Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        19 ARALIK 2014 FİLMLERİ

        Plastik evrenleri, asi karakterleri, alternatif müzik skalası, cinsel tabularla ilişkisi, anarşist yaklaşımı, punk kültürüyle bağı ve canlı rejisiyle bilinen biseksüel bir yönetmenin olgunlukla imtihanı… “Karda Bir Beyaz Kuş”, eşcinsel sinemanın “Yaşamın Dibi” ve “Kıyamet Kuşağı” gibi kilometre taşlarına imza atan Gregg Araki’nin “Tenin Gizemi”yle başlayan ikinci dönemine ait, gerilimle gizemin dengesini iyi ayarlayan zarif bir melodram... Matem, ölüm, aile, bekaret tabusu gibi temaları sömürüye kaymadan ele alınca, Almodóvar’ın bu türdeki katmanlı eserlerini hatırlatmak, “Annem Hakkında Her Şey”le bağ kurmak kolaylaşıyor.

        Yeni Eşcinsel Sineması akımının nevi şahsına münhasır isimlerinden Gregg Araki, sinemaya 80’lerin sonunda girse de 90’ların başındaki tartışmalı eserleriyle anılmıştır. Başyapıt seviyesindeki “Yaşamın Dibi” (“The Living End”, 1991) ve “Kıyamet Kuşağı” (“The Doom Generation”, 1995) ile şöhrete kavuşmuştur. Kendi jenerasyonunda Gus Van Sant ve Todd Haynes’le birlikte ‘en önemli üç isimden biri’ olarak kabul görmüştür. Böylece ABD’de karşıt kültürün ayakları üzerinde duran bir temsilcisi olmuştur.

        EŞCİNSEL SİNEMANIN AUTEUR YÖNETMENLERİNDEN

        Yönetmen, camp (bilinçli bayağılık estetiği) dünyası, alternatif müziklere (shoegazing türü gibi) ilgisi, anarşist tavrı, cinsel tabuları yıkma arzusu, punk kültürüne yakınlığı, canlı rejisi ve ilişkilere getirdiği eşcinsel/biseksüel yorumuyla bir kimlik oluşturmuştur. Sinemasında her daim bir plastik doku öne çıkarken, buna John Waters kaynaklı, iğneleme kaygılı ince bir mizah da eşlik eder. En azından 1999’da çektiği en piyasa işi filmi “İkisini de Sevdim”e (“Splendor”) kadar süren asi ilk döneminde, homofobik ve muhafazakar kesimleri çaktırmadan eleştiri yağmuruna tutmuştur Araki.

        Fransız Yeni Dalgası’nın metotlarını ‘karşıt kültür’ün gözünden yorumlayan Yeni Eşcinsel Sineması’nda yönetmenin bu yıllarını Jean-Luc Godard’a veya Louis Malle’e yakın bulabiliriz. Ama Godard’ın deneyleri ile Malle’in cinsellikle ilişkisini, Rainer Werner Fassbinder’in renkli ve plastik döneminin dokusuyla ve ruhuyla sarmalamak esaslı hedefe dönüşmüştür.

        Rengarenk bir dünyada deneyci ve cinsel tabularla haşır neşir Fransız Yeni Dalgası temsilleri görürüz sanki. Tüm bunlar homoerotizmi öne çıkaran bir cinsel özgürlük/fantezi arayışıyla ele alınır. Eşcinsel, heteroseksüel veya biseksüel arzulara hitap etmesi fark etmeksizin, cinsellik Araki’nin sinemasının her daim bir parçası olmuştur. 2004 tarihli “Tenin Gizemi” (“Mysterious Skin”) onun için kilit bir eserdir. Zira orada geçmişinde cinsel tacize uğramış, biri jigololuk yapmaya başlarken, diğeri herkes tarafından dışlanan iki gencin dostluğu anlatılır. Joseph Gordon-Levitt ile Brady Corbet, Araki’yi en ciddi ve dramatik filmine yönlendirmiştir.

        MELODRAMI SÜSLEYEN PLASTİK BİR GİZEM

        Bu onun olgunlukla ve doğal renklerle imtihanı anlamına gelmiştir aslında. Anna Faris’li karton ve ticari komedi filmi “Smiley Face” (2007) ise yönetmenin iş kazalarından biridir. “Karda Bir Beyaz Kuş” (“White Bird in a Blizzard”, 2014) Araki ciddiyetiyle nefes alan bir film. “Tenin Gizemi” ile birlikte onun kariyerinin nadir edebiyat uyarlamalarından. Araki’nin asi ve dinamik karakterlerinden bir gıdım, cinsellik ve tutku sevgisinden ise fazlaca barındıran eser, temelde ‘matem’ duygusunu keşfe çıkıyor. Ancak karşımızda, ‘ölüm’ ve ‘kayıplar’ üzerinden akan en sıra dışı anne-kız ilişkilerinden biri beliriyor. Laura Kasischke uyarlaması “Bir Nefeste Hayat”ta (“Life Before Her Eyes”, 2006) Uma Thurman-Evan Rachel Wood arasında canlanan, gizem ve gerilim yüklü etkileşimin bir benzeri, edebiyatçının ikinci başarılı sinema uyarlamasında da mevcut.

        Yeni Eşcinsel Sineması’nın ikinci kuşağından eşcinsel John Cameron Mitchell’in “Mutluluğun Peşinde”de (“Rabbit Hole”, 2010) ‘matem’le duygusallaşma zafiyetini tekrarlamayan yönetmen, sömürüden kaçmak için her şeyi yapıyor. Adeta “Annem Hakkında Her Şey”in (“Todo Sobre Mi Madre”, 1999) yeğeni olarak anılabilecek bir esere imza atıyor. 17 yaşındaki bir kızın cinsellikle tanışmasını, tutku dolu seks arayışını perdeye taşırken, bu eyleminde Edith Carlmar’ın cesaretiyle klasikleşen “Asi Kız”ı (“Ung Flukt”, 1956) kadar net durmuyor. Aksine arka fonda beliren acıdan, sürpriz finalleri seven bir Araki gizemi çıkarmak istiyor.

        ANNE İLE KIZ SAÇ SAÇA BAŞ BAŞA

        Amerikan banliyösünde bir ‘hagsploitation’ ya da ‘psycho-biddy’ atmosferi canlanıyor. Sanki “Strait-Jacket” (1964) veya “Mommie Dearest” (1981) kıvamında delilikten beslenen bir anne-kız çekişmesi izliyoruz. Bu kadınların arasındaki kavgaları merkezine alan psikolojik-gerilim şablonu, çıtır sevgili rekabetine kadar uzanırken, Green’in Woodley’nin karşısında sürekli arıza çıkması ve saçlarını bozması tedirgin edici Joan Crawford siluetini akla getiriyor.

        Araki, aslında kitsch öğelerden beslenme ezberini sürdürüyor. “Tenin Gizemi”nden itibaren başlayan baskın plastik dünyayı çocukların/gençlerin hayalinde, rüyasındaymış gibi gösterme arzusu bir kez daha açığa çıkıyor. “Gümmm”de (“Kaboom”, 2010) kıyamet filmine kaykılan bu yorum, aslında “Karda Bir Beyaz Kuş”ta sürekli uyanırken çekilen Kat’in etrafında dönüyor. En nihayetinde de onun gerçeküstücü tablolarla sarılmış, ultra camp beyaz kabus sahnelerine kadar uzanıyor.

        80’LERDE GEÇEN BİR DOUGLAS SIRK FİLMİ GİBİ

        Karların altında yatan anne bedeni filmin ana imajı olarak zihnimize kazınıyor. Aslında 1988’de annesini kaybeden karakterimiz, uzun süre bu olayın gerçekliğini sorgulasa da esas mesele farklı gelişiyor. Dramatik yapı, pembe dizilere yakın bir omurgaya kavuşurken, bu plastiklik avantaja dönüşüyor.

        Araki, seyirciye istediğini vermiyor. Aksine çıplak bir Shailene Woodley, seks sahneleri, gerçeküstücü kabus sahneleri ve sürekli uyanan bir karakterle, flashback anlatılarını anlamlandırıyor. 1988-1991 arasında, tam gününü bilmediğimiz havada kalan akış ilgi çekici... ‘Parlak renkler’ arka plandan her daim içeri sızarken, 80’lerde geçen bir Douglas Sirk filmi izlenimi de yaratılıyor.

        İŞLEVSİZ AİLE YAPAYLIKTAN BESLENİYOR

        Sheryl Lee’nin varlığı David Lynch malzemesine dönüşürken, eşcinsel arkadaş ekibi de ayrı bir katkı yapıyor. Meselenin özü temelde banliyödeki yan komşuyla ilişkinin yarattığı cinsel arayış, cinsellikle tanışma klişesi... Annenin rekabete girmesi de bir zalimlik getiriyor. Ama asla gerçek bir anne duygusu, bir evlilik iradesi hissedemiyoruz.

        Araki kendi gençlik dönemine denk gelen bir periyoda odaklanırken, bir bakıma yaşadığı sıkıntıları da öne çıkarıyor. Ergenleri ele alma arzusunu bir kez daha gösteriyor. Ama cinsel fantezi adına net adımlar atmıyor. “Tenin Gizemi” geleneğini izleyip onu “Annem Hakkında Her Şey” yoluna sokuyor. Sürekli yapay bir kostümün, plastik set tasarımının, parlak renklerin anlamını kavramamız istenirken, arkadan ‘eşcinsel yorumu’ çıkıyor.

        ÜÇ FORMÜLDEN BESLENEN ARAKI MELODRAMI

        Araki geleneğinden bir melodram böylece beliriyor. Ölüm, matem, kayıplar, intikam, sadakat gibi kavramlar, dramatik yapıda çok farklı yerlere yerleştiriliyor. Böylece “Karda Bir Beyaz Kuş”, “Annem Hakkında Her Şey”, “Mommie Dearest” ve “Asi Kız”ın, üç ayrı köşeye itilmiş formülün bir karışımı olarak canlanıyor. 50 yaşını geçen biseksüel bir yönetmenin Almodóvar’ın olgunluk yıllarındaki geleneğine tutunma arayışı bu temelde…

        Melodramatik öğelerle bezeli bir şablon denenirken, aslında hüzünle, kayıplarla, aileyle, evlilikle, başarıyla dalga geçmek hedef... “Kıyamet Kuşağı” kadar sert olmamak bu noktada anlam kazanıyor. Ergen kızın cinsel arayışı, çekişme kurallı anne-kız ilişkisi ve banliyöde geçen plastik melodram her türlü incelemeye açık hale geliyor. Amerikan orta sınıf ailesinin sıradan dünyasından birçok şey bu sayede önümüze dökülüyor.

        Araki, kendi jenerasyonundan Todd Haynes’in bir Douglas Sirk filminden esinlenerek Technicolor renkleriyle çektiği melodram başyapıtı “Cennetten Çok Uzakta”ya (“Far From Heaven”, 2002) selam çakmış burada sanki. Oradaki 50’ler atmosferini 80’lere taşımış. Bu da kendine en uygun rolü bulan Shailene Woodley’nin fiziksel özelliklerini de kullanmasını iyi bilen başarılı performansına alan açıp, “Aynı Yıldızın Altında”da (“The Fault in Our Stars”, 2014) düştüğü gülünç durumu unutturmasını sağlıyor.

        FİLMİN NOTU: 7

        Künye:

        Karda Bir Beyaz Kuş (White Bird in a Blizzard)

        Yönetmen: Gregg Araki

        Oyuncular: Shailene Woodley, Eva Green, Christopher Meloni, Shiloh Fernandez, Gabourey Sidibe, Thomas Jane

        Süre: 107 dk.

        Yapım yılı: 2014

        TEDAVİSİ ZOR OYUNCU SENDROMU

        Zamanı geçmiş orta yaşlı bir oyuncunun, yan role kaymasının yol açtığı sendromu, “Arkası Yarın” (1968) ile “Havuz”u (2003) bir araya getiren bir şablonla yorumlamanın peşinde sanki “Ve Perde”... Ancak Fransız sanat filmi üretme konusunda kendini kasmasıyla ünlenen 59 yaşındaki yönetmen Olivier Assayas’nın hesaplı yaklaşımından kurtulamıyor. Öte yandan Kristen Stewart’ın yükselen kariyerinde 2014’te “Still Alice” ve “Camp X-Ray” ile birlikte oyunculuk yeteneğini hissettirdiği yer olarak da anılacaktır.

        Bazı yönetmenler vardır, sinema tarihinde sadece şişirilerek yer tutarlar. Birinden dinleyince bu isimlerin ‘usta’ olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Ancak bu kişiler, usulca etraftaki furyaları, seyirciyi etkileme metotlarını bilip, nabza göre şerbet veren yapılar inşa ederler. Sektörden geriye çekilince ise bilinçli izleyici için ‘bomboş bir çöp kutusu’ndan farksız bir kariyerle öte dünyaya uğurlanırlar. Olivier Assayas böyle isimlerden.

        AĞIR SANAT FİLMLERİ İNANDIRICI MI?

        Elbette “Irma Vep” (1996) ve “Clean” (2004) için ‘cillop gibi film’ diyenler olabilir. Biz de bu görüşlere fazla itiraz etmeyiz. Ama işin özü adı geçen şahsiyetin ‘Fransız sanat filmi’ tanımına uygun işler vererek uluslararası piyasaya hitap etmesidir. Filmlerini izleyince, 60 yaşına merdiven dayayan bir yönetmenin sinema gramerinden anlamamasının güç olduğunu kavrarız. Nitekim de bu konuda hesaplı eylemlerin farkına varırız.

        İnatla 120 dakikayı geçen ağır sanat filmleri aslında hiçbir şey anlatmaz. Kısa sürede anlamlandırılabilecek hikayeleri, uzun planlarla, tempo düşüklüğüyle uzun zamanla sararak ciddi gözükür. Üstüne bir de ‘duygusal/dokunaklı şarkı’ patlatmak, ana vazifeye dönüşür ve entelektüel kitleyi hüzne boğar. Bu kaygılar o kadar belirgindir ki, “Direniş Günlerinde Aşk” (“Après Mai”, 2012) gibi kısalsa mucizevi değilse bile eli yüzü düzgün durabilecek 68 olayları filmini de baltalayabilir.

        İKİNCİ KEZ OYUNCU HİKAYESİ

        Ama genel anlamda bakarsak Assayas, kadın ana karakterlerle çalışmayı sever. Maggie Cheung, Emmuelle Béart, Virginie Ledoyen, Connie Nielsen gibi isimler onunla beraber bir anlam aramıştır. Juliette Binoche da burada entelektüel durmak için kasan “Yaz Saati”nden (“L’heure d’été”, 2008) sonra ikinci kez yönetmenin ana nesnesine dönüşüyor.

        Assayas, “Irma Vep”te Çinli bir aktrisin ‘Les Vampires’in yeniden çevrimine uyum sağlama çabasını ele almıştı. Bu kez ise eskimiş bir tiyatro oyuncusunun, Maria Enders’in 20 sene önce oynadığı oyunun yeni versiyonunda yan rolü üstlenecek olmasıyla yaşadığı travmayı perdeye taşıyor. “Ve Perde”nin (“Clouds of Sils Maria”, 2014) yola çıktığı da aslında ‘zamanı geçmiş oyuncular’ özelinde bir kimlik sorgulaması ve varoluş sıkıntısı oluyor. Yani Joseph L. Mankiewicz’in “Perde Açılıyor”undan (“All About Eve”, 1950) bu yana gördüğümüz ‘yaşlanan kadın oyuncunun, önüne geçebilecek genç bir yıldızla mücadelesi’ formülü canlanıyor.

        REFERANSLARI AÇIK

        Maria yanına aldığı genç asistanı da, onun Sigrid rolünü kapacak Hollywood oyuncusunu da bir çırpıda düşmana çeviriyor. Kıskançlık ve çaresizlik öne çıkıyor. Assayas, sanki “Arkası Yarın”ın (“The Killing of Sister George”, 1968) lezbiyen pembe dizi oyuncusunun yaşlanınca kenara itilip kafayı yediği hikaye yapısını akla getiriyor. Üstelik, Robert Aldrich’in filminde 50 yaşındaki Beryl Reid ile günümüzdeki Binoche yaşıt.

        Açıkçası Assayas’nın Binoche, Stewart ve Moretz’e ipleri vermesi, her sahne sabitken bir anda hareketlenebilen tuhaf kamera kullanımıyla bütünlenirken, müziğe az başvurarak minimal durma metotları hiç tutmuyor. Pachelbel’in Canon D Major’ının devreye ‘entelektüel zeka’yı ortaya koyma adına girmesi -çoğu Assayas filmindeki diğer sanatlardan beslenerek kendini kanıtlama arzusu gibi-, göstermelik duruyor. Karakterlerin gelişimini baltalıyor. Stewart’ın soyunup seksiliğini göstererek Maria’nın göz hapsine alınması, “Havuz”daki (“Swimming Pool”, 2003) Charlotte Rampling-Ludivine Sagnier ilişkisini akla getiriyor, ama oradaki yaratıcılık dönemi sancılarını Hitchcokyen gerilimle harmanlama becerisi canlanmıyor.

        EN İYİ İNGİLİZCE FİLMİ OLMASINA SEVİNELİM Mİ?

        Sanki “Kutsal Motorlar” (“Holy Motors”, 2012), “Son Şans” (“The Congress”, 2013) gibi eskiyen oyuncuların dijital çağdaki çaresizliğiyle ilgili filmler çekilmemiş gibi hissediyoruz “Ve Perde”yi izleyince. Belki “Demonlover” (2002) ve “Kaçış Yolu” (“Boarding Gate”, 2007) facialarını göz önünde bulundurunca Assayas’nın ‘en iyi İngilizce filmi’ canlanıyor. Seviye onlar kadar yerlerde sürünmüyor. Peki ama buna sevinmeli miyiz?

        Film, ‘Binoche ile genç kadınların ilişkisi’nde adeta cüretkar cinsel arayış öyküsü “Kadınlar”ın (“Elles”, 2011) resmi olmayan devam filmine dönüşüyor. Kamera arkasında ise Malgorzata Szumowska’yı aratıyor. Böylece elimizde “Welcome to the Rileys” (2010) ile başlayan cesur rollerdeki yükselişini, bu sene üç filmle perçinleyen Kristen Stewart kalıyor. Bağımsız projeler ona içindeki yeteneği açığa çıkarmak için alan açıyor.

        FİLMİN NOTU: 4

        Künye:

        Ve Perde (Clouds of Sils Maria)

        Yönetmen: Olivier Assayas

        Oyuncular: Juliette Binoche, Kristen Stewart, Chloë Grace Moretz, Lars Eidinger, Johnny Flynn, Brady Corbet

        Süre: 124 dk.

        Yapım yılı: 2014

        OSCAR’LI ÖĞRETMENİN AŞKLARI

        1999’da ‘En İyi Senaryo’ Oscar’ına ulaşmış senarist Keith Michaels’a can veren Hugh Grant, bu kez net bir romantik-komediye malzeme olmuyor. Aksine “Bir Erkek Hakkında”dan bu yana en felsefe yüklü filminde ‘çözüm’ arıyor. Bu arka plan yönetmenin üşengeçliğiyle bütünlenince, resimlerden anlam çıkaramayan bir öğretmen-öğrenci ilişkisi komedisi üretmek kaçınılmaz hale geliyor.

        Marc Lawrence ile Hugh Grant, “Aşka İki Hafta” (“Two Weeks Notice”, 2002), “Söz ve Müzik” (“Music and Lyrics”, 2007) ve “Morganlar Nerede?”nin (“Did You Hear About the Morgans?”, 2009) ardından dördüncü kez bir araya geliyorlar. Hollywood’da çalışan Oscar’lı bir senaristin, akademisyenlik kariyerini masaya yatıran “Çapkın Profesör” (“The Rewrite”, 2014), ‘dalgınlık’, ‘duygusallık’ ve ‘öğreticilik’ üzerinden bir komedi damarı buluyor. Bu omurgayı ‘öğretmen-öğrenci ilişkisi filmi’ne malzeme yapıyor.

        GÖRÜNÜŞTE HALÜSİNASYONLARDAN BESLENEN FELSEFİ KOMEDİ

        Romantik-komedi kuralları ana öğeye dönüşmüyor. Lawrence’ın kimliğine uyan ve “Söz ve Müzik” ile “Aşka İki Hafta”yı çekici kılan duygusal etkileşim yok. O eserlerde Sandra Bullock ve Drew Barrymore’un Grant’le elektriği eğlenceli anlar getirmişti. Aksandan beslenen İngiliz mizahıyla Amerikan klasikliği arasındaki denge tesir edip seyirciyi can damarından vurmuştu.

        Ancak mesele ‘felsefi komedi’ damarına odaklanmak olunca eldeki bütün kozlar tek tek yok oluyor. Marisa Tomei’nin ‘garson’, Bella Heatcote’un ‘öğrenci’ karakterleri, ‘orta yaş’ ile ‘genç yaş’ arasında kalan Grant’in hayatındaki aşk ikilemini yansıtıyor yansıtmasına. Fakat 50 ile 25 yaş arasındaki uçurumda sanki ‘halüsinasyon’ faktörü devreye giriyor. Özellikle Heathcote’un beklenmedik bir şekilde yataktan çıktığı anlar sahici durmuyor.

        SENARİST ÖYKÜSÜ NE KADAR İYİ KURULMUŞ?

        Grant, boşanıp 1999’da kazandığı Oscar heykelciği sonrası kendini öğretmenliğe veren tiplemesiyle varoluşu sorguluyor. Net bir yaratıcılık sancısı izlemiyoruz. Aksine film göndermeleriyle dolu bir komedinin içinde buluyoruz kendimizi. Lawrence, kurgucusu ve görüntü yönetmeninden destek alamıyor. Renkler, ışıklar sırıtırken, devamlılık kurgusu işlemiyor. Kameranın ne zaman elde, ne zaman sabit duracağı kestirilemiyor. Bir genel plan-detay plan tutarlılığı yok gibi gözüküyor.

        Böylece ‘eğitim veren senarist/yazar öyküsü’, “Harika Çocuklar” (“Wonder Boys”, 2000) kadar iyi yazılmış bir temsil veremiyor. Sinemaskop oranında ruhsuz duruyor. “Whiplash”teki (2014) performansıyla iki ay sonra Oscar kazanacak J.K. Simmons ise sanki o filmin setinden çıkıp “Çapkın Profesör”ün setine birkaç saatliğine uğrayıp sahnelerini halletmiş izlenimi bırakıyor. Yan karakterlerden sadece Allison Janney bir profesyonellik katıyor.

        Grant, “Bir Erkek Hakkında”da (“About A Boy”, 2002), ‘babalık içgüdüsünü tadan 38 yaşındaki çapkın adam’ prototipinden sonra bir kez daha varoluşçu bir silkelenme arayışına sokuluyor. Ancak oradaki derinlik ve sorular sordurtma becerisi burada canlanmıyor. Lawrence-Grant birlikteliği adına ise “Morganlar Nerede?”nin ardından yine hiçbir şekilde tutmamış bir komedi filmi ortaya çıkıyor.

        FİLMİN NOTU: 3.2

        Künye:

        Çapkın Profesör (The Rewrite)

        Yönetmen: Marc Lawrence

        Oyuncular: Hugh Grant, Marisa Tomei, Bella Heathcote, Allison Janney, J.K. Simmons, Chris Elliott

        Süre: 106 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ALİ DESİDERO PORNO YILDIZI OLDU

        ‘Ali Desidero’ olarak bilinen Yıldırım Memişoğlu’nun ‘Kerim Fenasi’ karakteriyle reçeteyi en baştan veren bir tuvalet komedisi denemesi… Bir porno yıldızının ve onun ekürisinin peşine takılan “Vay Başıma Gelenler 2.5”, niye devam filmi olduğunu bile çözemezken tuhaf Amerikan filmi göndermeleriyle sarmalanıyor. Yılın en kötü dört-beş yerli komedi filminin arasına girmekte sıkıntı çekmezken ismine paralel olarak ‘böylesi düşman başına’ dedirtiyor.

        “Vay Başıma Gelenler”in (2013) 200.000 seyirciye ulaşmasıyla bir sene içinde seriye dönüşmesi zor olmadı. “Vay Başıma Gelenler 2.5” (2014), ‘Hababam Sınıfı’nın ‘3.5’ numarasının peşine takılıyor. Ancak sıfırdan oluşan oyuncu kadrosuyla bu ismi niye koyduğunu da muhtemelen bilmiyor. Belki de Yeşim Sezgin’den sonra ikinci kadın komedi yönetmenimiz Semra Dündar, TV kırılganlığında, tutmamış esprilerin havada uçuştuğu bir ‘renkli karakterler galerisi’ne imza atıyor.

        YILDIRIM MEMİŞOĞLU POZ VERMEKTEN BAŞKA BİR ŞEY YAPMIYOR

        Trash (çöp) “Uçan Melekler”in (2010) sinematografisini üstlenen Ferit Çetinkaya, dizi alışkanlığı olan Mustafa Özlüdağ ile ortaklık yapınca, karşımıza pespaye bir ışıktan beslenen ama öndeki oyuncuları etkilemeyen bir estetik beliriyor. Sanki post-prodüksiyonda halledilmiş görsel yapı, yamama izlenimi bırakıyor. Arka plan dijitale çok şey borçlu gibiyken, silinirse aniden yok olacak gibi duruyor.

        Çiğdem Tunç, Bülent Çolak, Metin Zakoğlu, Fatma Toptaş, Dilek Serbest birbirinden renkli tiplemelere can veriyor. Onların araya girmesiyle de kafa şişirmenin yan öykülere kaydığını görüyoruz. En azından ‘dümdüz’ ilerlemiyoruz. Yan hikayelerde oyalanıyoruz. ‘Ali Desidero’ olarak bilinen ve “No Ofsayt”ta (2009) başrolü üstlenip filmi batıran Yıldırım Memişoğlu, yine poz vermekten başka bir şey yapmıyor.

        KUBRICK’E SELAM ÇAKMAK MODA MI OLDU?

        Zoraki sabit açıların karşısında durup bireysel takılıyor. Bülent Çolak onun kafadarı konumunda. Bir evde ‘baba mirası’nın etrafında dönen durum, ‘madcap’ ve ‘tuvalet’ mizahı ile sarıyor. Ama “Günah Keçisi”ndeki (2011) Şahin K. işlevi kadar eğlenceli bir porno yıldızı temsili canlanmıyor. Arka plan canlılığı her şeyi temsil etme derdine düşüyor. Aile içi hesaplaşma “Salako Romano”da (“Corky Romano”, 2001) Chris Kattan’ın sakarlığı ile mafya babası Peter Falk’un kimliğini, onların beklenmedik bağlarını akla getiriyor. Tunç ‘Addams Ailesi’nin (‘The Addams Family’) Angelica Huston’ı olmaya çabalarken, “Gözü Tamamen Kapalı” (“Eyes Wide Shut”, 1999) göndermesi anlamsız duruyor.

        “Vay Başıma Gelenler 2.5”, adına karşı imalı olarak ‘böylesi düşman başına’ dedirtiyor. “Çılgın Dersane 3” (2014), “Delisin! Delisin!” (2014), “Bizum Hoca” (2014) ile “Eyyvah Eyvah 3”ten (2014) sonra yılın en zayıf yerli komedi filmine dönüşmekte zorlanmıyor. “Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı” (2014) kadar bile sinema yüklenmiyor. Semra Dündar’ın filmi “Ya Sonra?” (2011) ile beraber sinema tarihinin Kubrick’e selam çakan en tuhaf iki filminden biri olarak anılacak.

        FİLMİN NOTU: 2

        Künye:

        Vay Başıma Gelenler! 2.5

        Yönetmen: Semra Dündar

        Oyuncular: Yıldırım Memişoğlu, Çiğdem Tunç, Bülent Polat, Metin Zakoğlu, Fatma Toptaş, Dilek Serbest

        Süre: 107 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ‘HOBBIT’İ ÇARŞAMBA YAZMIŞTIM

        ‘Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi’nin Amerikan sinemasına kazandırdıklarını listelemekle meşgulken ortaya çıkan ‘ön bölüm’ projesi, mantıklı bir seri üretim geleneğiyle sarıldı. 2012’de start alan ‘Hobbit Üçlemesi’; bu sene noktalanırken, fazla içimize sinmeyen ikinci filmi final bölümü “Hobbit: Beş Ordunun Savaşı”yla unutturuyor. Orta Dünya hayranlarını hayal kırıklığına uğratmıyor.

        O yazı için tıklayın...

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        Hobbit: Beş Ordunun Savaşı (The Hobbit: The Battle of Five Armies)

        Yönetmen: Peter Jackson

        Oyuncular: Martin Freeman, Ian McKellen, Richard Armitage, Luke Evans, Evangeline Lilly, Orlando Bloom, James Nesbitt

        Süre: 144 dk.

        Yapım yılı: 2014

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Açlık Oyunları: Alaycı Kuş Bölüm 1 (The Hunger Games: Mockingjay - Part 1): 3.5

        Adalet (The Equalizer): 5

        Annabelle: 4.1

        Annemin Şarkısı: 3.6

        Asfalt Çiçekleri: 2.6

        Aşk ve Tutku (Miss Julie): 3

        Aşkın Halleri (The Disappearance of Eleanor Rigby: Them): 5.9

        Bire Bir: 3

        Birleşen Gönüller: 4.5

        Çakallarla Dans 3: Sıfır Sıkıntı: 3

        Deliha: 2.2

        Delisin! Delisin!: 1.6

        Deniz Seviyesi: 5.5

        Dönüş (The Turning): 5.5

        Evliya Çelebi: Ölümsüzlük Suyu: 5.5

        Evrim (Transcendence): 5.8

        Exodus: Tanrılar ve Krallar (Exodus: Gods and Kings): 4.4

        Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku: 5.3

        Fury: 6

        Gece: 4.5

        Gece Vurgunu (Nightcrawler): 5.8

        Gizli Yüzler: 4.1

        Hadi İnşallah: 4.7

        İncir Reçeli 2: 3.7

        İnşaat 2: 2.9

        Kanunun Ötesinde (A Walk Among the Tombstones): 3.5

        Karışık Kaset: 5.5

        Kayıp Kız (Gone Girl): 8.5

        Kesik (The Cut): 5.3

        Kırımlı: 6.1

        Kirli Para (The Drop): 4.3

        Kumun Tadı: 5.5

        New York’a Hoşgeldiniz (Welcome to New York): 6.7

        Oflu Hoca’nın Şifresi: 3.8

        Olur Olur!: 5.5

        Ölüm Alfabesi (Ouija): 3

        Patrondan Kurtulma Sanatı 2 (Horrible Bosses 2): 3.2

        Pompeii: 5.8

        Rimolar ve Zimolar: Kasabada Barış: 4.5

        Salak ile Avanak Geri Dönüyor (Dumb and Dumber To): 6

        Seni Seviyorum Adamım: 2.5

        Serena: 6.5

        Sesime Gel: 4.2

        Siccin: 4

        Sihirli Ay Işığı (Magic in the Moonlight): 3.8

        Sivas: 6.5

        Sivil: 1.5

        Şeflerin Savaşı (Comme Un Chef): 3.5

        Unutma Beni İstanbul: 3.5

        Unutursam Fısılda: 4

        Uzun Yol: 1.8

        Ümmü Sibyan: Zifir: 4.7

        Yağmur: Kıyamet Çiçeği: 4

        Yıldızlararası (Interstellar): 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar