Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        6 ŞUBAT 2015 FİLMLERİ

        'Matrix'in mucidi Wachowski Kardeşler'e yakışmayan bir uzay operası filmi... "Jüpiter Yükseliyor", teknolojik üretimlerinden mitolojik göndermelerine kadar ucuz ve boyutsuz bir evrenin tanımını yapıyor. 'Yıldız Savaşları'nın modelini, 'Terminatör'ün hikaye yapısını ve 'Stargate'in ışınlanma motifini kullanmasına karşın, Channing Tatum'un gülünçlüğü ile akılda kalacak.

        'Wachowskiler' markası, birçok kişiye göre milattır. Sanal gerçeklik meselesinde ezber bozan uçarı ve öncü bir ikilinin adresidir. Lezbiyen açılımları olan yetkin kara film "Tuhaf İlişkiler" ("Bound", 1996) elbette önemlidir. Ama onların en etkin çalışması 1999'da başlayan 'Matrix Üçlemesi'dir şüphesiz. Bu fenomen etkisi yapan seri, kendine uygun tamamlayıcılar da bulmuştu zamanında...

        Yeni milenyumda ise biraderler adına "V"nin ("V for Vendetta", 2005) senaryosu, "Hızlı Yarışçı Speed Racer" ("Speed Racer", 2007) ve ortak yönetmen/senarist olarak katkıda bulundukları "Bulut Atlası" ("Cloud Atlas", 2012) derken aynı ruhu koruyan ama çeşitlilikten beslenen bir kariyer ortaya çıktı. Peter Jackson, 'Yüzüklerin Efendisi'nin ('The Lord of the Rings') ekmeğini yemek için çaba sarf ederken onlar farklı şeyler üretti. Böylece karşımıza 'postmodern bilimkurgucu yaratıcıları' tanımının çıkması kaçınılmazdı.

        YARATICI BİR BİLİMKURGU FİLMİ DEĞİL

        Aslında başlangıçta anime, internet, bilgisayar oyunu gibi yan kollarla ilişkiyi profesyonelleştirip bullet-time gibi teknolojilerle iş bitiren bir kimlik vardı. "Hızlı Yarışçı Speed Racer"ın anime estetiğiyle çekilmiş araba yarışı filmi konseptiyle alt türde 2000'leri kasıp kavurduğu söylenebilir. Oradaki 'camp' (bilinçli bayağılık estetiği) olmasına karşın füzyon harikası omurgayı besleyen görsel yapı bilinçli ve detaycı idi. Tykwer'in birlikteliğiyle gerçekleşen "Bulut Atlası", paralel evren bilimkurgusuna kayarak "Matrix"in ("The Matrix", 1999) sanal gerçeklik bilimkurgusu atılımını terk ediyordu. Modern klasik "Kaynak"ın ("The Fountain", 2005) yolunda başarılı bir iş, alanında altı katmanlı destansı bir şablon doğurdu.

        "Jupiter Yükseliyor" ("Jupiter Ascending", 2015) yine hem yapımcı, hem yönetmen, hem de senarist olarak Wachowskiler'in imzasını taşıyor. Onların uzay operası tanımı arayışını karşımıza çıkarıyor. Uzayın derinliklerinde hanedanlara bölünen ve bir çeşit gençlik serumuyla yaşlanmayan uzaylı-insan kırması ırklar devreye giriyor. Abrasax'ın reisinin vefatıyla birlikte dünyada yaşayan yeni varis Jüpiter'i gezegene getirmek şart oluyor. Film de bu meselenin etrafında dolaşıyor. 'Yıldız Savaşları'nın ('Star Wars') ortaya çıkardığı (özü belki "Yasak Gezegen"e kadar götürülebilecek) alt türde hiç de yaratıcı bir iş canlanmıyor açıkçası.

        TATUM'UN ALTIN AHUDUDU'SU GARANTİ Mİ?

        Channing Tatum'un gezegenler arası avcı, savaşçı Caine tiplemesi, Schwarzenegger'in 'Terminatör'de gelecekten günümüze gönderilen cyborg'undan farksız. Ama gezegenin derinliklerine açılan 'Stargate'vari bir kapıyla mesele başka bir boyuta taşınıyor. Yani gerçek bir zaman yolculuğundan ziyade bir ışınlanma var burada. Caine, uzun kulakları, mavi gözleri ve sinirli yüz ifadesiyle yapaylık rekoru kırıyor. Neredeyse 'Stuart Little'a benzeyerek boyutsuzluğuyla Mel Brooks'a malzeme veriyor. Komedi ustası aktif olsa yeni bir "Spaceballs" (1987) gelebilirdi.

        Oyuncu böyle filmlerde 90'larda aranan 'cüsse ve güç yeter, yeteneğe gerek yok!' kuralını lehine çeviremiyor. Mila Kunis'in rol için Natalie Portman ve Rooney Mara'dan sonra üçüncü seçenek olması da yaramamış. Sanki başka bir dünyadan gelip burada çakma bir Prenses Amidala olarak uyanmış gibi. Projeye alışamıyor, seyirciyi içine alamıyor, sahici durmuyor. Zaten bu evreni çiğ bir fantastik platforma dönüştüren eserin zamanla bu ikilinin yeteneğine ve desteklediği karton aşk hikayesine çok güvendiği açığa çıkıyor.

        JÜPITER ADLI BİR KARAKTER VAR

        Bir süper kahraman öyküsü çaktırmadan akıyor nedense. Evrende ise düzenin içinde Balem, Titus ve Kalique'in ağzından sanki Shakespeareyen olma hedefli didaktik diyaloglar dökülüyor. Ders verme kaygısı basit mitoloji göndermelerine malzeme ediliyor. Daha en baştan ancak üç yaşındaki bir çocuğun parlak zekasından beklenebilecek Jüpiter isimli ana karakterle dalga geçecek noktaya gelebiliyoruz.

        Prodüksiyon kalitesi kuvvetli yapay bir pembe diziye bağlanıyoruz. Shyamalan'ın trash (çöp) film örneği "Son Hava Bükücü"de ("The Last Airbender", 2010) düştüğü acınası durum akla gelmiyor değil. O filmin yazısında kullandığım ve zeki biraderlerin miraslarının iyi değerlendirilip değerlendirilmediğini sorgulayan 'Wachowskiler umursuyor mudur?' başlığı ise şimdi nereye çekilebilir? Tam bir muamma...

        YENİ MİLENYUMUN B-TİPİ UZAY OPERASI FİLMLERİNDEN

        "Jüpiter Yükseliyor", "Serenity" (2005) gibi vasat olarak görülebilecek B sınıfı uzay operası örneklerinden birine dönüşebiliyor en iyimser yorumla. Bu devrenin alanda hakkı yenme rekoru kıran "Battlefield Earth"ü (2000) kadar bile olamazken, yaptıklarıyla anca kült bir seyirliğe malzeme verebiliyor. "Galaksinin Koruyucuları"nın ("Guardians of the Galaxy", 2014) üretildiği bir dönemde az CGI efektiyle gezegenden bir yaşayış, bir düzen, bir ezber yaratma çabası neye yarıyor bilinmez. Uzaylı-insan kırması yaratımların ve siberpunk teknolojisiyle üretilen bilimkurgusal varlıkların tasarımı dikkat çekemiyor.

        Sadece "Bulut Atlası"ndan bildiğimiz kurgucu Alexander Berner ve yapım tasarımcısı Hugh Bateup filmi kurtarmaya çabalıyor. Onların varlığı bile yeterli olmuyor. Alt türde "Bir Otostopçunun Galaksi Rehberi" ("The Hitchiker's Guide to Galaxy", 2005), 'Riddick' serisi, "John Carter" (2012) gibi eserlerin üretildiği bir çağda fiyaskoya dönüşmek gayet doğal. "Avatar"ın (2009) uzay operası tanımını, gerçek insanlar, sanal gerçeklik ve uzay westerni ile saran füzyonundan bir gıdım bile göremiyoruz burada. Wachowskiler, "Hızlı Yarışçı Speed Racer"daki camp estetiğin enerjisini buraya taşıyamayınca zorlanmadan kariyerlerinin en zayıf halkasına imza atıyorlar.

        FİLMİN NOTU: 4

        Künye:

        Jüpiter Yükseliyor (Jupiter Ascending)

        Yönetmen: Wachowski Kardeşler

        Oyuncular: Channing Tatum, Mila Kunis, Eddie Redmayne, Douglas Booth, Tuppence Middleton, Sean Bean

        Süre: 127 dk.

        Yapım yılı: 2015

        KAN DÖKÜLECEK

        Ava DuVernay'nin 'protesto yürüyüşü filmi', Martin Luther King, Jr. önderliğinde Afro-Amerikalıların oy kullanma hakkını elde etme mücadelesini inceliyor. 1960'larda demokrat beyaz başkan Lyndon B. Johnson ile yapılmaya çalışılan anlaşmanın geçtiği süreçler, oturmamış bir üslupla canlanıyor. Bradford Young'ın sinematografik direnci öne çıkarken, David Oyelowo sahiciliği bozuyor. "Özgürlük Yürüyüşü"nün, 'Glory' şarkısıyla 'En İyi Özgün Şarkı' dalında Oscar'ın net favorisi olduğunu da eklemekte fayda var.

        Afro-Amerikalıların haklarını korumayı amaç edinen Ava DuVernay, 2010'da "I Will Follow" ile sinemaya girmişti. 2012'de ise adalet sisteminin ırkçı tezahürlerini ele alan siyahi kadın hikayesi "Middle of Nowhere" ile sükse yaptı. Sundance'de 'En İyi Yönetmen Ödülü'ne ulaşan ilk siyahi kadın yönetmen olan sinemacı, üçüncü eserinde tarihin en önemli sivil ayaklanmalarından birini perdeye taşıyor.

        Martin Luther King, Jr.'ın önderliğindeki Selma yürüyüşü, 1965 Alabama'sından bir 'solcu direniş'i, sağduyulu bir azınlık hareketlenmesini karşımıza çıkarıyor. Siyahi Amerikalıların, oy kullanma hakkını elde etmek için verdiği kanlı mücadele perdeye taşınıyor. Eşitliği savunurken, ırkçı ve çürümüş beyinleri eleştiren siyasi söylem tarihe ayna tutuyor.

        ISMARLAMA OBAMA PROJESİ Mİ?

        Paramount, Brad Pitt ve Oprah Winfrey bu projenin günümüzün siyasi ortamına uygun olduğunu düşünmüş. "Özgürlük Yürüyüşü" ("Selma", 2014), 2013'te Oscar'ın "Operasyon: Argo"ya ("Argo") Beyaz Saray'dan verilmesiyle siyahilerin yaşadığı haksızlıkların gerçek hikayelerini perdeye taşıma furyasına katılmış. Bu alanda "12 Yıllık Esaret" ("12 Years a Slave", 2013) gibi bir başarı abidesi ve "Son Durak" ("Fruitvale Station", 2013) gibi tutarlı bir ilk film dururken, "Başkanların Hizmetkarı" ("Lee Daniels' The Butler", 2013), "Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol" ("Mandela: Long Walk to Freedom", 2013) ve "Özgürlük Yürüyüşü" ("Selma", 2014) gerilerde kalıyor.

        Hatta Lee Daniels'ın filmi ısmarlama Obama projesi olarak anılabilecek siyahi bir propaganda filmi idi. Ünlü oyuncuların geçit töreninin ötesine geçemeyen eser, yeteneğini bildiğimiz bir yönetmenin kendini rezil etmesini şaşkınlıkla izlememizi sağlıyordu. Safkan bir siyahi istismar filmini deneyimleme şansı tanıyordu bizlere.

        FİLMİ BRADFORD YOUNG AYAĞA KALDIRIYOR

        Peki ama burada iki senede bütçesini 200.000 dolardan 20 milyon dolara katlamak DuVernay'ye yaramış mı? Biraz... Zira bütçenin ağırlığını kaldırmak görüntü yönetmeni Bradford Young'ın zekasına kalmış. "Mother of George" (2013), "Ölümsüz Aşk" ("Ain't Them Bodies Saints", 2013), "A Most Violent Year" (2014) gibi eserlerdeki başarılı sinematografi çalışmalarıyla parlayan isim, burada zaman zaman devreye giriyor. Kamera açılarıyla bir şeyleri düzeltmeye çabalıyor. Yürüyüş esnasındaki gözlem becerisinden bazı anlarda kafa boşluğu bırakan karelere kadar filme bir 'şekil' veriyor.

        Ancak bu görsel hamlelerden ikincisinin "Zoraki Kral"ın ("The King's Speech", 2010) mercek-açı dengesini yıkıp 'fıçılama'ya yol açma arzusunu akla getirmesi, biraz Akademi'yi avlama eylemi gibi duruyor. Karşımızda Tom Hooper gibi yetkin bir yönetmen olmadığı açığa çıkıyor. Öte yandan filmin bazı sahnelerinde 60'ları yakalayamaması gözlerden kaçmıyor. Sözgelimi arabanın içinde geçen bol konuşmalı bir sekansta parasızlıktan arka projeksiyon tekniği canlanacakmış izlenimi yaratılıyor.

        OYELOWO'NUN KURTULUŞU YAN ROLLER

        Tüm bu zaaflara David Oyelowo gibi yeteneksizliğini kanıtlamış bir oyuncunun eklenmesi, sahiciliği de bozuyor. Luther King'i vücuduna geçiremeyen isim, filmin ana karnına zarar veriyor. Ne mimikler, ne bıyıklı yüz ifadesi, ne de tepkiler gerçekçi duruyor. Bu sınavdan geçememek Oyelowo'nun yan rollerin aranan oyuncusu olmaya doğru gideceğini ispatlıyor. Onun için "Başkanların Hizmetkarı"ndan sonra burada da tarihi bir Afro-Amerikan filminde hayal kırıklığı kaçınılmaz gibi...

        Tom Wilkinson, Tim Roth, Carmel Eyogo ise filmin can simitleri. DuVernay'nin 129 dakikada zaaflarını fazlalaştırdığı "Özgürlük Yürüyüşü"nde kurgucu da yer yer tempoyu yükseltip bütçenin yetersizliğini seyirciden saklamak istiyor. Sürekli hareketten kesme ve montaj sekans gibi Hollywood dekupajını hareketlendiren şeyler var. Ancak bunlar ne işe yarıyor, ne kadar boyutlu tartışılır. Aksine ağlatma hedefli müzikleri anlamlandıran bir eylem oluyor bu sanki.

        TARİHİ BİR PROTESTO YÜRÜYÜŞÜ FİLMİ

        "Middle of Nowhere"deki beşinci sınıf oyunculuklarla bezeli pembe dizi havası burada biraz bertaraf ediliyor. Afro-Amerikan haklarını koruma 'adalet sistemi'nden ırkçılığa çekiliyor. Amerikan tarihindeki eşitlik sorunsalı ve beyaz liderlerin yorumları, etkileyici bir dramatik yapıyla karşımıza çıkarılıyor. Politik açıdan bakarsak filmin yaşattığı duyguya kapılmamak çok kolay değil.

        "Özgürlük Yürüyüşü", bir dönemi tüm gerçekleriyle yansıtıyor. Tarihi belge olarak kalmak istediğini net saat ve gün vererek gösteriyor. 1965'in çevresinde bir olaya odaklanarak 'biyografik film' tabanından kolayca sıyrılıyor. "Ekim" ("Oktyabr", 1928), "Kadının Fendi" ("Made in Dagenham", 2010), "Kanlı Pazar" ("Bloody Sunday", 2002) gibi örneklerini gördüğümüz protesto yürüyüşü filmine dönüşüyor.

        'MALCOLM X' FİLMSE, 'ÖZGÜRLÜK YÜRÜYÜŞÜ' NE?

        Ancak Afro-Amerikan sinemasında, becerikli yönetmen Spike Lee imzasıyla bir aktivist lideri ele alan "Malcolm X" (1992) gibi renklerinden kurgusuna kadar güçlü bir biyografik film izlemiştik. Üstelik o karakter burada da Luther King ile karşılaşıyor. "Özgürlük Yürüyüşü" ise araya atılan parçalardan ve canlandırma yürüyüş sahnelerinden bir bütün oluşturma çabasına dikkat çekiyor. Sağlam temeller üzerine oturamıyor.

        DuVernay'nin teknik bilgisizliği sebebiyle ekibine güvenmesi, uyumsuzluğa ve üslupsuzluğa yol açıyor. 2.35:1 oranının ne olduğunu bilmeyen bir kafa yapısı canlanıyor. Acemi bir yönetmenle yüzleşip, liberal bakışıyla Obama milliyetçiliğini besleyen bir eserle karşılaşıyoruz. Piyasaya girmiş halkla ilişkiler ve reklam sorumlusu olarak bir kadından da başka bir şey bekleyemezdik.

        FİLMİN NOTU: 4.1

        Künye:

        Özgürlük Yürüyüşü (Selma)

        Yönetmen: Ava DuVernay

        Oyuncular: David Oyelowo, Carmel Ejogo, Lorraine Toussaint, Tom Wilkinson, Tim Roth, Dylan Baker

        Süre: 129 dk.

        Yapım yılı: 2014

        AHLAKİ ARINMA İÇİN KESİN ÇÖZÜM

        Cheryl Strayed'in anı kitabından uyarlanan "Yaban", 1100 millik solo yürüyüşü lineer akışı bozan başarılı kurgusuyla anlamlandırıyor. Yakın dönemden akrabalık kurduğu "Çöldeki İzler" gibi eserlerin 'doğa görüntülerini doldur, gerisi önemli değil!' tuzağına düşmüyor. Ahlaki arınmaya tabi tutulan kadın karakterini, söylemiyle tartışılabilecek biyografik bir yol filminin merkezine yerleştiriyor.

        Annesini kaybeden 22 yaşındaki bir kızın, kişisel keşif yolculuğu alışık olduğumuz sahnelerle örülü. Ormanın derinliklerinde, doğanın gerçekleriyle, vahşilikle yüzleşerek sorgulanmak çok gördüğümüz bir şey. Özellikle de kapitalist dünyada... Burada bu duruma tutunan eser bizi 'yabancıl' bir atmosfere sokmanın peşine düşüyor. Vallée Amerikan sermayesiyle çektiği ikinci filmi "Sınırsızlar Kulübü"ndeki ("Dallas Buyers Club", 2013) muhafazakar ve ahlakçı eğilimini, homofobik duruşunu törpülüyor. "Yaban"ın ("Wild", 2014) söylemini 'seksist' bir noktaya götürmüyor.

        'SINIRSIZLAR KULÜBÜ'NE BENZER BİR AKLANMA

        Sinemanın burada doğru hamlelerle daha yetkin hale gelmesi ise sevindirici. Cheryl Strayed'in anı kitabından Nick Horbny'nin uyarladığı eser, 'biyografik yol filmi' şablonunun hantallık tuzağına düşmüyor. Aksine kendi dünyasında hikaye kurgusuyla oynayıp içses ile ilerleyerek akıcı duruyor. Kadının aktif seks hayatından ve uyuşturucu bağımlılığından 'matem' sebebiyle çıkıp böylesi bir doğa hayranlığına geçiş yapması her şeyin ana sebebi oluyor.

        2.35:1'de araya atılan planlar, uyum kesmesi, şok kesme gibi tekniklerle birbirine bağlanıyor. Yer yer montaj sekans da devreye giriyor. Vallée'nin Martin Pensa ile yaptığı kurgu tıkır tıkır işliyor. Kadının kendini ehlileştirme çabası, aynen "Sınırsızlar Kulübü"ndeki 'rodeo kovboyu' gibi yönetmenin ilgi alanı oluyor burada. Karakterden çekip çıkarılanlar yine Amerikan muhafazakarlığına bağlanmaya çalışılıyor. Kurgusu iyi olan filmin sinematografisi konusunda ise net bir yorum yapmak zor.

        YÜRÜYÜŞ VE DUYGUSALLIK ETKİLİYOR

        Ama karakterin yolculuğu 'yürüyüş' esaslarıyla çekici duruyor. Bazı kitleleri ise etkileyebilir. Finalin ucu açık olması aslında bir hamle gibi. Vallée burada çok fazla fiziksel deformasyon istememiş. Witherspoon'un yaraları ve bol kıyafetlerle yürümesi onu ilgilendiriyor. Ama 'Bu Nasıl Sarışın?'ın ('Legally Blonde') aptal sarışın yorumundan belki sadece cinsellikteki cüretkarlıkla çıkıyor. Flashback sahnelerinin karanlık iç mekan sekanslarında bu durumu görüyoruz. Oyuncunun 38 yaşındayken 22 yaşında bir tiplemeyi canlandırması ise başlı başına bir sahicilik sorunu getiriyor.

        Tüm bunların ötesinde doğal renklerle bir keşif, kişisel arayış öyküsüne uzanıyoruz. Vallée, Laura Dern de dahil olmak üzere oyuncularla çok iyi çalışmış. Annenin dört-beş sahnesinin her birinde farklı bir ruh haline girebileceği, anne-kız ilişkisi için değerli bir dramatik motivasyona dönüşüyor. Oradan yükselen duygusallık bize de yansıyor.

        BİR 'ÇILGIN' DEĞİL

        Yönetmen, ABD kariyerindeki muhafazakarlık ve ahlak bekçiliğini 'yaşlanmak' ya da 'Oscar'a oynamak' olarak mı açıklar bilinmez. Ama "Yaban", pastoral doğa görüntüleri görmek ve uyuşturucu-seks bağımlılarına ders vermek isteyenlere ilaç gibi gelebilir. Kabul edelim ki, ahlakçı söylem konusunda "Sınırsızlar Kulübü" kadar net durmamak, filmin Oscar yarışında geriye itilmesini sağladı.

        Elbette "Yaban", "Ye Dua Et Sev" ("Eat Pray Love", 2010) gibi boş ve anlamsız bir filme dönüşmüyor. Aynı zamanda da kurgusuyla çok şey anlatmayı, Murphy sayesinde birçok öğeyi metnin serbestliğine karşın bir araya getirmeyi beceriyor. Ama Vallée için bir "Çılgın" ("C.R.A.Z.Y.", 2005), bir "Ruh Eşim" ("Café de Flore", 2011) değil sanki... Örneğin "Özgürlüğe Doğru" ("Into The Wild", 2007) özgürlükçü bir yapı kurmakta çok daha başarılıydı.

        FİLMİN NOTU: 5.3

        Künye:

        Yaban (Wild)

        Yönetmen: Jean-Marc Vallée

        Oyuncular: Reese Witherspoon, Laura Dern, Gaby Hoffmann, Thomas Sadoski

        Süre: 115 dk.

        Yapım yılı: 2014

        OTANTİK BİR ÖZCAN DENİZ MASALI

        Popüler masallardan alıntılarla donatılırken, Louis Malle'in "Zazie Metroda"sının modelini de arkasına alan bir yapıt. "Sevimli Tehlikeli", renk dokusundan kurgusuna müziklerinden oyunculuklarına kadar aşina olmadığımız otantik üçüncü dünya ülkesi sinemalarının veya Bollywood'un ticari estetiğini uyguluyor sanki. Ancak bunu 'masalsı' bir yola sokunca pespayeliğe anlam yükleyerek Özcan Deniz'in en derli toplu filmine dönüşüyor. Elbette son 45 dakika hariç...

        Özcan Deniz usulü bir masalsı aşk filmi ya da romantik-komedi... Aslında kulağa çok hoş gelmiyor. Zira "Ya Sonra" (2011) ve "Evim Sensin" (2012) sebebiyle oluşan 'çöp aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni' kimlikli bir kariyer var ortada. Ama kabul etmeliyiz ki "Su ve Ateş"te (2013) prodüksiyon kalitesi biraz yükselip, kurgu adaplı hale gelmeye, reji de bilinçlenmeye başlamıştı. Arabesk kültüründen, Küçük Emrah melodramlarından ve üzerinden üstünkörü geçilen temalardan uzaklaşmak bir şeyleri çözebilecekti.

        AKSESUARLAR VE SİNEMATOGRAFİ ÖZENİ DİKKAT ÇEKİCİ

        Sanki "Sevimli Tehlikeli" (2015) bu konudaki yükselen ivmeye dikkat çekiyor. Louis Malle'in "Amélie"ye ("Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain", 2001) esin kaynaklığı yapmış "Zazie Metroda"sını ("Zazie dans le Métro", 1960) temeline alarak hareket ediyor. Onun merkezine Rapunzel, Külkedisi, Beyaz Atlı Prens gibi bildik hikayeler ya da masallar yerleştiriliyor.

        Tek gözü kapalı üvey anne, ayakkabı ile bulunmaya çalışılan bir erkek aşık, kulede kalan bir kız derken herkes bir yerinden bu bütüne bağlanıyor. Vedat Özdemir'in sinematografisi, arka planda, kostümlerde ve aksesuarlarda beliren parlak renkleri öne çıkararak bilinçli yapaylığa dikkat çekiyor. Deniz'in önceki filmlerindeki Nepal video kliplerini ve pembe dizilerini akla getiren pespayelik anlam kazanıyor. Görsel anlamda mavi gözlü iki ana karakterden aksesuarlara uzanan bir özen var.

        SENARYOYLA KİM OYNADI?

        Hatta film bu konuda 70 dakika boyunca hem umutlu, hem tempolu, hem masalsı ilerliyor. Malle'in eserinin atmosferine yakın seyrediyor. Suya sabuna dokunmadan kendi dünyasında var oluyor. Bollywood'u akla getiren sözlü şarkılar, sözsüz şarkıların boyutsuzluk zaafına düşmediğinde işliyor. Anlatıya bir ferahlık katıyor. Üçüncü dünya ülkesinde çekilmiş video klip parçalarını akla getiren kitsch estetik, sinemaskop oranında sırıtmıyor. Alternatif bir filmin nasıl yaratılacağını anlamlandırıp Ezel Akay'ın işleriyle bağ kuruyor (bkz. "Neredesin Firuze", "Yedi Kocalı Hürmüz").

        Kaçış öne çıkınca aslında "Zazie Metroda"nın katil aşıklar filmine dönüştüğü noktaya dikkat çekiliyor. Her şey sanki Endonezya, Malezya, Nepal, Filipinler gibi kültürünü ve film üretimini fazla bilmediğimiz Doğu ya da Güney Asya ülkelerinin popüler sinema aygıtlarıyla canlanıyor. İki başrol oyuncusu bu şaşkınlığa destek olup bayağı dokuyu, yapmacıklığı anlamlandıran omurgayı destekliyor. Ama son 45 dakikada öylesine karamsar, realist ve kırılgan bir dönüş var ki halihazırdaki canlılığa, enerjiye inancımızı yitiriyoruz. Yeşilçam ezberi ya da Avşar Film senaryoyu değiştirmiş izlenimi bırakılıyor. Her şeye rağmen Özcan Deniz'in kendisinin rol almamasının "Sevimli Tehlikeli"ye yaradığını, kaliteyi yükseltmeye yol açtığını söylemeliyiz.

        FİLMİN NOTU: 4.6

        Künye:

        Sevimli Tehlikeli

        Yönetmen: Özcan Deniz

        Oyuncular: Ayça Ayşin Turhan, Şükrü Özyıldız, Türkan Kılıç, Ahmet Özarslan, Burçin Birben,

        Süre: 118 dk.

        Yapım yılı: 2015

        İKİNCİ SÜNGERBOB SİNEMA FİLMİ

        Fenomen olmuş 'SüngerBob KarePantolon'un ikinci sinema macerasında bu kez gerçek insanlarla çizgi karakterleri bir araya getiren bir çalışma var. 2015 model "Sünger Bob Kare Pantolon", denizaltındaki sevimli tiplemelere Banderas'ın canlandırdığı yama duran bir korsan ekliyor. Sinema ekranına uygun olmayan bir işle yüzleşmek daha da kolaylaşıyor böylece.

        Patrick Yıldız ve diğer arkadaşlarıyla suyun altındaki kasabasında mutlu mesut bir hayat süren Sünger Bob'u hepimiz biliriz. 1999-2012 arasında yayınlanan animasyon dizisi, uluslararası bir şana sahip. Çok hevesli olmasak dahi zaplarken küçük ekranda bir yerinden yakalamışızdır bu macerayı. O sevecen süngeri sıkmak, Patrick'e gülmek istemişizdir.

        TV BOYUTSUZLUĞUYLA ANILACAK

        2004'te "SüngerBob KarePantolon" ("The Spongebob SquarePants Movie") el çizimi animasyonlarıyla zamanının gerisinde kalmış bir işçilik sunmuştu. Sevimli karakterleriyle eğlendirse de beyaz perdede 'vasat' durmuştu. 2015'te ise yine aynı Türkçe isimle bu kez 'üç boyutlu' olarak karşımıza çıkıyor.

        İkinci sinema versiyonu ilkinin biraz daha gerisinde. Zira buradaki 'live-action animasyon film' şablonu, TV boyutsuzluğunu sapına kadar barındırıyor. Paul Tibbitt gibi dizinin yönetmenliğini yapmış bir ismin varlığı her şeyin tuzu biberi oluyor sanki. Antonio Banderas'ın 'korsan' tipi ise hiç olmamış.

        Jack Sparrow özentisi duran bu kötü adam, Johnny Depp ihtiyacıyla yanıp tutuşuyor. Fazlasıyla yama duruyor. Yengeç Burger'in tarifinin çalınmasıyla yaşanan serüven bu alandaki 'Alvin ve Sincaplar' ('Alvin and the Chipmunks'), 'Kediler ve Köpekler' ('Cats & Dogs') gibi işler kadar profesyonel durmuyor. Karton çizimlerin peşine takılıp TV görüntüsü yaratmakla kalıyor.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        SüngerBob KarePantolon (Spongebob Movie: Sponge Out of Water)

        Yönetmen: Paul Tibbitt

        Oyuncular: Antonio Banderas

        Süre: 94 dk.

        Yapım yılı: 2015

        HAFTANIN EN İYİSİNİ DÜN YAZMIŞTIM

        Fransız Alpleri'ne geveze insanlar, klasik müzik, sabit açılar ve güncel hayat dolduran "Turist", İskandinav usulü bir anti-çığ filmi... Amerikan felaket filmlerinin direniş, başarı, mücadele, birleşme ve melodram esaslarını bir çırpıda yıkıyor. 2008'de "İstemsiz" ile kariyerinin en iyi yapıtına imza atan İsveçli Ruben Östlund'un görsel becerisiyle bir toplumun yabancı vatandaki yarı absürd yarı trajik panoramasını çıkarıyor.

        Haftanın en iyisi "Turist"in dün yazdığım yazısı için tıklayın:

        FİLMİN NOTU: 7.3

        Künye:

        Turist (Force Majeure)

        Yönetmen: Ruben Östlund

        Oyuncular: Johannes Kuhnke, Lisa Loven Kongsli, Clara Wettergren

        Süre: 120 dk.

        Yapım Yılı: 2014

        KEREM AKÇA'NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Arayış (The Search): 3

        Aşk Sana Benzer: 3.2

        Ayı Paddington (Paddington): 6.5

        Bay Turner (Mr. Turner): 5.2

        Benim Komşum Bir Melek (St. Vincent): 4.5

        Bir Gece: 3.5

        Çılgın Dersane 4: Ada: 1.3

        Deliha: 2.2

        Exodus: Tanrılar ve Krallar (Exodus: Gods and Kings): 4.4

        Fatih'in Fedaisi Kara Murat: 1.3

        Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku: 5.3

        Foxcatcher Takımı (Foxcatcher): 6.3

        Gece: 4.5

        Gece Vurgunu (Nightcrawler): 5.8

        Hacker (Blackhat): 4.4

        Hobbit: Beş Ordunun Savaşı (The Hobbit: The Battle of The Five Armies): 6.5

        İki Gün ve Bir Gece (Deux Jours, Une Nuit): 6

        İnsanları Seyreden Güvercin: 9.2

        Karışık Kaset: 5.5

        Kayıp Çocuk (The Captive): 4.5

        Köstebekgiller: Perili Orman: 1.9

        Leviathan (Leviafan): 6.5

        Mazlum Kuzey: 1.8

        Mısır Adası (Simindis Kundzuli): 7.5

        Mucize: 5.6

        Müzede Bir Gece: Lahitteki Sır (Night at the Museum 3: Secret of the Tomb): 3.9

        Neden Tarkovski Olamıyorum...: 4

        Nikahta Keramet Var mı? (Peace After Marriage): 5.2

        Son Umut (The Water Diviner): 3

        Timbuktu: 3.9

        Tut Sözünü: 3.9

        Whiplash: 4.8

        Yağmur: Kıyamet Çiçeği: 4

        Yapışık Kardeşler: 1.5

        Yusuf & Yusuf: 4.5

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar