Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        21 KASIM 2014 FİLMLERİ

        Üç farklı dönemde bir araya gelip bir türlü birbirine bağlanamayan ama yüreklerinde aşık olduklarını hep bilen iki kişinin samimi aşkı… “Karışık Kaset”, müzikle yaşayan bir neslin dünü, bugünü ve yarını üzerine dokunaklı bir inceleme sunuyor. Sinemamızda aranan popüler aşk filmlerinden birine dönüşen eser, yönetmeni Tunç Şahin’in üslup inadından beslenen, yüreğinizi burkacak şarkılı bir mektup kıvamında…

        İlk aşkları unutmayı kimse istemez. Hatta yeri geldiğinde o tatlı anıları zihnimizde canlandırmak için uğraşabiliriz. Hayatın gerçeklerine adapte olmak zorunda kalmış kalbimizin o dönemdeki temizliğini dahi özleriz. İtiraf edemesek, gururumuza yediremesek de bu çok görülen bir durumdur. Çocukluk aşkı olsun veya olmasın, o saf ilk aşkın yeri her daim ayrıdır. O zaman aynı insan olmamaktan tutun ilerleyen yıllarda körelmiş duygulara mahkum kalmaya kadar bu durum her yerde karşınıza çıkar. “Karışık Kaset” (2014), işte o akıldan çıkmayan ilk aşkların üzerine gidiyor.

        ÜSLUP OTURTMA ARZUSU HİSSEDİLİYOR

        Aslında sinemada çokça gördüğümüz ve yedinci sanatın seyirciyle ilişki kuran formatına uygun bir şey bu… Filmin kaynağında Uygar Şirin’in pop müziğe ve ilk aşklara adadığı 2013 tarihli romanı var. Kitapta olduğu gibi burada da hikaye 1990, 2000 ve 2010’da geçen üç parçaya bölünüyor. Kısa filmleriyle festivallerde sükse yapan yönetmen Tunç Şahin, üç bölüm üzerine ayrı ayrı kafa yormuş. Tempo, bölümler geçtikçe artıyor. Kurgu, bu üslup tercihini iyi idare ediyor. Montaj sekanslar, ikinci ve özellikle üçüncü kısımda ana karakter-müzik ilişkisini daha da açığa çıkarıyor.

        Genel anlamda Ramin Matin filmlerinde çalışan görüntü yönetmeni Deniz Eyüboğlu’ndan kaydırmalı uzun planlar istenmiş. Aniden açı-karşı açı tekniğine geçmeden, oyuncuları ve olayı kadraja sığdırma arzusu çok belirgin. Bu üslup, oyunculara alan açmış mı bilinmez, ancak Yavuz Turgul’un Yeşilçam gelenekçiliğini dönüştürme arzusundaki keskinliğine de kaymamış.

        ÇOCUK KALMAK İÇİN HAMLELER

        Özellikle steadicam, dolly ve vinç katkısıyla alınan, kayıp giden kameranın görsel serbestliğine yüklenen uzun planlar filmde bir dile malzeme oluyor. Çok uzun tutulmadığında denk gelen hareketten kesme tekniği ise ana akım anlatıyı rahatlatmış. Kurguda montaj sekanslar aralara belli bir anlam ışığında serpiştirilmiş. İkinci bölümdeki kilit yemek sekansını izleyen dolly’nin işlevselliği, üçüncü bölümdeki baba-oğul ilişkisi için eve yerleştirilen daha dar ölçekli bir objektifle aslında ‘ruh hali’ni yansıtma konusunda sıkıntı yaşatmıyor. 2000’e girerken Ulaş’ta şaşkınlık yaratan Atilla Taş’ın video klip çekimi sahnesi ile 2010’un başlangıcındaki kaydırmalı uzun planla alınan disko sahnesi ise ‘müziğin değiştirdiği evreler’ adına akılda kalacak anlar yaratıyor.

        Her şey bir yana açılış sekansında karışık kaset konan teypten itibaren bir X kuşağı temsili gördüğümüz muhakkak. Yani aklımız biraz John Hughes’un çıkış dönemine, Cameron Crowe’un ilk yıllarına gidiyor. Öyle geleneksel bir yapı yok. Ama yolumuz 90’ların kaset dönemine çıkıyor. Bir jenerasyonun gençlik dönemindeki heyecanına dönme, çocuk kalma arzusunu, kapitalizmin körelttiği duygulardan uzaklaşmasını izliyoruz.

        KASET DOLDURMA COŞKUSU

        Müzik dükkanı sahibi Rob’un orta yaş krizine odaklanan, Nick Hornby-Stephen Frears birlikteliğinin ürünü “Sensiz Olmaz” (“High Fidelity”, 1998) akla geliyor. Onun üzerine Crowe’un “Bana Sevdiğini Söyle”sini (“Say Anything…”, 1989) ekleyince, Sarp Apak’ın John Cusack’ı andırması şaşırtmıyor. Orada Lloyd’un elindeki teyp ile aşkını ilan etmesi ilk beliren görüntü... Sanki o sahne burada daha utangaç bir eylemle yer değiştiriyor ya da zaman tünelinden geçiyor.

        77’li Ulaş ile 78’li İrem çok sahiciler. Ne zaman yolları kesişse, aralarındaki çekim gücüyle, sonsuza kadar devam edecek aşklarını yeniden hissedebiliyorlar. Her yaşayanda olduğu gibi ilk aşkı akıldan çıkarmak, o masum duyguları unutmak kolay değil. “Karışık Kaset” de bu aşk durumu üzerine kaset doldurma kurallı bir müzik yazarı alt hikayesi yerleştiriyor. Uygar Şirin’in sinema yazarlığı kariyeriyle benzeşen bir yükseliş öyküsü izliyoruz.

        Bunu bir katmana oturtan film, sanki “Aşkın (500) Günü”nün (“(500) Days of Summer”, 2009) günlere ayrılmış devrimci modeline, “Bir Gün”ün (“One Day”, 2011) ‘duygusal-dram’ gerekleriyle bakıyor. Hatta bunun üzerine “Cesaretin Var Mı Aşka?”nın (“Jeux D’Enfants”, 2003), ‘çocukluk aşkı’ ve ‘müzik kutusu’ kullanma konusundaki alışkanlıklarını da ilave ediyor.

        Ulaş ve İrem’e ne kadar inanırsak, şarkılar da bir o kadar bizi içine alıyor. Yeri geldiğinde karışık kaset, yeri geldiğinde karışık CD, yeri geldiğinde karışık USB samimi duygulara kapılmamızı sağlıyor. Tüm hisleri müzikle dile getirmek, ilk aşklara adanmış şarkılı yolculuğu etkileyici hale getiriyor. Yakın dönem örneklerinden yine ilk aşka ve tesadüflere odaklanırken hikaye kurgusuyla da oynayan “Aşk Tesadüfleri Sever” (2010) ile bir senaryo yazarının acıklı aşkını anlatan “İncir Reçeli” (2011) gibi modern bir ana akım sinema anlayışıyla dolduruluyor.

        YAN KARAKTERLER VE İKİ SEKANS

        Şahin’in uyarlamasında ise fazla sıkıntı yok gibi. Perde temsili doğru. Sadece yan karakterler dallanıp budaklanmamış gibi. Bu durum ‘ana karakterin gözünden akıyor film’ gibi bir bahaneyle açıklanabilir. Ama örneğin Burak Sarımola’nın ‘düzenli arkadaş Yusuf’ karakteri, “Romantik Komedi”nin (2010) Gürgen Öz’ü gibi bir kahkaha fabrikasına dönüşebilirmiş. Ama bazı sahnelerde ‘heykel’ gibi durmasıyla nefes almadığını ortaya koyuyor. Bu konuda baba karakterine can veren Bülent Emin Yarar iyi incelenmiş. Öte yandan Sarp Apak ve Özge Özpirinçci rollerine müthiş bir ahenkle sarılıp filmin sahicilik konusundaki kusursuzluğunu besliyorlar.

        İlk bölümdeki sahil sekansında kameranın bütün çocukları alma adına iki tarafa bakması, sanki köşeye sıkışıp çevrenin gösterilemediği zoraki bir plan sekans yaratıyor. Aynı sıkıntı son tekne sekansında İrem’in arkadaşlarıyla konuşurken ağzından arada fazlaca nişanlısı olduğunu kaçırdığı sahnede de var. Kameranın Ulaş’ın hemen dibinde durup genel açı bulmakta zorlanması, neredeyse netliği, çerçevenin tutarlılığını kaybedecek izlenimi yaratmasına kadar uzanıyor. Böyle bölümler, ‘bütçe ya da çekim süresi yetmemiş’ izlenimi yaratıyor.

        Genel anlamda “Karışık Kaset”, aradığımız samimi duyguları X kuşağına ait bir yönetmen ile senaristten almanın keyfiyle bizi içine alıyor. Aralara ‘kitap yazma süreci’, ‘film çekme süreci’, ‘sanat yazısı kaleme alma süreci’ gibi detayların girmesi derken, ‘sanatla yaşayanların aşkı’ ya da ‘birbirinden kopamayanların aşkı’ bir çerçeveye oturuyor.

        ‘KARIŞIK KASET’İN İÇİNDE SAKLANAN AŞKLARIN FİLMİ

        “Karışık Kaset”, hem nostaljik hem işitsel açıdan hüzünlendirecek, geçmişi bugünde yaşamak isteyenleri derinden etkileyecek bir çalışma. Zamanla da yürek burkan sevgi dolu romantik bir yolculuğa dönüşüyor. Özellikle çok çeşitli soundtrack’i, Sezen Aksu’yu konu edinen dönüşleriyle bir kuşağa ayna tutma açısından değerli. ‘Gran Turismo’, ‘Clementine’ göndermeleri hoş.

        80’lerin ve 90’ların başının duygusunu günümüze taşıma özeninde de, bir karakterin sanat yazarı olma sürecinde yaşadığı zorluklar, arka planda iyi değerlendiriliyor. Arada kadının da erkeğin de inişli çıkışlı ilişkileri olabileceği ama gerçek aşkın baki kalacağı vurgulanıyor. O kutsal kişiye kavuşun veya kavuşmayın, ama o hep ‘karışık kaset’in içinde saklı. Avcumuzun içinden kayıp giden ve unutulmaya yüz tutmuş aşkların filmi bu sanki…

        “Karışık Kaset”in aynı yıllarda doğmuş bir çocuğun günümüzde ‘süper kahraman’a dönüşmesini ele alan özgün çizgi roman uyarlaması “Galaksinin Koruyucuları” (“Guardians of the Galaxy”, 2014) ile aynı yıl üremesi de ilginç. Zira orada teybe karışık kaset takan Peter Quill’in (ya da Star-Lord) bakış açısından 60’lı 70’li yılların Amerikan pop/rock şarkılarını ve 80’lerin yaşam biçimini nostaljik bir hissiyatla kavrıyoruz.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Karışık Kaset

        Yönetmen: Tunç Şahin

        Oyuncular: Sarp Apak, Özge Özpirinçci, Bülent Emin Yarar, Burak Sarımola

        Süre: 106 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ‘ÖLDÜREN OYUN’A ÜMMÜ SİBYAN TEDAVİSİ

        “Okul”un biraz daha kültürel bir lanetle sarılmış versiyonu gibi duran “Ümmü Sibyan: Zifir”, özellikle kurgusu ve görsel efektleriyle belli bir seviyeyi tutturuyor. “Öldüren Oyun”un yerli versiyonuna dönüştüğü noktada o tabandan hızla uzaklaşıp Sadako-Regan kırması bir ötekiyle evrenini güncelliyor. Ama buna paralel olarak kulakları sağır etme potansiyeline sahip ses miksajı/efektleri ve renkleri işlenmemiş sinematografisiyle eleştirilesi bir iş canlanıyor.

        Adıyla dini bir çağrışıma yol açan “Ümmü Sibyan: Zifir” (2014), bu konuda inatçı değil. Özellikle de sene boyunca izlediğimiz “Ammar: Cin Tarikatı” (2014), “Muska” (2014), “Azem: Cin Karası” (2014), “Azazil: Düğüm” (2014), “”D@bbe: Zehr-i Cin”, “Siccin” (2014) gibi orijinal isimli eserleri göz önünde bulundurunca bu öngörü yerli yerine oturuyor. Öte yandan filmin üzerine gittiği meseleyle, hamile kadınlara musallat olup bebekleri düşüren bir ‘cin’in gerçekliğini sorguladığını da söylemeliyiz.

        KURGUSU BAŞARILI, TEMPOSU YERİNDE

        Depresyon belirtileri gösteren kişileri cinsellikten soğutma arzusuyla ortaya çıkan ruh, cin ya da bir çeşit doğaüstü varlık, çocuğu ana rahminde öldürerek ‘ahlakçılık’ yapar. Artık her yönüyle korku filmlerine elverişli bir ‘hastalık’ temsili vardır elimizde... Basit bir cin çarpmasından, intikam için geri dönen klişe bir hayaletten veya içine şeytan girme alışkanlığından başka bir şey canlanıyor. Ruh çağırma meselesinin ucunu “Witchboard”a (1986) kadar götürebiliriz. Ancak burada sanki “Öldüren Oyun” (“Long Time Dead”, 2002) misali ruh çağırma seansından cin çıkarma arzusuyla toplanan gençler, ‘perili ev’ klişesine bağlanan “Okul” (2004) ile akraba bir sürecin adını koyuyor.

        Efe Hızır, kurgu ve tempo konusunda becerikli. Yavaş çekim de, volümü yüksek müzik de, akıcılık için kullanılan numaralar da yerli yerine oturuyor. Özellikle parti sekansında bu durum hissediliyor. Açılıştan itibaren gelen ve ses bandında kulakları sağır edecek bir etki yapan ‘doğaüstü gücün olayları yukarıdan gözlemlemesi’ hamlesi tesir ediyor. Uçak kamera bu planlarda etkili olup ‘kitle sineması’ yararına bir numarayı devreye sokuyor.

        Ancak bazı yerlerde sıkıntılar var. Örneğin müdürün odasından koridoru gözlemleyerek ‘korku ötekisi’nden korunma sekansı hantal durmuş. Üstelik herkesin görebildiği içine ruh giren Kevser’in orada hiç gözükmüyormuş gibi korku objesine dönüştürülme arzusu inandırıcı değil. Filmin temposunu düşürüyor.

        GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ KAMERA BAŞINDA MI?

        “Kanal-İ-zasyon” (2009), “Süpürrr” (2009), “Üç Harfliler: Marid” (2010) “Çanakkale 1915” (2012) ile bilinen görüntü yönetmeni Muharrem Dokur, omuz kamerasını devreye soktuğunda ‘karanlık’ta ilerlemese zaaflarını açığa çıkaracak gibi. Görsel yapı, sanki renkleri işlenmemiş izlenimi bırakıyor.

        Filmin geceye sıkışmasıyla bütçe açısından kolayladığı sekanslar, ‘ses efekti’ ile oyalamadığı anlarda arkadaki plansız ışığı hissettiriyor. “Ammar: Cin Tarikatı”yla benzer sinematografik sorunlar açığa çıkıyor. Ama “Okul” ekolünden ilerleyen ‘gençlik filmi-korku filmi’ kırması iskelet amacına ulaşıyor. Kafa şişiren ses efektleri korkutmak için canlanırken, çıplak kadın bedenleri ve kan oranı ‘teen-slasher filmleri’nin istismar filmleriyle yakın ilişkisini akla getiriyor. Bunların üzerine birkaç sahnedeki makyaj efektleri de ilave edilebilir.

        BİRAZ SADAKO, BİRAZ REGAN

        Bu bölümler metafiziksel bir dünyaya açılan pencerede fena işlemiyor. Elbette ABD’deki örnekler kadar başarılı durmuyor. ‘Metafiziksel ruh filmi’ne açılan pencere James Wan’ın başyapıtı “Ruhlar Bölgesi”nin (“Insidious”, 2010) atmosfer ustalığına ulaşamazken, “Korku Seansı”nın (“The Conjuring”, 2013) alaycılığı da canlanmıyor.

        Ama “Halka”nın (“Ringu”, 1998) ‘Sadako’su misali beliren, “Şeytan”ın (“The Exorcist”, 1973) içine şeytan kaçmış Regan’ına da benzeyen kötü kadın tipi biraz evrensel bir yama gibi. Her şeye rağmen Hollywood anlayışıyla yoğrulduğu anlarda kurgusu, efektleri, yaklaşımı ve yola çıkışıyla “Ümmü Sibyan: Zifir” becerikli. Adından beklendiği gibi dini istismar etmiyor. Aksine buralara da bir ‘ruh filmi’ sızmasını sağlayıp Amerikan korku sinemasındaki furyaya adapte oluyor. Özyurtlu Kardeşler’in “Ev”den (2010) sonra en yedinci sanata hakim işi böylece canlanıyor.

        FİLMİN NOTU: 4.7

        Künye:

        Ümmü Sibyan: Zifir

        Yönetmen: Efe Hızır

        Oyuncular: Melisa Akman, Berkan Bulut, Rabia Kaya, Mustafa Kırantepe, Gizem Ayaz

        Süre: 80 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ARKASI SENEYE

        Suzanne Collins’in ‘Açlık Oyunları’ kitap üçlemesinin son cildini perdede iki bölüm halinde izleyebileceğiz. ‘Arkası seneye’ düşüncesiyle izlenen “Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1”, üst üste gelen üvey anne ve üvey baba nasihatlarının ötesine geçmeyerek isyancılığı aile filmi seviyesinde sunuyor. Serinin ana ruh halini yansıtarak daha melankolik, interaktif ve özgün alt tür ürünlerini bir kez daha aratıyor.

        Katniss Everdeen’i karamsar bir noktada bırakmıştık aslında. Çalılıkların arasında nefes almaya çalışırken bir taraftan da aşkına tutunmak isteyen bir olgunluğun arifesinde… “Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1” (“The Hunger Games: Mockingjay – Part 1”, 2014) oradan start alsa da farklı bir yola açılıyor. Sanki Katniss’in üvey anne ve üvey babasının nasihatlarını dinlediği bir aile filmine dönüşüyor.

        TIKANAN YOLLAR ANNE KUCAĞINA ÇIKIYOR

        Zaten ‘oyunlu bilimkurgu filmleri’nin (bkz. “Ölüm Pateni”, “New Gladiators”, “Koşan Adam”, “Ölüm Oyunu”) ölüm oyunu geleneğini ‘aile oyunu’na dönüştüren bir seri var karşımızda. Pazar sabah kuşağında izlemeye ve ders almaya son derece elverişli üstelik. Ancak burada hem ikiye bölünüp dört saatlik bir parçanın yarısı oluyor, hem de mini diziye uygun bir sürece sokuluyor. 13. Mıntıka’ya geçiş aşamasında tıkanan yollar bayağı bir macera iskeleti ile sunuluyor.

        Paul Greengrass’tan miras kalan ‘cinema vérité’ geleneğiyle yakın temas kuran reji, burada da filmi baltalıyor. Biçim-içerik örtüşmesindaki sıkıntılar, serinin ana ruhuna uyum sağlıyor. Bu kez işin ucunun didaktikliğe uzandığı, aksiyonun ikinci bölüme saklandığı bir 123 dakika izliyoruz. En fazla da sekiz bölümlük bir mini dizinin ilk parçası canlanıyor.

        İSYAN KAPIDA!

        Moore’un Alma Coin, Seymour Hoffman’ın Plutarch Heavensbee tiplemelerine bürünürken, ‘her eve lazım nasihatlar’ dağıtmaları filmin kapalı mekandaki amaçlarını ortaya koyuyor. Bu yıl ‘Genç yetişkin edebiyatı’ndan beslenen “Labirent: Ölümcül Kaçış” (“The Maze Runner”, 2014) ve “Seçilmiş” (“The Giver”, 2014) gibi daha özgün ve kalıcı eserler üremişken, ‘Açlık Oyunları’ bir kez daha niye bu kadar önemsendiğini sorgulamamızı sağlıyor.

        Jennifer Lawrence’a blockbuster şanı kazandırma özelliğinin ötesinde ‘Alacakaranlık’ (‘Twilight’) serisinin her daim yükselen heyecanını mumla aratıyor. Hayranlarını ‘isyan kapıda!’ uyarısını yaparak uğurluyor. Bu üçüncü ‘Açlık Oyunları’ filmi, “Constantine” (2005) ve “Ben Efsaneyim” (“I Am Legend”, 2007) ile bildiğimiz Francis Lawrence’ın ise kariyerinin en zayıf halkalarından birine dönüşmekte zorlanmıyor. Pembe dizilerin ‘arkası yarın’ mantığını, ‘arkası seneye’yle yorumluyor.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1 / The Hunger Games: Mockingjay - Part 1

        Yönetmen: Francis Lawrence

        Oyuncular: Jennifer Lawrence, Julianne Moore, Philip Seymour Hoffman, Josh Hutcherson, Liam Hemsworth, Donald Sutherland

        Süre: 123 dk.

        Yapım yılı: 2014

        SEV YA DA SEVME FARK ETMEZ

        Bunalımlı Berk’in hayat dolu Ezel ile tanışması filmin aşka açılan umut kapısı… Ama “Seni Seviyorum Adamım”, kurguyu ve müziği profesyonellere emanet etmesine karşın çöp tür filmleriyle bilinen Biray Dalkıran engeline takılıyor. Olabilecek en kalitesiz popüler sinema estetiği bir kez daha yetenekli teknik ekip bireylerini baltalıyor. Ona direnmeye çalışmak bile kolay değil!

        Çöp korku filmlerinin unutulmaz yönetmeni olarak nam salan Biray Dalkıran’ın bu yılki üçüncü aşk filmi… İlkinde ölümcül hastalıktan beslenen salya sümük bir melodram ambalajı, ikincisinde rüyalarımıza girmeyi hedefleyen fantastik bir ton, üçüncüsünde ise birbirinden uzaklaşmak isteyen screwball komediye (romantik-komedinin 1960 öncesi aktif olan versiyonu) yatkın bir çift var. Aslında “Seni Seviyorum Adamım”ın (2014) ne yöne kayacağı belli değil.

        PROFESYONEL EKİP YETERLİ Mİ?

        Başlangıçta sürekli intihar eden kafası kırık bir kadının aşk hikayesi olarak başlıyor. Ardından yolda geçen bir sevgi seline dönüşüp, gangsterlerle, ölümcül hastalıkla, şarkıcı başarı hikayesiyle sarılıyor. Film nereye gideceğini bilemezken Gökhan Horzum-Gül Abus Semerci’nin ağlatabilecek her şeyden aralara serpiştirmesiyle yönünü kaybediyor. Adı ‘Ezel’ olan tutarsız kadın karakterin, aşk filmlerinde aranan sarışın güzel Gizem Karaca’nın fiziksel çekiciliğiyle ayakta kalma arzusuna tutunuyor.

        Açıkçası 1.85:1 formatında görünürde Niko’nun kurgusu, Yıldıray Gürgen’in müzikleri profesyonel. Ama Sami Saydan gibi tuhaf bir görüntü yönetmeni her şeyi bozuyor. Niko’nun tempoyu yükselttiği anlarda araya atılan planlardaki piksellenme sorunu, yavaş çekimlerin sekmeye uğraması derken her şey kendi halinde takılıyor gibi.

        DALKIRAN ARAP ÜLKELERİNDE TV’YE İŞ YAPABİLİR

        Senaryonun yol açtığı ilkokul birinci sınıf saldırgan diyaloglar seyirciyi bir yerinden yakalamak istiyor. Aslında Gizem Karaca’nın intihar meyilli tiplemesi üzerinden bir arızalar aşkı kurulabilirmiş. Ancak o damarın üzerine gitmektense Dalkıran kendi şovunu yapmayı seçiyor. Yavaş çekim tekniğinin kartonluğu, montaj sekansların ‘sonrada plan bulduk’ izlenimi yaratması derken, balıkgözü objektifle çekilen sahnelerin sırf ‘bozulum’ yaratmak için var olduğu açığa çıkıyor.

        Dalkıran, fantastik aşk filmi “Meleklerin Mucizesi” (2014) ile birlikte ‘çöp’ kavramından en çok uzaklaştığı filmine imza atıyor. Ama bunu yaparken Sinan Çetin ve Mahsun Kırmızıgül’ün balıkgözü objektif zekalarına, Ömer Faruk Sorak’ın hızlı kurgu becerisine tutunamıyor. Onlar yönetmense Dalkıran, Birleşik Arap Emirlikleri’nde çalışan ve TV’ye popüler iş yapan bir zanaatkare dönüşüyor. Üstüne üstlük bir şarkının sözünü kendisi yazması ‘bu ne özgüven!’ dedirtiyor. Hatta işi daha da ileri götürürsek, herkes onun gibi koltuğunda oturup sette önünden gelip geçenleri idare edebilir. Antipatik Barış Kılıç’ı hiç saymıyoruz bile. Buradan akılda kalacak tek isim bu türe ait eserlerdeki sarışın güzel boşluğunu dolduracak Gamze Karaca…

        Öte yandan Dalkıran bu seneki üçüncü alt seviye aşk filmini çekiyor. Bana kalırsa “Seni Seviyorum Adamım” ve “Meleklerin Mucizesi”, yılın en kötü filmi “Peri Masalı”nın bir tık üzerindeler. Hatta “Peri Masalı” için Türk sineması tarihinin en zayıf aşk filmi demek abartmak değil, gerçeklerle yüzleşmek olur.

        FİLMİN NOTU: 2.5

        Künye:

        Seni Seviyorum Adamım

        Yönetmen: Biray Dalkıran

        Oyuncular: Gamze Karaca, Barış Kılıç, Yıldız Kültür, Ayşen Gruda, Görkem Yeltan, Serhat Özcan

        Süre: 95 dk.

        Yapım yılı: 2014

        AŞÇI VE UŞAĞI

        Terübeli bir aşçı ile onun yerine göz koyan genç meslektaşının TV programına uzanan çekişmesi daha usturuplu bir filmi hak etmiyor mu? Eğer Hollywood “Şeflerin Savaşı”nın haklarını satın alırsa, bir yeniden çevrimle olabilir. Ancak burada ne iyi çekilmiş, ne güldürebilen, ne de tonu tutturulmuş bir rekabet komedisi canlanıyor.

        Her meslekte çok başarılı olsa da zamanın ruhuna ayak uyduramayan tecrübeli isimler vardır. İşin en önemli tarafı bu kişilerin kendilerine çekidüzen vermesidir. Kısa sürede güne adapte olamazlarsa, yavaş yavaş dibe doğru yol almaları kaçınılmaz hale gelecektir. Bir süre sonra konum olarak yerini kaybetmek kolay değildir. Ama etraftakilerle karşılaştırılarak içyüzünüzün afişe edilmesi her zaman mümkündür.

        TONU TUTTURULAMAMIŞ BİR REKABET KOMEDİSİ

        Fransa’da popüler sinema alanında işler veren Daniel Cohen, üçüncü eserinde, ite kaka 84 dakikayı bulmuş bir yemek komedisiyle çıkageliyor. Alanda erkek aşçı hikayesini ele alan yapıtlara dahil edilebilecek eser, hedefini de çok net koyuyor. Kuşak farkları üzerinden iki aşçının rekabetine odaklanıyor. Bu rekabet komedisi ne kadar başarılı peki?

        48’li Jean Reno ile 73’lü Michaël Youn’un, TV’de de yayınlanan programda farklarının ortaya dökülmesi, restoranın patronu Stanislas ile ciddi sorunları açığa çıkarıyor. Onun kararıyla çileden çıkan Alexandre, tonu tutturulamamış bir komedinin ‘deli ana kahramanı’na dönüşüyor. Ama seyirci neyin içine girip, neye güleceğini tam olarak kestiremiyor.

        Sinemaskop formatına (2.35:1) yaslanan göstermelik prodüksiyon kalitesi, kurgu ile sinematografiyi birleştiremiyor. Rekabetin üzerine beklendiği kadar gitmiyor. Alexandre’ın hayatında olup bitenden bir mesele çıkartmaya çalışıyor. Vodvil tabanı bütün yapıyı etkisi altına alınca, tempo iyiden iyiye düşüp sinemasal haz her dakika daha da azalıyor.

        FİLMİN NOTU: 3.5

        Künye:

        Şeflerin Savaşı (Comme Un Chef)

        Yönetmen: Daniel Cohen

        Oyuncular: Jean Reno, Michaël Youn, Raphaëlle Agogué, Julien Boisselier

        Süre: 84 dk.

        Yapım yılı: 2012

        ‘KUMUN TADI’NI ÇARŞAMBA YAZMIŞTIM

        Fransız bir botanik bilimci ile Türk bir insan kaçakçısının tehlikeli aşkını, hiçlikten ve diyalogsuzluktan beslenen, ise bulanmış müthiş bir atmosfer gücüyle kavrayan “Kumun Tadı”, ilk yarısındaki sinema duygusuyla mest ediyor. Julian Atanassov-Meryem Yavuz ikilisinin eseri kontrol altına alan ıssız sinematografisi, Philippe Grandrieux’nün olağandışı geleneğini akla getiriyor.

        Umut vaat eden Türk kadın yönetmen Melisa Önel’in ilk filmi “Kumun Tadı”nı dün kaleme almıştım.

        O yazı için tıklayın...

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Kumun Tadı

        Yönetmen: Melisa Önel

        Oyuncular: Timuçin Esen, Mira Furlan, Ahmet Rıfat Şungar, Mustafa Uzunyılmaz, Sanem Öğe

        Süre: 89 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Adalet (The Equalizer): 5

        Annabelle: 4.1

        Annemin Şarkısı: 3.6

        Aşk Tarifi (The Hundred-Foot Journey): 3.3

        Aşkın Halleri (The Disappearance of Eleanor Rigby: Them): 5.9

        Balık: 4.3

        Ben O Değilim: 5.5

        Birleşen Gönüller: 4.5

        Deliha: 2.2

        Delisin Delisin!: 1.6

        Deniz Seviyesi: 5.5

        Dönüş (The Turning): 5.5

        Dracula: Başlangıç (Dracula Untold): 6.3

        Dünyada 20.000 Gün (20.000 Days On Earth): 4.5

        Evliya Çelebi: Ölümsüzlük Suyu: 5.8

        Evrim (Transcendence): 5.8

        Fury: 6

        Gece: 4.5

        Gizli Yüzler: 4.1

        Hay Way Zaman: 3

        İncir Reçeli 2: 3.7

        İnşaat 2: 2.9

        Kanunun Ötesinde (A Walk Among the Tombstones): 3.5

        Kayıp Kız (Gone Girl): 8.5

        Kirli Para (The Drop): 4.3

        Kutu Cüceleri: Yaratıklar Aramızda (The Boxtrolls): 5.5

        New York’a Hoşgeldiniz (Welcome to New York): 6.7

        Oflu Hoca’nın Şifresi: 3.8

        Olur Olur!: 5.5

        Pek Yakında: 5.7

        Pompeii: 5.8

        Salak ile Avanak Geri Dönüyor (Dumb and Dumber To): 6

        Seçilmiş (The Giver): 7

        Serena: 6.5

        Siccin: 4

        Sihirli Ay Işığı (Magic in the Moonlight): 3.8

        Sivas: 6.5

        Şeytan Tepesi (Gallows Hill): 2

        Temmuz Soğuğu (Cold in July): 4.8

        Unutma Beni İstanbul: 3.5

        Unutulmaz Aşk (Best of Me): 3.2

        Unutursam Fısılda: 4

        Yargıç (The Judge): 4.5

        Yıldızlararası (Interstellar): 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar