Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        25 KASIM FİLMLERİ

        Kürt meselesi günümüzde fazlaca tartışılır hale gelmişken Çağan Irmak, bir başka azınlık grubun Rumların arasından bir hikayeye uzanmış. Anadolu’da bir kasabanın saygı duyulan Rum ‘dede’sinin gözünden yürüyen dramatik damar, politik açıdan doğru, ihtiyacımız olan ve alegorik bir görüntü sunmuş. “Dedemin İnsanları” da ilginç bir şekilde yönetmenin ‘Yeşilçam melodramı’ algısını reddeden bir tarihi-dram olmak için yola çıkmış. Biraz daha zamansal çerçeveyi genişletse “1900”ün Türk versiyonuna dönüşebilecek eserin, daha çok Türkiye’de azınlık olma meselesinin üzerinden ‘boşluklarla yürüyen hayatlar’a bakışıyla bütününü kalkındırdığı söylenebilir. Bunu da teknik ekibin katkısıyla ‘anlatı’ eksiklerini kapatan Çağan Irmak’ın yönetmenlik yetisiyle yapmış. “Dedemin İnsanları”nın bu ruhuna samimi oyunculuklar da eklenince, sinemamızda konuyla ilgili üretilmiş kalıcı yapıtlardan biriyle yüzleşiyoruz.

        Yeşilçam ekolünü yenileme çabasında bundan önce Yavuz Turgul ve Ömer Vargı gibilerinin yanına çok fazla yanaşamayan Çağan Irmak, bu filmiyle o seviyeye tutunma amacını ortaya koymuş. Fantezi alanında çalışınca dahi ‘demode melodram çekiyormuş’ izlenimi veren yönetmenin bazı zaaflarını çözüp onlara aşı yaptığı ve bir ‘yeniden başlangıç’ hedeflediği kesin.

        Eleştirileri dikkate almış

        Zira “Babam ve Oğlum”da (2005) dizilerde çalışan bir görüntü yönetmenini yanına alarak esaslı amacını belli eden yönetmenin, bundan önce çeşitli eleştirilerde anlatı konusundaki eksiklerini kaleme almıştık. “Issız Adam” (2008) için kurgu skalasındaki sıkıntılarını söylediğimiz, “Prensesin Uykusu” (2010) ile “Ulak”ın (2008) ise fantastik tonlarının ‘kült’ eğilim aşıladığını belirttiğimiz Irmak, belli ki bazı eleştirileri dikkate alıyor. Çünkü karşımızdaki eser, Türkiye’deki azınlık sorununa zamanına göre alegorik bakış atmayı bilen ve her dönemden okumaya açık zenginlikte bir tarihi-dram.

        Biraz uğraşılsa Türkiye’nin “1900”ü (“Novecento”, 1976) diyebileceğimiz yapıt için Hollywood’un dönemlerindeki ruhuna uygun politik içerikli eserlerinin yolunu “New York’ta Beş Minare” (2010) misali izlediği söylenebilir. Zira Irmak, zamanla kurgu ve sinematografi yetisi eksik sömürü sineması görüşünden sıyrılıp, ‘Yeşilçam algısını yenileyerek günümüze uygun hikaye anlatma’ düşüncesini karşılamaya başlıyor belli ki.

        Teknik ekibin profesyonelliği ‘sinema’ yetisini arttırmış

        Tamam “Dedemin İnsanları”nın sinema filmi bütünü içinde olması gereken açılış sekansı ve kapanış sekansı zorunluluklarını ‘dizi alışkanlığı’ ile dışarıda bıraktığı gerçeği ortada. Hatta birçok açıdan anlatısının sarktığı da söylenebilir. Ancak yönetmenin “Issız Adam” sonrası görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki ve modern kurgu tekniklerine hakim kurgucu Bora Gökşingöl ile çalışmaya başlaması, belli ki sinemaskop oranındaki hakimiyetin detaycılığını zamanla arttırmış. İkilinin uyumu da halihazırdaki üründe tavan yapmış.

        Bu sayede sıçramalı kurgu, paralel kurgu gibi anlatı tekniklerinin dengeli haliyle bu konuda sınıfı geçen bir tarihi-dram akıyor. “Dedemin İnsanları” da esasen Tiryaki’nin neredeyse her sekans için bir genel plan yerleştirme algısıyla yürüyüp sinema filmi bütünün yanına yanaşmayı hedefliyor gibi. Yıllarına göre beyaz renk dokusunun tonunu değiştiren güç de sanki Mübadele dönemi, Kıbrıs çıkarması ile 12 Eylül darbesi arasında kurulan bağlardaki ‘destansı’ havayı desteklemek için var.

        Türkiye’de azınlık olmak ne kadar kolay?

        Irmak belli ki öncesinden ders alıp bazı eksiklerinden arınarak yoluna öyle devam etmek istemiş. Burada kendisinin sıfırdan başlama arzusunu bazı yüksek becerili sahnelerden ve tartışmaya açılan ‘Türkiye’de azınlık olmak’ durumunun okumalarından anlamak mümkün. Zira dede karakterini merkeze yerleştirirken yönetmenin esaslı hedefi onun Türkleşme devresinde kimliksizlik, düşüncesizlik, dışlanma ve ötekileştirilme gibi kavramlardan nasıl geçtiğini incelemek olmuş.

        Bu doğrultuda da karakterin etrafındakilerle ilişkisinde dilencisinden eşcinseline kadar herkesle iyi geçinen, sağduyulu ve iyiliksever bir tipleme görüyoruz. “Babam ve Oğlum” ve “Ulak”takilerin aksine kasaba yaşamındaki ‘abartılı karakterler’ burada Rum aksanına transfer olunca inandırıcı hale gelmiş. Çekirdek ailenin bireylerinden komşulara kadar gerçek bir sahicilik sezebiliyoruz. Sadece belli sahnelerde kasaba ahalisinin daha net ve derin çizilebileceğini düşünüyoruz.

        Samimi ve politik damarı güçlü

        Tüm bunlara istinaden dramatik çatının sosyopolitik damarına bir samimiyet de eklenmiş. Ancak yönetmenin ‘kitsch’ (bayağılık estetiği) öğe yerleştirme sıkıntısı, açılış karesinden başlayan ‘ana çocuk karakterin gençlik halinin anlatıcı sesi’ni her daim seyircinin mücadelesine bırakmasıyla patlak vermiş. Zira açılışı etkileyici olmaktan alıkoyarken çocuğun hangi mercekle ve nasıl bir tonda yansıtılacağının kafa karışıklığını hissettiren bu bölüm, bir teknik boşluk yaratmış. Final sahnesine kadar da defalarca kez bu tonlamanın ve Yeşilçam’ın büyük orkestra müziğinin filme verdiği zarar zaman zaman ayyuka çıkıyor.

        Anlayacağınız yönetmen günümüzdeki Kürt meselesinin benzerini, Kurtuluş Savaşı ile 12 Eylül darbesi zamanında bir başka azınlık gruba kamerasını uzatarak perdeye yansıtmış. Onların nasıl müamele gördüğünden çok gerçek birer insan olduğunu anlatmak istemiş. Bu doğrultuda da fazlaca Kıbrıs Barış Harekatı ve 12 Eylül darbesi ışığında bir köyün ‘dede’si olarak düşünülen bu Rum adamı, ailesinin değil de kasabanın üst makamına yerleştirmiş. Böylece “Babam ve Oğlum”un kültleşecek terapi sahnesi gibi yama duran kısımlar perdeyi esir almazken anlatı yükselip tarihi-dramın amaçlarına ayak uydurur hale gelmiş.

        Dönemine göre değişkenlik gösteren bir sinematografik anlayış

        Türkiye’de azınlık olmak meselesinin özellikle 1923 yılındaki denizsel dokusundaki üç boyutluluğun ve Mert Fırat ile Ezgi Mola’nın oyunculuk gücüyle yükselen ‘yüreksel sarsıntı’nın dikkat çektiği kesin. Bu kısım da gerçek bir mesafe ile donatılmış işin doğrusu. Sondaki trajik anın dahi filmin görsel ve dramatik çerçevesinin izinde abartılmadan sergilendiğini, Irmak’ın ise yavaş çekim ve müzik yükseltme gibi düşünceleri farklı şeyler için kullandığı çok açık.

        Zaten 12 Eylül’e kadar sekansların açılışını üst açı yapan Gökhan Tiryaki’nin sonrasında alt açıya geçip ‘sistemin hapsedeciliği’ ile ‘sistemsizlik’ arasındaki zıtlığa dikkat çektiği gözlemlenebiliyor. Ya da gerçek anlamda insanların üzerine çıkan tek katlı binaların ve lafların görsel karşılığını bulmuş diyebiliriz kendisi için.

        Çağan Irmak için yeni bir başlangıç olabilir

        Yani birkaç eğreti duran kararma-açılma efekti ve paralel kurgu sarkmasını müziğin yanına eklemezsek anlatı konusunda bir çıkıştan bahsetmek mümkün. Bunlar da kayboluş, mücadele ve hüzün yüklemesini ‘şişeye saklanan mektup’ gibi ilginç detaylarla yaparak finişe varmış. Yönetmenin “Bay Smith Washington’a gidiyor” (“Mr. Smith Goes to Washington”, 1939) göndermesiyle bu sefer Frank Capra’ya selam çakması ayrı bir detay. Filmin dramatik anlamda en büyük sıkıntısı ise flashbackleri asgariye indirip 12 Eylül dışına çok fazla çıkmadan hareket ederek, Türkiye’nin siyasi tarihine alegorik bakış atacak hikaye yapısının Bertolucci’nin “1900”ü ile yarışma konusunda geride kalmasına yol açması.

        Ancak “Dedemin İnsanları”yla sömürü numaralarını ve fantastik rötuşları bir kenara bırakan Çağan Irmak sinemasının, Yeşilçam’ı geliştiren alan derinliği yüksek algısıyla ulusal platformda bir şeyler yapabileceği kesin. Ama sürecin devamında “Mustafa Hakkında Her Şey” (2004) ve “Karanlıktakiler” (2009) gibi dengeli karakter dramalarını da katarsak geride kalan ürünlerinin, “Çınar Ağacı” (2011), “Hayattan Korkma” (2008), “Dilber’in Sekiz Günü” (2008), “İlk Aşk” (2006), “Hayatımın Kadınısın” (2006) gibi birkaç senede unutulup gidecek sinema demeye bin şahit örneklerin üremesine yol açması şaşırtıcı değil. Son kalemde Irmak’ın demode melodramlarının, en azından bir prodüksiyon kalitesi ile bu örneklerin üzerinde olduğunu da eklemek şart.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Dedemin İnsanları

        Yönetmen: Çağan Irmak

        Oyuncular: Çetin Tekindor, Hümeyra, Zafer Algöz, Yiğit Özşener, Gökçe Bahadır,

        Mert Fırat, Ezgi Mola

        Süre: 110 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        FREUD MU, JUNG MU?

        Psikanalizi bulan Avusturyalı nörolog Sigmund Freud ve onun analitik psikolojinin öncüsü öğrencisi Carl Gustav Jung’u nasıl bilirsiniz? Aslında bu sorunun cevabı çok keskin cümlelere açılabilir. Ancak burada John Kerr’in romanı ile Christopher Hampton’ın oyununu kaynak alan yapıtın, ‘bastırılmışlığı açığa çıkaran cinsel fantezi’nin üzerinden iki figürün özel hayatıyla ilgili oluşturulan tabandan bir usta-çırak ilişkisi ürettiği kesin. “Tehlikeli İlişki” de bu ikiliyi hasta konumuna yerleştiren bir oluşumdan seslenirken; toplumsal, politik ve sinemasal açılımlarını 20. Yüzyılın başına uygun bir çerçeveden yapmış. Filmin Keira Knightley’nin ‘vamp kadın’ performansından darbe yemesine karşın düşünsel anlamda güçlü bir dramatik yapısı var. Cronenberg ise bedeni biraz iteleyip ‘psikoloji’yi ve ‘şiddet’i öne çıkardığı 2000’ler döneminin en klasik işini vermiş.

        2000’lerde David Cronenberg’in ‘sıradan bireylerin bilinçaltında saklanan suçlar’ üzerine çektiği filmlerin esin kaynağı kuşkusuz bu kavramı ortaya çıkan Freud’dur. İsviçreli psikolog ve teorisyen Jung ise 1900’lerin başında ‘taht’a kurulup Yahudi Freud’un üzerine geçmiştir. Aslında bu noktada filmin Hıristiyan-Yahudi çekişmesi üzerinden yürüyen alt metinleriyle tartışmalar açtığı kesin.

        Tehlikeli metodu psikoloğun kendisine uygularsan ne olur?

        Zira Freud’un kibirli ve egosantrik halinin, Jung’ta sağduyulu, mesafeli ve meşgul iş insanına çevrilmesi bir şekilde taraf tutan bir açılım getirmiş. Ancak yönetmen Cronenberg’in derdi ‘tehlikeli metot’ üzerinden yürümek olmuş. O da nedir? Rus histeri hastası Sabina’nın Jung ile yaşadığı yasak ilişki ve karakterin bu özel hayattaki psikolojik açılmayla sektörde yükselmesi.

        Gerçek bir evlilik karşıtlığı aşılayan bu damar üzerinden ilerleyen “Tehlikeli İlişki” (“A Dangerous Method”, 2011), Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkıp böylesi düşünürlerin daha da önem kazandığı keskin bir kent burjuvazisi portresine odaklanmış. Christopher Hampton’ın diyaloglarından ve Cronenberg’in kapalı alandaki açı-karşı açı dengesini kurma becerisinden güç alan sinemasal dünyanın oyunculara odaklandığı kesin.

        Jung ile Freud’un özel hayatı üzerine

        Buna istinaden karşımıza çıkarılanın bir Mortensen-Fassbender şovu üzerinden usta-çırak ilişkisi filmine dönüştüğü de görülebiliyor. Ancak esas temasal açılımına ve omurgasındakilere baktığımızda daha farklı bir analize geçebiliyoruz. O da gerçek anlamda Freud-Jung ikilisinin Otto Gross’un lafıyla ‘özel hayat’ında olanlarla belli okumalar açısından çığır açtıktan sonra eserleriyle psikanalizi yürütmeleri.

        Belki bu noktada Knightley’nin Rus öğrenci-metres tiplemesi konusunda baştan itibaren belirgin sıkıntılar oluşmuş. Ancak onun Jung’un mutlu mesut evlilik insanı modundan kurtulmasıyla birlikte ‘bilinçaltındaki seks güdüsü’nü açığa çıkarması, fantezisel açılımla yürümüş. Bu yürüyüşün izinde de karşımıza ‘özel hayattaki rahatlama’ kavramı çıkarılmış. Kadın karakter Sabina’nın bunu tez olarak kullanması ise şaşırtıcı değil.

        Keskin inatları incelemeye alırken, Knightley’e takılmış

        Zira “Tehlikeli İlişki”, psikolojideki seks güdüsünün önemi üzerinden yürüyen, yan karakterler yoluyla ilişkilerde kendini sınırlamanın yanlış olduğunu buyuran bir eser. En azından egosantrik durmaktan arınarak alt benliğini harekete geçirip sağduyuyla ilerlemek, bir şeylerin temelini oluşturabilir. Yahudi-Nazi çekişmesi de bu konudaki keskin inatlarla 2. Dünya Savaşı’na yol açmıyor mu zaten?

        Cronenberg’in filmi belli ki bu soruları araştırmak istiyor. Bunu yaparken sesli sinemanın ilk döneminden derin odaklı teleobjektiflerden aldığı ‘alan derinliği’ tekniğini o zamandaymış gibi kullanması bir görüş getirmiş. Zira 1900’lerin ilk 10 senelik diliminde geçen hikayenin böylesi rotüşları ihtiyacı var. Elbette Howard Shore’un kalıcı müzikleri de bu duruma destek vermiş. Ancak aradaki ‘psikolojik cinsellik paydası’ Keira Knightley’nın dışadönük performansının ilk sahneden itibaren bu ilişkiyi zedeleme arzusu maalesef hedefine ulaşmış.

        Her şeye rağmen yönetmenin kariyerindeki ‘psikanaliz odaklı’ dünyanın, 2000’lerdeki psycho-noir, anti-western ve gangster filmi örneklerinden sonra bir de biyografik film şubesi bulduğunu söyleyebiliriz. Bu da kuşkusuz ‘body-horror’ı filizleyen ilk dönemi ile insan-beden ilişkisini olgun formüllerle soğukkanlı hale getiren 1988-2000 arasındaki ikinci döneminin ardından gelen, psikanaliz odaklı son dönemi için bir ‘tamamlayıcı’ işlevi yüklemiş “Tehlikeli İlişki”ye.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Tehlikeli İlişki (A Dangerous Method)

        Yönetmen: David Cronenberg

        Oyuncular: Michael Fassbender, Viggo Mortensen, Keira Knightley, Vincent Cassel, Sarah Gadon

        Süre: 99 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        BAŞKANLIK YOLUNDA ‘CİNSEL TACİZ’ MÜBAH MI?

        ‘Başkan seçilme yolunda dini inanışını değiştirmekten tutun şantaja ve cinsel tacize kadar her şeyi yapmak doğru mudur?’ ya da ‘demokrasideki siyasi idare sisteminde ikiyüzlülük hasıraltı edilebilir mi?’ sorusunu soran bir politik-dram. “The Ides of March”, muhalif kimliğiyle tanınan George Clooney’nin kalıbına uygun diyalog ve oyuncu odaklı yönetmenlik stilinden güç alan bir eser. Bu noktaya ulaşırken de ismini aldığı Julius Ceasar’ın ‘dolunaya dikkat!’ lafını ‘alegorik’ bir çerçeveye oturtmuş. Bu görüşün eski yönetim biçimlerindeki ‘kanlı ve ilkel iktidar savaşları’nda olabileceği üzerine keskin bir politik damar belirleyerek yol almış.

        Eylül başında 36. Toronto Film Festivali’ndeki Amerika prömiyerinde izleyip kaleme aldığım “Zirveye Giden Yol”un eleştirisine şu linkten ulaşabilirsiniz:

        BAŞKANLIK YOLUNDA ‘CİNSEL TACİZ’ MÜBAH MI?

        FİLMİN NOTU: 6.3

        Künye:

        Zirveye Giden Yol (The Ides of March)

        Yönetmen: George Clooney

        Oyuncular: Ryan Gosling, Evan Rachel Wood, George Clooney, Paul Giamatti, Philip Seymour Hoffman, Marisa Tomei, Jeffrey Wright

        Süre: 101 dk.

        Yapım yılı: 2011

        HİPNOTİK BİR BAŞYAPIT

        Amerikan ana akım sinemasının karşısında durarak 70’lerde çığır açan Terrence Malick, kariyerinin 30 senedir proje aşamasındaki beşinci filminde adeta döktürüyor. “Hayat Ağacı”, evrim teorisi ve paralel evren gibi kavramlar üzerinden yürüyen nihilist ve eklektik bir bilimkurgu olarak anılabilir. Çokça “2001: Uzay Yolu Macerası”nın ruhunu hatırlatsa da esasen yönetmenin Michelangelo Antonioni, Jean-Luc Godard, Andrei Tarkovsky, Alain Resnais gibi modern Avrupa sinemasının auteurleriyle benzerlik gösteren kariyerinin en uç noktalarından biri kıvamında. Ses, kurgu, sinematografi ve müzik konusunda akıl sır erdirilemeyecek yollar açan Malick, ayrıksı bir üslup ve film modeli yaratmış. “Hayat Ağacı”, Amerika’nın sosyopolitik tarihçesi üzerine sert bir kroşe olarak görülebilir. Aynı zamanda ‘çekirdeğinden çıkıp devasa binalar arasında mahkum olmaya kadarki süreçte insanoğlunun en sancılı dönemi hangisidir?’, ‘evrim teorisine göre tek tip insanlar ve tutucu ailelerin yaratımıyla makineleşme çok öncesinde başlamış olabilir mi?’ gibi konuyla ilgili daha önce sorulmamış soruların izinde oluşan sersemletici metinleri de dikkat çekici filmin. Başlı başına bir sinema meditasyonu, bir sezgisel yolculuk, bir evrim senfonisi ya da nesiller geçtikçe değerine değer katacak bir başyapıt izlemeye hazırlanın!

        Yılın en iyi bir-iki filmi arasındaki “Hayat Ağacı”nın vizyonundan bir gün önce, dün yazdığım eleştirisine şu linkten ulaşabilirsiniz:

        HİPNOTİK BİR BAŞYAPIT

        FİLMİN NOTU: 9.7

        Künye:

        Hayat Ağacı (The Tree of Life)

        Yönetmen: Terrence Malick

        Oyuncular: Brad Pitt, Sean Penn, Jessica Chastain, Hunter McCracken

        Süre: 139 Dk.

        Yapım Yılı: 2011

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Alacarakaranlık Efsanesi: Şafak Vakti Bölüm 1 (The Twilight Saga: Breaking Dawn – Part I): 7.1

        Allah’ın Sadık Kulu: Barla: 3.5

        Almanya’ya Hoşgeldiniz... (Almanya – Wilkommen in Deutschland): 5.5

        Anadolu Kartalları: 2.2

        Arabalar 2 (Cars 2): 5.5

        Babamın Penguenleri (Mr. Popper’s Penguins): 4.8

        Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm: 3

        Beni Unutma: 4

        Bendeyar: 1.8

        Bir Gün (One Day): 6.3

        Bir Tutam Cennet (A Little Bit of Heaven). 3.3

        Bir Zamanlar Anadolu’da: 7.7

        Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikayesi: 7.5

        Conan (Conan the Barbarian): 4.9

        Çelik Yumruklar (Real Steel): 2.8

        Çılgın Aptal Aşk (Crazy, Stupid, Love.): 6.1

        Eylül: 3.6

        Gelecek Uzun Sürer: 5.5

        Goethe’nin İlk Aşkı (Goethe!): 3.4

        Görünmeyen: 5.5

        Hayat Sana Güzel (The Change-up): 3.

        İkili Oyun (The Double): 4.1

        İstanbul (Isztamboul): 4.2

        Johnny English’in Dönüşü (Johnny English Reborn): 4

        Karadedeler Olayı: 5.4

        Killer Elite: 3.9

        Korku Evi (Dream House): 2.3

        Korku Gecesi (Fright Night): 3.5

        Kovboylar ve Uzaylılar (Cowboys and Aliens): 4

        Kötü Öğretmen (Bad Teacher): 5.2

        Kule Soygunu (Tower Heist): 4.3

        Mühürlü Köşk: 0.7

        Oğul: 4.2

        Oyunun Sonu (Margin Call): 3.5

        Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı (Immortals): 6.5

        Paranormal Activity 3: 5

        Paris’te Gece Yarısı (Midnight in Paris): 5.8

        Saç: 7.8

        Salgın (Contagion): 7.4

        Son Durak 5 (Final Destination 5): 4.8

        Şangay (Shanghai): 5.5

        Şey (The Thing): 3

        Şeytanın İkizi (The Devil’s Double): 2.6

        Şeytanın İni (Red State): 5.5

        Tenten’in Maceraları (The Adventues of Tintin): 5

        Üç Silahşörler (The Three Musketeers): 4.1

        Zamana Karşı (In Time): 6.9

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        keremakca@haberturk.com

        Diğer Yazılar