eserlerini akla getiriyor. Bugünlerde bir ‘yeni gerçekçilik’ hareketi üreten Kürt sinemacılara bağlanıyor. Yılmaz Güney’in “Umut”la (1970) açtığı ‘Türk Yeni Dalgası’ hareketinin kapısına güncel bir gerçekçilikle dayanıyor.

        Ama soyunu sopunu bilmesek karakterlerin hiçbir anlamı olmayacak bir süreç izliyoruz. Motosikletli sahnelerin de anlamsız hale geldiği ve niye 80 dakikanın üzerine çıktığı anlamadığımız zaman dilimi, Mintaş’ın evdeki tablosuyla birlikte ‘annenin hikayesini anlatıyorsan belgesel çekseydin’ tümcesini kurmamızı sağlıyor. Amatör oyuncularla profesyonel oyuncuları bir araya getirirken beliren belgesel senaryosuna uygun oyuncu yönetimi ve takdimi bir yapaylık getiriyor filme. Feyyaz Duman ve Nesrin Cavadzade bu tavrın mağdurları.

        103 dakikaya ite kaka ilerlemek “Annemin Şarkısı”nın ritmine zarar verirken, politik çekiciliğini de baltalıyor. Çabuk unutulma problemiyle yüzleşmesini sağlıyor. Finalde herkes hüzünlenecek, ama bunun ötesinde zihninizde bir ‘şarkı’ kalmayacak.

        FİLMİN NOTU: 3.6

        Künye:

        Annemin Şarkısı

        Yönetmen: Erol Mintaş

        Oyuncular: Feyyaz Duman, Zübeyde Ronahi, Nesrin Cavadzade, Aziz Çapkurt

        Süre: 105 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KONUŞAN KAFALAR GERİLİMİ

        Bir aksiyon kahramanından dramatik oyuncu çıkarmak isterken ‘gülünç’ durma riskini de göz önünde bulundurmak lazım. “Kanunun Ötesinde”, bunu unutunca büyük oranda psikolojisi ve draması fazlalaştırılmış bir konuşan kafalar gerilimine dönüşüyor. Filmi, becerikli görüntü yönetmeni Mihai Milaimare Jr. bile kurtaramamış.

        60 yaşında aksiyon kahramanlığına terfi edebilen tuhaf bir oyuncu Liam Neeson. Muhtemelen Luc Besson projesi “96 Saat” (“Taken”, 2008) onu bu noktaya taşıdı. Ama arada nefes alma şansına eriştiği erkek filmleri de bulabiliyor. Misal politik omurgası sağlam Hitchcockyen gerilim “Bilinmeyen” (“Unknown”, 2011) bu konuda değerli bir duraktı.

        GEÇMİŞE ÇAĞRI

        “Kanunun Ötesinde” (“A Walk Among the Tombstones”, 2014), bugüne dek uzun metraja dört eserinin (roman veya kısa hikaye) uyarlandığını gördüğümüz Lawrence Block’un romanlarından birinden yola çıkıyor. Böylece yolculuğuna 1976’da başlayan ve 17 hikayeye konu olan Matthew Scudder’in ikinci kez bir sinema filminde belirdiğini görüyoruz. Neeson’ın başrole yerleştirilmesi ise 90’larda “Nell” (1994), “Özgürlüğün Bedeli” (“Michael Collins”, 1996), “İlk Günah” (“Before and After”, 1996), “Sefiller” (“Les Misérables”, 1998) gibi başarılı performanslarından bildiğimiz oyuncu adına bir ‘geçmişe çağrı’ anlamına geliyor.

        Bizde vizyona girmeyen çağdaş suç gerilimi “Gözcü (“The Lookoout”, 2007) ile parlayan Scott Frank, bildiği senaristlik işine de eğilim gösteriyor. Ancak onun anlaştığı yapımcıdan mı bilinmez, ama Liam Neeson’ın böyle bir projenin başrolüne geçmesi bütçeyi 28 milyon dolara şişirince filmin sonu hazırlanmış.

        FİLMİN CAN SİMİDİ GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ

        Baştan itibaren uzun saçlı ve pos bıyıklı hallerden mimiklerine kadar bir donukluk, bir B-tipi hava seziliyor. Eşinin kaçırılmasıyla bir hamlede bulunacak Matt Scudder hiçbir şekilde inandırıcı duramıyor. Hikayenin 1991 ve 1999 kanatları da yerine oturmuyor. 1992’de yazılan 10. macerayı canlandırmak fazla ‘eski model’ duruyor.

        11 Eylül arifesindeki New York’un üzerine kaplanmış kirli bulutları yansıtma konusunda görüntü yönetmeni Mihai Malaimare Jr. zamanla bir can simidine dönüşüyor. En son “The Master” (2012), “The Time Being” (2012) ve “+1”da (2013) ağırlığını hissettiren, Coppola görmüş görüntü yönetmeni projeye ayrı bir hava katıyor. “Düşman”ın (“Enemy”, 2013) scifi-noir atmosferine, kaotik ve Kafkaesk dünyasına teğet geçiyor. Kahverenginin üzerine bir bitiklik yükleniyor. Balıkgözü objektif ve geniş açılı objektif tercihleriyle de Scott Frank’ın stil arzusuna ayna tutuyor.

        BASMAKALIP SALDIRGANLIK GÖZ BOYUYOR

        Ama kendini senaryoya kaptıran Frank’in, uyuşturucu işine giren alkolik babanın, eşinin kaçırılmasına verdiği tepkiye yüklediği kişisel adalet mücadelesi hiç sahici durmuyor. İşin içine beşinci sınıf oyuncuların eklenmesiyle birlikte bu saldırgan ruh, daha da itici hale geliyor. “The Guest”te (2014) yapaylıktan beslenen ucuz aksiyon yıldızı görüntüsüyle iyi kullanılan Dan Stevens, burada çok ciddiye alınıyor. Finale varıldığında meselenin bilimkurgusal bir noktaya açılması ise yorumsuz…

        “Kanunun Ötesinde”, Neeson’ın uyumsuzluğundan çekerken süresinin uzunluğuyla büyük oranda bir konuşan kafalar gerilimi olarak şekilleniyor. Polisiye aksiyonunu bir kenara itiyor. Limitli aksiyon sahnelerine bağlı durmasıyla da 70’lerin Pacino’sunun götürebileceği (belki ‘Serpico’ veya ‘Steve Burns’ olarak) bir dramatik yapıyı yapıştırma oyuncularla heba etmiş izlenimi bırakıyor. Narin bir dokunuş gerekirken ortaya çıkan basmakalıp saldırganlık göz boyuyor.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Kanunun Ötesinde (A Walk Among the Tombstones)

        Yönetmen: Scott Frank

        Oyuncular: Liam Neeson, Dan Stevens, David Harbour, Maurice Compte, Patrick McDade

        Süre: 118 dk.

        Yapım yılı: 2014

        TÜRK YÖNETMENLİ KUZEY AVRUPA FİLMİ

        Geçmişe dair aralanmamış bir sırrın etkisinde, psikiyatrı ile kız arkadaşı arasında kalan bir kadının başına gelen esrarengiz olaylar… “Gizli Yüzler”, Kuzey Avrupa’da çekilmiş izlenimi yaratırken sinematografisiyle enerji kazanabilen ve belli bir seviyeyi yakalayabilen bir gerilim filmi. Ama senaryosu, oyuncuları ve kurguyu kullanma konusunda ciddi sıkıntıları var.

        Ülkemizde sadece 20. Ankara Film Festivali kapsamında gösterilebilen “Yasak Hisler” (“Sens Interdits”, 2008), Belçika’da yaşayan lezbiyen bir Türk kızının yaşadığı sancıları perdeye taşımıştı. Onun ilişkisine ve dramına tüm gerçekliğiyle yaklaşmak isterken, amatör bir ruhla yol alınca akılda kalmamıştı. Ama araya sokulan ülkemizin muhafazakarlığını, geleneklerini ortaya koyan yan hikayelerle ne söylemek istediğini belli etmişti.

        HATALARINDAN DERS ALMAK DA GÜZEL

        Sümeya Kökten, belki de kişisel bir itirafla bir lezbiyen olduğunu anlatırken, buradan kaçmak istediğini belli etmişti. Açıkçası eser, net eşcinsel hikayesi anlatan “Teslimiyet” (2010), “Zenne” (2012) gibi yapıtlardan farksız bir şekilde zihnimizde kalmadı. Zira o yıl izlediğim en kötü filmlerden biriydi. 2011 yapımı olsa da Nisan’da Belçika’da vizyona giren ortak yapım “Gizli Yüzler”, o eserle karşılaştırılınca usta işi duruyor.

        Sanki yoldan geçerken çekilmiş görüntülerden oluşan “Yasak Hisler”in ardından bu seviyeye gelmek bir beceri ister. Ama elbette filmin ‘iyi’ olduğuna dair bir şeyler söylemek polyannacılık olur. Açıkçası yönetmenin bu konuda ders alması, egolarından arınmış bir sanatçı benliğiyle hareket ettiğini kanıtlıyor. Kimi yönetmenlerimizin çokbilmişlik hastalığını akla getirmiyor.

        YEŞİM CEREN BOZOĞLU AYAKTA KALIYOR

        “Gizli Yüzler”, baştan sona bir Kuzey Avrupa gerilim filmi olarak konumlanıyor. Ülkesini bilmesek İsveç, Danimarka veya Hollanda diyebiliriz. Açıkçası Gülseven Yılmaz ve Oğuz Galeli’nin sonradan eklenen ve bazı sahnelerde kayan dublajlarıyla, ‘filmi Flemenkçe veya Fransızca mı tamamladılar?’ düşüncesini yaşattıklarını da söylemeliyiz.

        Oyunculardan tek ayakta duran isim Yeşim Ceren Bozoğlu oluyor açıkçası. “Gizli Yüzler”, yanları bulanık çerçeve kullanımları yanı sıra ana karakterin göz çok yakın planın ile kapı deliği yakın planından bolca besleniyor. Ama bu görsel aygıtları bir doğaüstü sürece, parapsikolojik bir olaya dönüştürmek istiyor. Açıkçası filmin bu kilit sahnesi açılışta ve son bölümde Pang Kardeşler’in “Göz”ündeki (“Gin Gwai”, 2002) biçimci kurguyla alınan sonucu akla getirip plastikliği anlamsız kılıyor. İskandinav sinemasında Uzakdoğu stilinin ne işi var dedirtiyor.

        İSKANDİNAV MİNİ DİZİSİ Mİ?

        Bazen hamleleri “Laura Mars’ın Gözleri” (“Eyes of Laura Mars”, 1978) tutarlılığında iyi durabilecek bir filmi karşımıza çıkarıyor. Ancak geriye çekilip bakınca hiçbir numarasına şaşırmadığımız, her şeyin 2000’lerde dünyadaki tür sineması örneklerinde uygulanan klişelerle aktığı, bilinçaltına bağlandığı bir süreç var. Bir kazanın, bir ailenin ve iki kadının ortaya koyduğu kuşkuyla yol alıyoruz. Hitchcockyen dehlizler yer yer açılıyor.

        Ama esasen üç bölümlük bir İskandinav mini dizisinin içinde hissediyoruz kendimizi. Yavaş çekimler ve akıcı kurgu yanları bulanık çerçeveler kadar kalıcı durmuyor. Filmin 85 dakikaya zorla bağlandığı, hikaye kurgusundaki gediklerden anlaşılıyor. Doğaüstü ton hiç tutmazken metafiziğe kaymadan sonuç alabilecek bir süreç var.

        SİNEMATOGRAFİ İYİ, KURGU KÖTÜ

        Görüntü yönetmeni Tiago Mesquita o bölgenin turuncu ve mavi filtrelerle kurulu aygıtlarını iyi kullanıyor. Sonuca uzanırken dramatik hasar bir sıkıntı olsa da kurgu fazla gasa basıp Pang Kardeşler’e kaymadığında, sinematografi her anında becerikli duruyor. Şehir görüntülerini helikopter kamerayla alma arzusu ise biraz fazla aceleci ve zorlama…

        Temelde “Gizli Yüzler”, bir Türk eşcinsel sineması örneği. Fazla örnek görmeyip, görünce seviyenin yerlerde süründüğünü düşününce ambalajı, düşünce tarzı ve prodüksiyon kalitesiyle bir yere oturuyor. Özellikle Belçika’da çekildiğini unutunca…

        FİLMİN NOTU: 4.2

        Künye:

        Gizli Yüzler

        Yönetmen: Sümera Kökten

        Oyuncular: Gülseven Yılmaz, Yeşim Ceren Bozoğlu, Oğuz Galeli, Meriç Benlioğlu, Ali Rıza Soydan

        Süre: 85 dk.

        Yapım yılı: 2011

        ANTİPATİK VE İNANDIRICI DURMAYAN KOMEDİ

        ‘Sabit Kanca’ ile birlikte son dönemin en antipatik komedi tiplemesini tanımamızı sağlayan “Deliha”, kültürümüzde inandırıcı durmayan kadın temsiliyle seyirciyi de içine alamıyor. Sadece Zeynep Çamcı’nın sahne elektriğiyle bazen ilgiyi üzerine çevirebiliyor. BKM’nin ‘Hükümet Kadın’ serisi ile birlikte en zayıf işi böylece canlanıyor.

        Tek bir karakteri odağına alan komediler, ‘Recep İvedik’in başarısı sonrası moda oldu. Ancak böylesi projeleri planlarken, ülkenin değer yargılarını, kültürünü de göz önünde bulundurmak gerekiyor. ‘Yalan Dünya’nın Nurhayat’ı olarak ünlenen Gupse Özay’ın ‘Deliha’sı bu konuda ne kadar becerikli tartışılır.

        DELİHA KARAKTERİ, NIA VARDALOS’U ANDIRIYOR

        Günümüzde Amy Poehler, Nia Vardalos, Melissa McCarthy, Rebel Wilson gibi fiziksel açıdan erkeklerin zevklerine hitap etmeyip risk oluşturan kadın komedi oyuncuları ABD’de de var. Ama bunlar ya oradaki kısıtlı kitleye, ya da TV’ye iş yapabiliyor. Burada ise Vardalos ile Sezer Sezin ve Fatma Girik’in canlandırdığını bildiğimiz ‘Şoför Nebahat’ arası bir tipleme yaratılıyor. “Deliha”, Özay’ın kaleminden mahalle delikanlısı bir kadının portresini çıkarıyor. Onun üç arkadaşıyla bir araya gelmesi, kafası az çalışan bireylerden oluşan bir ekip doğuruyor.

        BKM’nin desteğiyle ‘Eyyvah Eyvah’ serisinin yönetmeni ve kurgucusu (ki ne kadar başarılı oldukları tartışılır) ile becerikli görüntü yönetmeni Veli Kuzlu kadroya dahil edilmiş. Zeynep Çamcı, Cenk Durmazel ve Derya Alabora gibi başarılı oyuncular da ‘kalite’yi yükseltme arzusunu ortaya koyuyor. Özellikle Çamcı’nın psikolojik sorunları olan Havva tiplemesini sırtlayıp götürdüğü, her sahnede saçtığı enerjiyle yer yer filmi kontrolü altına aldığı söylenebilir. Cenk-Erdem ikilisinden bilinen Cenk Durmazel de fena iş çıkarmıyor.

        ANTİPATİK BİR KABA KOMEDİ FİLMİ

        Ama esas mesele kenar mahallelerden, Tarlabaşı dolaylarından delikanlı bir kız yaratmak. Onun burun şekli, erkeksi giyimi, boşboğazlığı ve küfürlü konuşmaları karikatürizelikte son noktaya işaret ediyor. Bir araya getirdiği ekipten Zeynep Çamcı’nın çokça, Cenk Durmazel’in bazen eğlendirmesi fark etmiyor. Antipatik bir kaba (slapstick) komedi filmi, başrol oyuncusu ve senaristin katkısıyla canlanıyor.

        İtici, iğrenç ve kafası az çalışan erkek karakterlere bakınca, Jim Carrey’nin “Salak ile Avanak”taki (“Dumb and Dumber”, 1994) Lloyd ya da Mike Myers’ın ‘Austin Powers’ portrelerinde meselenin sınır tanımadan tuvalet komedisi üretimine açılmasına benzer bir özen bekliyoruz. Hatta bunlardan ikincisinin kitsch (bayağılık estetiği) bir atmosferle sanat yönetiminin kült aksesuarlarını anlatı aracına çevirmesi hiç ama hiç canlanmıyor.

        Tuvalet mizahının cılkını çıkararak son yılların en zayıf Hollywood komedisine dönüşen “Nedimeler”in (“Bridesmaids”, 2011) iğrençlikte, iticilikte rekor kırıp ‘yok artık!’ dedirten kadın tiplemelerinin yaptıkları akla geliyor. Nihayetinde klasik Yeşilçam komedisine ve Hakan Algül’ün alışkanlıklarına uymuyor “Deliha”nın yapısı. Gupse Özay için ilk izlenim ise yan karakterlerin aranan oyuncusu olabileceği yönünde…

        FİLMİN NOTU: 2.2

        Künye:

        Deliha

        Yönetmen: Hakan Akgül

        Oyuncular: Gupse Özay, Zeynep Çamcı, Derya Alabora, Cenk Durmazel, Cihan Ercan, Barış Arduç

        Süre: 106 dk.

        Yapım yılı: 2014

        106 DAKİKADA AVUSTRALYA PANORAMASI

        Tim Winton’ın kısa hikayelerinden uyarlanan antolojik film “Dönüş”, 17 kısa filmde (bize gelen versiyonda dokuz tane var) Avustralya’nın panoramasını çıkarma peşinde. Ülke sinemasının stilize alışkanlığına eklediği üç-dört parçasıyla dikkat çekse de, kendini kanıtlamış Avustralyalı rejisörlerin projede yer almamasından darbe yiyor. Özellikle Ayres, Kurzel, Page ve Wasikowska’nın bölümleri başarılı.

        “Banka: Kelebek Etkisi” (“The Bank”, 2001) ile tanıdığımız Robert Connolly’nin süpervizörlüğünde Melbourne’e bakış atan bir antolojik film denemesi… Aslında 17 kısa filmden oluşuyor. Ama bize ulaşanı dokuz filmlik 106 dakikalık versiyon. Gördüklerimiz Mia Wasikowska, Justin Kurzel, Robert Connolly, Tony Ayres, David Wenham, Warwick Thornton, Stephen Page, Simon Stone ve Claire McCarthy’nin işleri…

        İLK BÖLÜM ÜNLÜ MAĞDURU

        Açıkçası “Dönüş” (“The Turning”, 2013), Avustralya sinemasının coğrafi özelliklerle ilişkisini, çöllerini, egzotik doğasını, okyanus ikliminden beslenmesini iyi kullanıyor. İlişkiler, özenmeler, pişmanlıklar ve daha fazlası üzerinden, genç kızların, küçük çocukların, orta yaşlı kadınların hikayelerine odaklanıyor.

        Planlama nasıl olmuş bilinmez ama ilk parçalar, Cate Blanchett, Hugo Weaving, Rose Bryne özgüvenine karşın zayıf kalıyorlar. Simon Stone’un ‘Reunion’u pembe dizi kıvamında, David Wenham’ın ‘Commission’ı ise bol diyalog mağduru…

        GERÇEK SİNEMA KEYFİ İÇİN SON DÜZLÜK ÖNERİLİR

        Bu aperitif niyetine parçaların ardından devreye Tony Ayres’ın (‘Cockleshell’), Justin Kurzel’in (‘Boner McPharlin’s Moll’), Stephen Page’in (‘Sand’) ile Mia Wasikowska’nın (‘Long, Clear Views’) girmesiyle stilize sinemanın keyfine varıyoruz. Sessizlikle çözüm bulabilen, yer yer hipnotize işlerle sahildeki çocukların zihinlerine giriyoruz.

        Robert Connolly ‘Aquifer’de onca tecrübesine karşın yine TV dizisiyle dirsek teması kuruyor. Yine de müzik kullanımı ve sinematografisiyle bir üslup tutarlılığı yakalıyor. “Dönüş”, Melbourne’ün bütün sosyolojik taraflarına, en ufak kurumundan en belirgin yalnızlığına kadar bakan bir Avustralya mozaiği. Bunu çıkartırken “Havana’da 7 gün” (“7 Días en La Habana”, 2012), “Paris, Seni Seviyorum” (“Paris, Je t’aime”, 2006) gibi uluslararası projelerin becerisine ulaşmasa da Tim Winton’ın kısa hikayeleriyle bir toplumu kavramayı beceriyor.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Dönüş (The Turning)

        Yönetmen: Tony Ayres, Robert Connolly, Claire McCarthy, Stephen Page, Simon Stone, Warwick Thorton, Mia Wasikowska, Justin Kurzel, David Wenham

        Oyuncular: Cate Blanchett, Hugo Weaving, Rose Bryne, Miranda Otto,

        Süre: 106 dk.

        Yapım yılı: 2014

        HAFTANIN EN İYİSİNİ DÜN YAZMIŞTIM

        90’ların önemli komedi filmlerinden “Salak ile Avanak”ın, yıllar sonra iki zıpır başrol oyuncusuyla canlanan devam filmi, doyasıya gülmenizi sağlayacak. Harry ile Lloyd geri döndüler ve hala zıpkın gibiler! “Salak ile Avanak Geri Dönüyor”, formunda bir Farrelly Kardeşler, zindeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir Jim Carrey ve uyumlu bir Jeff Daniels içeriyor.

        O yazı için tıklayın...

        FİLMİN NOTU: 6

        Künye:

        Salak ile Avanak Geri Dönüyor (Dumb and Dumber To)

        Yönetmen: Farrelly Kardeşler

        Oyuncular: Jim Carrey, Jeff Daniels, Rob Riggle, Kathleen Turner, Rachel Melvin, Laurie Holden, Bill Murray, Jennifer Lawrence

        Süre: 109 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açık Pencereler (Open Windows): 5.5

        Adalet (The Equalizer): 6.5

        Annabelle: 4.1

        Aşk Tarifi (The Hundred-Foot Journey): 3.3

        Aşkın Halleri (The Disappearance of Eleanor Rigby: Them): 5.9

        Balık: 4.3

        Ben O Değilim: 5.5

        Birleşen Gönüller: 4.5

        Böcek: 4

        Çilek: 3.5

        Dabbe Zehr-i Cin: 4.5

        Delisin Delisin!: 1.6

        Deniz Seviyesi: 5.5

        Dracula: Başlangıç (Dracula Untold): 6.3

        Dünyada 20.000 Gün (20.000 Days On Earth): 4.5

        Eğer Yaşarsam (If I Stay): 5.1

        Evrim (Transcendence): 5.8

        Fury: 6

        Hay Way Zaman: 3

        İncir Reçeli 2: 3.7

        İnşaat 2: 2.9

        Kanunsuzlar: 3

        Kaset İşi (Sex Tape): 6.1

        Kayıp Kız (Gone Girl): 8.5

        Kirli Para (The Drop): 4.3

        Körlük (Blind): 6.7

        Kutu Cüceleri: Yaratıklar Aramızda (The Boxtrolls): 5.5

        Labirent: Ölümcül Kaçış (The Maze Runner): 7.7

        Monako Prensesi Grace (Grace of Monaco): 5.5

        New York’a Hoşgeldiniz (Welcome to New York): 6.7

        Oflu Hoca’nın Şifresi: 3.8

        Olur Olur!: 5.5

        Ölümcül Oyun (Good People): 3.5

        Pek Yakında: 5.7

        Pompeii: 5.8

        Prens (The Prince): 1.7

        Seçilmiş (The Giver): 7

        Serena: 6.5

        Siccin: 4

        Sihirli Ay Işığı (Magic in the Moonlight): 3.8

        Sivas: 6.5

        Sokak Dansı 5: Rüya Takımı (Step Up All In): 5.4

        Şeytan Tepesi (Gallows Hill): 2

        Temmuz Soğuğu (Cold in July): 4.8

        Unutma Beni İstanbul: 3.5

        Unutulmaz Aşk (Best of Me): 3.2

        Unutursam Fısılda: 4

        Yargıç (The Judge): 4.5

        Yıldızlararası (Interstellar): 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar