Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        Hollywood’da milli olmak için gün sayan ve bunu aşk ile doldurmayı da hedefleyen gençlerin hikayeleri, “Amerikan Pastası”ndan beri revaçta... Bu bağlamda cinsellik ile dışkıyı bir araya getiren tuvalet mizahının da gençlik filminin geleneğini doldurduğu biliniyor. 2008 tarihli bir diziden uyarlanan “Skor Sıfır” ise bu komedi anlayışının İngiltere şubesi olmakta sıkıntı çekmiyor. Özellikle bu mizahın özellliklerini seven genç kitlenin kaçırmaması gereken bir diyalog, görsellik ve anlık espri birlikteliği sunmayı beceriyor.

        ‘Amerikan Pastası’ (‘American Pie’) ile birlikte genç karakterlerin maceralarını ele alan komedilerde bir ‘değişim’ start aldı. Cinsellik ve dışkı odaklı esprilerin öne çıktığı mizah anlayışı tavan yaptı. Son 10 senede bu konuda özellikle “Harold & Kumar Go to White Castle” (2004), “Çılgın Hafta Sonu” (“The Long Weekend”, 2005), “Dirty Love” (2005) gibi eserler öne çıktı. En önemlisi de o markanın sadece sinema için dört filme açılmasıydı. Buradaysa 2008 tarihli bir İngiliz dizisinin, aynı yönetmen ile senarist ikilisinin çıkardığı ‘sinema temsili’yle karşı karşıyayız.

        Rengarenk bir coğrafya, capcanlı diyaloglar ve eğlenceli karakterler

        “Skor Sıfır” (“The Inbetweeners Movie”, 2011), İngiltere’nin ‘Amerikan Pastası’ olma amacıyla yola çıkıyor. Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki Malia adlı bir yazlık beldeye milli olmak ve cinsel hayatlarını düzene sokmak için gelen 18 yaşındaki dört prototipleşmiş gencin ergenlik sürecine uzanıyor. Rengarenk bir coğrafyaya capcanlı diyalogları ekleyen filmin en büyük kozu samimiyet. Yönetmeni Ben Palmer ise ‘uyumsuz kesme’, ‘uyum kesmesi’, ‘geniş açı objektif’ gibi sinemasal mecraları kullanarak bir şeyler anlatma becerisine sahip.

        Anlayacağınız çok konuşan Will, gerçek bir sanal masturbasyon mucidi Jay, değdirme üstadı Neil ile iflah olmaz aşık Simon’ın başlarına gelen komik olayları doğru bir elekten geçirmiş. Son derece sıradan duran ‘bir adaya gelip dört İngiliz kızla tanıştılar. Onlara aşık oldular’ omurgasını olabilecek en basit yoldan değerlendirmiş. Alınan sonuçların da yerinde bir bütüne açıldığı söylenebilir.

        Futboldan eşcinselliğe, pislikten cinselliğe uzanan çok yönlü bir komedi

        Bu da 2008 tarihli fenomenleşen dizinin sinema ayağında da tonlamanın iyi kestirilmesini sağlamış. Burnley taraftarlarının yaptığı gösteriden Manchester United meselesine, eşcinsellik dozajından pis odadaki bulunan dışkıya ve cinsellikle ilgili diyaloglara kadar her anlamda karşımıza boyutlu bir komedi örgüsü çıkıyor.

        Basit hikaye böylece işlevsel bir ‘güzel, çirkin, iri, seksi farketmeden her türlü kızla beraber olabilirsin’ mesajına kadar uzanıyor. Bu durum ‘kendini iyi hisset’ tuvalet komedisini; bu gençlerle, adayla, İngiltere’yle, futbol coşkusuyla ve daha nicesiyle dalga geçen bir eğlenceliğe dönüştürüyor. Dört kafadarın maceraları şüphesiz özellikle de genç kesmi mutlu edecek bir kalibreye ulaşıyor

        Iain Morris-Damon Beesley ikilisinin diyalog yazma becerisi ise belli ki İngiliz geleneğinden çıkma ‘skeç algısı’ ve ‘diyalog komedisi’ yaratma ezberini harekete geçirmiş. “Skor Sıfır”; bu ‘kaynak’ın ekmeğini yerken, şen şakrak bir seyirliğin arka planını iyi doldurmuş. Yönetmeninin sinema perdesinde hikaye anlatma konusunda çektiği ufak tefek sıkıntıları da büyük oranda bertaraf etmeyi becermiş.

        FİLMİN NOTU: 5.4

        Künye:

        Skor Sıfır (The Inbetweeners Movie)

        Yönetmen: Ben Palmer

        Oyuncular: Simon Bird, James Buckley, Blake Harrison, Joe Thomas, Laura Haddock, Emily Head

        Süre: 95 dk.

        Yapım yılı: 2011

        KARŞIDAN ESEN RÜZGARLARIN DAYANILMAZ ÇEKİCİLİĞİ

        Bir kocanın, eşinin ölümüyle birlikte yaşadığı matem havasından ziyade boşluğu, anlık mutlulukları, mesafeyi ve yalnızlığı ele alan bir dram. “Sert Rüzgarlar”, Antonioni’nin modern sinemayı başlatan “Macera”sının film modelini birebir kullanırken salya sümük Hollywood duygusal-dramlarını tersyüz etmek istiyor. Buradan evliliğin süreçlerinde karşımıza çıkan ‘mesafe’nin artmasıyla oluşan ‘gerçek kaybolma’nın sonuçlarına uzanıyor. Düz olaylardan ziyade karşıdan esip hareket kabiliyetini sınırlayan sert rüzgarların ne kadar etkili olabileceğini araştırmaya koyuluyor.

        Karşıdan esip görüş seviyesini düşüren sert rüzgarlar, bir aşkı yıkmaya yeter mi? Yoksa siz de bu korkuya kapılıp sevdiğinin ardından ağıt yakmaya mecbur kalanlardan mısınız? O zaman “Sert Rüzgarlar” (“Des Vents Contraires”, 2011) sizi çarpmayabilir. Zira gerçek anlamda bir ‘duygusal-dram’ olarak yola çıkan eser, Jalil Lespert’in ‘gerçek hikaye’ ve ‘roman’ kaynağından aldığı dönüşle bir şeylerin cevabını veriyor adeta. Buradan çıktığı ‘ölüm sonrası matem havası’nı ise asla tür sineması veya klasik anlatı sineması kodlarıyla işleme sokmuyor.

        “Macera”nın film modelini kullanıyor

        Aynen 1960’da Antonioni’nin “Macera”da (“L’Avventura”) yaptığı gibi gerçek bir modern sinema eğilimi bu düşüncenin etrafını sarıyor. Belli ki ‘karşıdan esen ve sevilmeyen rüzgarlar’ın anlamını kendine göre yaratmak isteyen yönetmen, ‘eşin kayboluşu’nu, evlilikte çocukların doğmasıyla oluşan iletişimsizlik ve mesafenin metaforu olarak kullanmış. Bu da belki daha önce vefat eden Sarah’yı (Audrey Tautou) bize sadece açılış sekansında göstermekle bir karşılık bulmuş.

        Bunun ışığında matem, hüzün, aşk ve ölü beden görmesek de aslında bir karaktersel dönüşümün ya da öznel görüşün izinde ‘yalnızlık’ı hatmediyoruz 90 dakika boyunca. Hedef evlilikte zaman geçtikçe oluşan ‘mesafe’nin artmasıyla birlikte tabiri caizse eşin uçurumdan aşağı çekilip kaybolmasını tanımlamak. Orta planlar, sessizlik, doğal renkler ve dinginlik de bu tabandan devreye giriyor. Asla orta ölçekli objektiflerin ve planların dışına çıkmayan minimalist görsel yapı, koca karakteri Paul’ün (Benoit Magimel) izinde doğru kararlar alarak ilerliyor.

        Sıkıcı Fransız filmlerinden sıyrılıp adımlar atmasıyla anlamlı...

        Onun ‘gerçeklik’inden ziyade evliliğin durumunu sorgulayan, ana akışı yerle bir eden modern bir dil kullanıyor. Böylece Lespert’i ‘sıkıcı Fransız filmi’ yaratıcısının ötesinde Antonioni ekolünden yönetmenler arasında anmamıza olanak tanıyor.

        Aslında “Poison Friends” (“Les Amitiés Maléfiques”, 2006) gibi bu konuda başarısız ve yönetmenini TV ekranına sürükleyen eserler varken ‘ilişki’ bazlı konseptin duygu sömürüsüne açık halinin bertaraf edilmesi önemli. Finalde konulan nokta da yerli yerinde... Ancak sanki müzik kullanımı, sosyolojik arka plan ve süre konusunda daha ince bir işçilik olabilirmiş gibi. Dramatik çatı o noktalarda birazcık sarsılıyor nihayetinde. Anlayacağınız “Sert Rüzgarlar”, André Téchiné’nin son dönemde ‘Godardiyen’ algıyı kalkındırırken yaşadığı yapısal sıkıntıları Antonioniesk örgü için kısmen yaşıyor.

        FİLMİN NOTU: 6

        Künye:

        Sert Rüzgarlar (Des Vents Contraires)

        Yönetmen: Jalil Lespert

        Oyuncular: Benoit Magimel, Audrey Tautou, Isabel Carré, Bouli Lanners

        Süre: 91 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        SİNEFİL, HINZIR VE İYİ NİYETLİ

        Hınzırlığı ve B filmi aşkıyla Rob Zombie gibi kült bir yönetmen olur mu orasını bilemeyiz. Ancak Ti West’in burada demode perili ev filmlerinin mimarisinin ve ağdalı görüntüsünün uzağında bir modern süreç için yola çıkıp, atmosfer ve dönüşüm kıvılcımları yaydığı söylenebilir. Bu da “Ruhlar Oteli”ni bütün o ‘kabuksal değişim’ sıkıntılarına karşın, epizodik anlatılı kayda değer bir alt tür ürünü haline getiriyor. En azından son dönemde sayısı artan eski model perili ev filmlerinin bir hayli üzerinde duran bir yapıt bu.

        Ti West iflah olmaz bir korku sinefili. Nostaljik konuları öne çıkarma arzusuyla yanıp tutuşan, coşkulu bir yönetmen. Onun filmografisine bakıp çoğunluğu istismar filmlerine saygı duruşunda bulunan 16 mm dokulu eserlerinin ardından buradaki grenli açılış jeneriğini de görünce, filmin ‘perili ev’ geleneklerinin sularında yüzeceğini hissediyoruz. Ancak bu giriş aslında her şeyin habercisi olmuyor. Zira yönetmen ‘retro’ akan stilini bir anlamda sinemaskop oranında bir ‘doğal renk’ ve ‘atmosfer’ düşüncesiyle taçlandırmayı hedefliyor.

        Gelenekçi duruşa karşı çıkarken görüntü yönetmeninden güç alıyor

        Yani Roger Corman’ın, gotik mimarili evlerin içinde yaptığı dönüşümü bir bakıma 2000’lerin perili ev filmlerindeki bu eğilimin karşısında durarak uygulamak istiyor. Sadece üç kez hayalet efektinin gözüktüğü eserin, bu zamanlar haricinde röntgenci kamera, alt açı, üst açı ve genelde alan derinliği iddiasıyla bir ‘tekinsizlik’ içerdiği söylenebilir. Bu görsel duruşların mercek seçimleri de görüntü yönetmeninin zekasıyla duruma katkı yapıyor.

        West, “The Legend of Hell House” (1973) gibi böylesi ‘modern mimari’li ve ‘atmosfer’li korku filmleriyle akraba bir görünüm sunuyor böylelikle. Bu durumu dört epizoda bölüp ardına ‘ses araştırması’ ve ‘internet araştırması’ gibi şeyleri de ekleyince her şeyi tamamlıyor gibi gözüküyor. Ancak tuğlaları bu düşünce yapısının üzerine öremiyor nedense...

        Bildik motiflerle gereğinden az oynamış

        Zira klişe ana kadın kahraman, cadı işlevli yaşlı kadın, bodrum katı motifi ve hayalet efektleri konusunda alt türsel dönüşümünü tamamlayamıyor. Bunun üzerine tek bir hayalet efektinin ‘parodi’ malzemesi gibi gözükmesi ve Kelly McGillis’in Corman’ın “Dehşet Saati”ne (“The Pit and the Pendulum”, 1961) gönderme gibi kokan sarkaç esprisinden başka işlev vermemesi de ekleniyor.

        Sadece tavan arası yerine otelin üst katlarının geçmesi ve yaşlı bir müşterinin ‘tedirgin edici ses tonu’nun kullanılması, ‘ses’in korku işlevini ve ‘internet’in merak algısını doldurabiliyor. Ancak bunlar da ana çatının içinde ‘bütünleyici’ bir yere oturamıyorlar bir türlü. Zira Ti West, dört parçalı epizodik anlatı yolunu da doğru bir nostaljik ambalajla sarsa da bir türlü Roger Corrman’ın perili ev filmine yaşattığı atılımı günümüzde uygulamaya sokamıyor.

        “Ruhlar Bölgesi”nin izini sürme arzusunu doğru tanımlayamıyor

        Çünkü yönetmenin her türlü “Ruhlar Bölgesi”cilik (“Insidious”, 2010) oynasa da oraya sapmaması, korku motiflerini beklendik klişeler ışığında kullanması ve sürpriz sonu türsel zincir açısından şaşırtıcı konumlandırmaması adeta bir çuval inciri berbat ediyor. ‘Ruh filmi’ne sapmaktan ziyade ‘perili ev filmi’ için kullanılan ‘hayalet ötekiler’e daha yaklaşması da bu durumun en önemli sebebi.

        Yine de atmosferi, sinefil dokunuşu, çabası ve iyi niyetiyle kayda değer bir eser “Ruhlar Oteli”. Böylece en azından “Bir Amerikan Büyüsü” (“An American Haunting”, 2005), “Öbür Dünyadan” (“The Awakening”, 2011), “Siyahlı Kadın” (“The Woman in Black”, 2012) gibi ‘ce’ yapma yanlısı demode perili ev filmlerinin üzerine yerleşiyor. Öyle ki alt türü eski doğasından alıp yeni coğrafyasına yerleştirmek isterken sadece omurgasal motiflerinden arındırma sıkıntısı çekiyor.

        FİLMİN NOTU: 5.3

        Künye:

        Ruhlar Oteli (The Innkeepers)

        Yönetmen: Ti West

        Oyuncular: Sara Paxton, Pat Healy, Kelly McGillis, Allison Bartlett, Jake Ryan

        Süre: 100 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        ÇOCUKLAR TÜRKİYE’YE BAKIYOR

        Gerçek bir sosyal gerçekçi çocuk hikayesi olarak anılabilecek “Kırık Midyeler”, İtalyan Yeni Gerçekçiliği etkisinden kendine “Yusuf ile Kenan”vari bir yol bulmak istiyor. Bu yolu fazla törpülemese de basit planlar ve samimiyetle amacına bir nebze olsun ulaşabiliyor. Seyfettin Tokmak eğer sosyal gerçekçi tabandan ilerleyip eksiklerini kapatırsa zamanla iyi bir yönetmen olabilir.

        Aslında Türk sinemasında doğudan metropole, İstanbul’a göç edip ‘karanlık uçurum’ların içine düşen karakterlerin hikayelerini çokça izledik. Ancak Seyfettin Tokmak burada bu durumu çocukların gözünden karşımıza getiriyor. Bu bağlamda da Vittorio De Sica hayranlığında adeta bir “Çocuklar Bize Bakıyor” (“I Bambini ci Guardano”, 1944) ve “Kaldırım Çocukları” (“'Sciuscià' (Ragazzi)”, 1946) edasıyla sosyal gerçekçi ve samimi bir yapı kurmak istiyor.

        Bir “Ayna” veya “Yusuf ile Kenan” değil

        Belki yönetmenin bu projeye girme sebebi “Min Dit”in (2009) uluslararası platformdaki başarısı ve Kürt filmlerinin artması olabilir. Ancak karşımızda sosyolojik portreyi iyi kavrayabilen bir eser olduğunu söyleyebiliriz. Tokmak’ın Türkiye’nin “Ayna”sını (“Ayneh”, 1997) yaratmaktan ziyade “Yusuf ile Kenan”a (1979) yaklaşan bir kaliteye tutunmak istediği kesin.

        Bu doğrultuda yönetmenin ‘midye’ arayışından yola çıkan “Kırık Midyeler” isminden başlayarak bir sosyal gerçekçi omurga belirleyip en azından ‘kader’ini Allah’a bırakmadığını belirtmek lazım. Bu durum lehine yansısa da filmin bütün dramatik yapısını kalkındıramıyor. Zira bir süre sonra ‘karakter bütünlüğü’, ‘senaryo soyu’nu taşıyamaz hale geliyor. Tabiri caizse Tokmak’ın özünde yatan ‘belgeci gerçekçilik’ düşüncesi bir yanılsama yaratıyor.

        Alt sınıfın sıkışmışlığını yer yer doğru hamlelerle kavrıyor

        Aslında İstanbul’a gelinmesiyle birlikte Bosnalı göçmen anne, mafya bireyi gibi karakterlerin yapıştırma durması eserin dramatik yapısını dağıtan esas unsur. Bunun yanında eğlenceli olma kaygısı ile yerleştirilen tek boyutlu müzikler de esaslı hedeflere zarar veriyor.

        Yine de samimi duruşu ve göç temasını Kürt meselesi odağından kavramasıyla dikkat çekebiliyor film. Bu noktada da başta son sekans olmak üzere toplumsal sıkışmışlık ve hapsolma durumunu kavrayan minimal çerçevelerle en azından ‘umut’ vaat eden bir yönetmenin işini sunuyor. Nihayetinde doğal renkler, sessizlik, müziksizlik, samimi oyunculuklar ve dilsel bazda dönüşüm geçirmeyen diyaloglarıyla zaman zaman cesur olabilen bir eser karşımızdaki. ‘Kırık midyeler’i ararken safiyane duygularda kaybolan sosyal kimliklerin resmini de çizebiliyor.

        FİLMİN NOTU: 4.4

        Künye:

        Kırık Midyeler

        Yönetmen: Seyfettin Tokmak

        Oyuncular: Uğur Barış Mehmetoğlu, Seydo Çelik, Engin Benli, Selma Alispahic, İpek Kızılörs

        Süre: 93 Dk.

        Yapım Yılı: 2011

        BİRKAÇ OYUNCU YÜZÜ ‘BİR FİLM’ EDER Mİ?

        Köpek-insan dostluğu üzerine “Köpeğim Tulip” ve “Marley ve Ben” gibi ‘kapitalizm eleştirisi’ yapan duyarlı filmler izledik son dönemde. “Can Yoldaşım” ise bu temelden yola çıkarken sinema diye bir sanatın varlığından habersiz bir şekilde adeta ‘oyuncu yüzleri’ni kameranın önüne atmış. Onların ‘karakterimsi’ halleriyle ‘diyalogumsular’ kullanıp hiçbir bağ kurmadan işlenmemiş RED görüntülerin arasında debelenmelerini de ‘film’ olarak tanımlamış.

        Lawrence Kasdan, daha ziyade ‘Yeni Hollywood’ döneminin devamında 80’lerde yaptığı çıkışta en azından ‘kalem’ini doğru oynatan bir isim olarak anılır. Ama esasen “Vücut Isısı” (“Body Heat”, 1981) ve “The Big Chill” (1983) ile bilinen ‘drama’ kat sayısı yüksek filmlerin yönetmenidir. Ancak 2003’te “Düş Avcısı”nın (“The Dreamcatcher”) ardından kendisinin sinema perdesinden uzak kalması, birazcık ‘teknoloji’nin ‘sanat’ın ya da ‘el emeği göz nuru’ işçiliğin önüne geçmesiyle doğru orantılı gibi.

        Ali Özgentürk’ün “Yengeç Oyunu”ndaki acemiliğinin bir benzeri

        Zira oradaki yönetmenlik yaklaşımının ötesinde efekt kullanımı ve korku bilinci de belli oranda ‘trajik’ duruyordu. “Can Yoldaşım” (“Darling Companion”, 2012) ise köpek-insan dostluğu üzerine hayvansever bir komedi olmak için yola çıkmış. Nasıl bir yön belirlediğini kendi bile bilmezken daha ziyade ‘oyuncu yüzü’ ile aradan sıyrılmaya çabalıyor sanki.

        Çünkü Kasdan, piyasadan çekildiği süreçte HD adlı bir ‘mahluk’ ortaya çıktı. Onun altında RED de üredi. Bu her iki isim de kendisine uzaydan kopup gelmiş üst düzey bir robot ya da ışın kılıcı gibi gelebilir. Ancak şimdilerde bunların ‘ele alınıp kolay kullanılıyor’dan ziyade ‘post-prodüksiyon ve çekim periyodlarında ince işçiliğe, renk boyutluluğuna alan açıyor’ görüşüyle kullanıldığı biliniyor. Ancak ne hikmetse yönetmen adeta Ali Özgentürk’ün “Yengeç Oyunu”nda (2009) yaptığına benzer bir ‘acemi’liğe bürünmüş burada.

        Sinemanın genel kurallarını bilmiyor olabilir mi?

        Bu da ‘kaybolan köpek sorunsalı’nı arkadaşlık, dostluk, insanlık ve evlilikle yenme arzusunu diyaloglarla dolgun kılmayı bırakın hiçbir şekilde ‘sinema’ bütününe sokamıyor. Filmi izleyince yönetmenin neredeyse açı-karşı açı tekniği, genel plan-detay plan uyumu gibi hikaye anlatmanın ana kurallarını bile bilmediğini düşünmek mümkün. Lawrence Kasdan gibi 53 yaşında bir isimden ziyade tabiri caizse 20 yaşında bir yeni yetmenin kamera arkasında olduğunu düşünüyorsunuz “Can Yoldaşım”ı izlerken...

        Zira makyaj yapıp seti basan profesyonel oyuncuların oynadığı sahneler ya da bulunduğu mekanlardaki rastgele diyaloglar ard arda bağlanamıyor. Karakter tutarlılığı devreye giremiyor. Sadece ‘oyuncu yüzleri’ öne çıkıyor. Bu noktada ‘sinema bu mudur?’ sorusunun cevabı bu ‘filmimsi’de saklı deyip celseyi kapatmaktan başka bir şey gelmiyor içimizden.

        FİLMİN NOTU: 1.8

        Künye:

        Can Yoldaşım (Darling Companion)

        Yönetmen: Lawrence Kasdan

        Oyuncular: Diane Keaton, Kevin Kline, Mark Duplass, Richard Jenkins, Dianne Wiest

        Süre: 103 dk.

        Yapım Yılı: 2012

        TATI’SEVERLER İÇİN ‘FANTASTİK AŞK’

        Sessiz sinemadaki fiziksel komedi geleneğini minimalist yönetmenlik ve masalsı dokunuşla harmanlayan Dominique Abel, Fiona Gordon ile Bruno Romy, burada da hayranlarını hayal kırıklığına uğratmıyor. Yönetmenlerin üçüncü filmi “Aşk Perisi”, bu duruşun ‘fantastik aşk’ konseptli versiyonu olarak bir yerlere not edilebilir. Zira gerçek anlamda dış dünyadan bihaber bir sınıfın sakarlıkları ve saflıkları arasındaki yolculuk, abartılar ve aykırılıklarla katıksız bir temsile kavuşturuluyor. Kusursuz çerçeve bütünlüğü de gerçek bir yönetmenlik gözü ve sinema ruhu yerleştiriyor filmin arkasına.

        Haftanın en iyilerinden “Aşk Perisi”nin dün yazdığım eleştirisine şu linkten ulaşabilirsiniz:

        Bağlantı için tıklayınız...

        FİLMİN NOTU: 7

        Künye:

        Aşk Perisi (La Fée / The Fairy)

        Yönetmen: Dominique Abel, Fiona Gordon, Bruno Romy

        Oyuncular: Dominique Abel, Fiona Gordon, Bruno Romy, Philippe Martz

        Süre: 90 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Anahtar: 2.5

        Aramızda Bebek Var (Un Heureux Evénement): 5.5

        Arıza Aşk (Bellflower): 7.2

        Aşk ve Para (One for the Money): 2.8

        Ateşin Düştüğü Yer: 4.4

        Azrail’i Beklerken (Poulet aux Prunes): 7

        Babam İçin (Will): 5.5

        Can: 4

        Canavarlar Sofrası: 4.5

        Can Dostum (Intouchables / The Intouchables): 3

        Çapraz Ateş (Haywire): 6

        Çifte Soygun (Flypaper): 2.9

        Dehşet Kapanı (The Cabin in the Woods): 4.8

        Dikkat Bebek Var! (What to Expect When You’re Expecting): 5.5

        Diktatör (The Dictator): 6.7

        Edepsiz Kız (Dirty Girl): 4

        Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir: 6.8

        Gizemli Kadın (La Femme du Veme): 5.2

        Hayatının Seçimi (The Ledge): 3.5

        Kan ve Aşk (In the Land of Blood and Honey): 5

        Karanlık Gölgeler (Dark Shadows): 5.8

        Korsanlar! (Pirates! Band of Misfits): 6

        Koruyucu (Safe): 3.5

        Lanetli Kız (Dictado): 2.7

        Liseli Polisler (21 Jump Street): 3.2

        Madagaskar 3: Avrupa’nın En Çok Arananları (Madagascar 3: Europe’s Most Wanted): 5.9

        Mahşer Günü (The Divide): 5.5

        Moonrise Kingdom: 8.7

        Öz Hakiki Karakol: 1.7

        Pamuk Prenses ve Avcı (Snow White & the Huntsman): 6.5

        Paris’te Çılgın Canavar (Un Monstre a Paris): 6.7

        Prometheus: 7

        Sağ Salim: 2.9

        Sezar Ölmeli (Ceasar Must Die): 3.5

        Siyah Giyen Adamlar 3 (Men in Black 3): 5.5

        Soluksuz Gece (Nuit Blanche): 5.1

        Şeytanın Yüzü (La Moine / The Monk): 6.2

        Yakıcı Bir Yaz (Un été brulant): 4

        Yenilmezler (The Avengers): 5.8

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar