Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        5 Nisan-20 Nisan 2014 tarihleri arasında 33. kez düzenlenecek İstanbul Film Festivali’nden farklı zevklere hitap eden 50 filmlik bir öneri listesi oluşturdum. Festivalin biletleri dün satışa çıktı.

        Bu sene de 200’ü aşkın filmlik programıyla bir sinefil bayramı sunacak İstanbul Film Festivali, 2014’te birkaç yıldır üzerinde gitmediği klasikler konusunda da iddialı. Aleksei German’ın özel seçkisinin yanı sıra Türk sinemasının 100 yılına yakışan leziz Bu İkiliye Dikkat, MK2 40.Yıl, Aslı Gibidir gibi seçkiler iz bırakmış filmleri özleyenler veya tekrar izlemek isteyenler için biçilmiş kaftan!

        Etkinlik, dikkat çekici bölümlerle de her türlü damak tadına hitap ediyor. Zira William Friedkin’den Lukas Moodysson’a, Robert Lepage’den Bigas Luna’ya, Reha Erdem’den Bernard Tavernier’ye, Terry Gilliam’dan onur ödülü alacak Andrzej Wajda’ya, Roman Polanski’den Alain Resnais’ye, Muhsin Ertuğrul’dan Paul Thomas Anderson’a uzanan dopdolu bir program bizleri bekliyor.

        Bu sene öneri listemi 50’ye çıkartıp bunların 15’ini ‘klasikler’e ayırarak aslında sinemanın mirasına katkıda bulunma alışkanlığına sahip festivalin değerini kavrama olanağını yakaladım. Yeniler için yurtdışı festivallerde izlediğim filmleri öne çıkartıp ‘risk’ oranını asgariye indirdiğimi de eklemeliyim. Böylece 25 olmazsa olmaz film, 10 sürprizli ilk film, 10 klasik film ve 5 yerli filmden bir öneri listesi ortaya çıktı. Ayrıca etkinlik kapsamında Şubat’ta 13. !f Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde Türkiye prömiyerini yaptıktan sonra vizyona girmesi yasaklanan ‘Nymphomaniac’ın iki bölümünün de (her iki filmin de beşer seansı var) gösterileceğini not düşmeliyiz.

        OLMAZSA OLMAZ 25 FİLM:

        1-Ölümün Hikayesi (Historia de la Meva Mort / Story of My Death) (2013): Geçen yıl Locarno Film Festivali’nde bileğinin hakkıyla Altın Leopar’a uzanan, görebileceğiniz en ayrıksı ve radikal vampir filmlerinden biri! Bir çırpıda “Büyük Tıkınma” (1973), “The Tempest” (1979), “Vampyres” (1974) gibi eserleri ve bunların yaratıcılarını akla getirirken, Casanova ile Dracula’yı aynı evrende buluşturan ‘alternatif tarih’ önermesiyle dikkat çekiyor. İspanyol Albert Serra’yla bu altıncı filmiyle de olsa tanışmak şart!

        2-Büyük Budapeşte Oteli (The Grand Budapest Otel) (2014): Postmodern ve masalsı komedinin dehası Wes Anderson’ın Berlin’den ödüllü son filmini herhalde merak etmeyen yoktur. Yönetmen, bir kapıcı ile bir bellboy’un hikayesine, bir kez daha altını üstüne getirmeyi sevdiği bir ‘mekan’ üzerinden bakıyor. Alternatif resimli romanın hedefi ise enfes mimarisiyle Avrupa’nın göbeğinde konuşlanan efsanevi ve nostaljik bir otel…

        3-Sıfır Teorisi (The Zero Theorem) (2013): “Brazil” ile “Blade Runner” sonrası dönemin bilimkurgu geleneğine dokunan Terry Gilliam, bu kez hacker kültürüne bakan bir işe imza atıyor. Elbette kaçmaz! Christoph Waltz, Matt Damon, David Thewlis, Tilda Swinton gibi isimlerin rol aldığı “Sıfır Teorisi”, usta yönetmenin “12 Maymun”dan bu yana çektiği tek bilimkurgu filmi.

        4-Sokak Köpekleri (Jiao You / Stray Dogs) (2013): Son 20 yılda Uzakdoğu sinemasından çıkan en çarpıcı yönetmenlerden Tsai Ming-Liang’ın ekol yaratan mizah ve reji anlayışından destek alan, becerikli bir çalışma. Bir baba ile iki çocuğunun hüzünlü hikayesi, Taipei’nin varoşlarından şehir merkezine uzanan bir yolculukla tasvir ediliyor. Sabit açılardan güç alan minimalist üslup bu ‘geçim mücadelesi’ni müthiş bir olgunlukla kavrıyor. Venedik’ten üç ödülle dönen eser, Malezyalı üstadın kariyeri için de değerli. Tsai Ming-Liang’ın 56 dakikalık bir başka filmi “Batıya Yolculuk” da festival kapsamında izlenebilir.

        5-Tanrının Oğlu (Child of God) (2013): 1960’lar Amerika’sında, Tennessee’nin dağlık bir bölgesini sinemaya, rahatsız edici bir southern gotic örneği üzerinden taşımak üç aşağı beş yukarı buradaki gibi olmalı. James Franco, 2013’te imza attığı tek ‘sinemasal açıdan çekici’ işte bunu beceriyor. “İhtiyarlara Yer Yok” ve “Yol” ile sinema perdesinden de tanıdığımız Cormac McCarthy uyarlaması eser, köklere dönüş, ilkelleşme ve çarpık zenginleşmeyi ‘nekrofili’ kavramını tartışmaya açarak yorumluyor. Doğru bir dil, yerinde bir yaklaşım ve başarılı bir başrol oyuncusunun (Scott Haze) katkısıyla…

        6-Tanrı Olmak Zor İş (Trydno Byt Bogom / Hard to Be a God) (2013): Arkanar Gezegeni’nde, Orta Çağ atmosferinde geçen alegorik bir Tanrı-insan ilişkisi tasviri… Strugavsky Kardeşler’in romanı, “Stalker”ı da andıran bir bilimkurgu tanımına, siyah-beyaz ve şiirsel bir sinema ürününe kaynaklık ediyor. “Tanrı Olmak Zor İş”, 2000-2013 arasına yayılan külfetli yapım aşamasının sonucunda üç saati bulan süresiyle bir geleneğin son durağına dönüştü. Zira Aleksei German, bu filmi tamamladıktan sonra 74 yaşında vefat etti.

        7-Üçleme (Triptyque) (2013): Kitapçı, şarkıcı ve beyin cerrahı üç karakterin yaşamını iç içe geçirmek çok zor değil. Ama burada “Günah Çıkarma” (“Le Confessionnal”), “Olası Dünyalar” (“Possible Worlds”) gibi önemli filmleriyle tanınan Kanadalı özgün sinemacı Robert LePage, 20 senenin deneyimini ortaya koyuyor. Yanına Pedro Pires’yi alırken hayal ile gerçeği iç içe geçiren bir vizyon planlıyor.

        8-Şiddet Güzeli (Miss Violence): Bir intiharın arka planına bakmak kolaydır. Ama “Şiddet Güzeli”, aile kavramına odaklanırken bu ‘merkezi olay’a bambaşka şeyler yüklüyor. Eylül’de düzenlenen Venedik Film Festivali’nden dört ödülle dönen eser, çıkıştaki Yunan sinemasının iddialı örneklerinden. Uluslararası alanda kopardığı yaygara ile festivalin sürprizlerinden biri olmaya aday.

        9-Doğulu Çocuklar (Eastern Boys) (2013): “Nefret” (“La Haine”) gibi başlayıp “Benim Güzel Çamaşırhanem”e yaklaşan, eşcinsel ilişkinin doğallığına tutunma inadıyla manidar bir film… Robin Campillo, 2004 tarihli “Geri Döndüler”in ardından ikinci yönetmenlik denemesinde yanında çalıştığı Laurent Cantet’nin sükunetine uyumlu anlatı hamleleriyle yaklaşıyor. Genç göçmen ile orta yaşlı beyaz Fransız arasındaki tutku, iyi çekilmiş bir eşcinsel sinema temsiline kaynaklık ediyor.

        10-Düşman (Enemy) (2013): José Saramago’nun ‘Kopyalanmış Adam’ romanından Denis Villeneuve’ün sinemalaştırdığı “Düşman”, klonlanmanın, kopyalanmanın, ‘doppelgänger’ meselesinin içine düşen kaotik ve kasvetli bir gizem deposu. Yönetmenin en iyi filmi olabilir. Aramak isteyenler için David Lynch, David Cronenberg gibi isimlerden de referanslar taşıyor. Daha fazla ipucu verip filmin heyecanını kaçırmadan, Jake Gyllenhaal’ın başrolünde oynadığı bu deneyimi perdede yaşamakta fayda olduğunu ekleyelim.

        11-Dilsiz (El Mudo / The Mute) (2013): 2010’da dikkat çektikleri “Ekim” ile Cannes’dan ödülle ayrılan Daniel-Diego Vega Vidal ikilisi, burada sinemayla ilişkilerini daha da olgunlaştırıyorlar. Poker surat komedisi (deadpan komedi) gelenekli, Aki Karusmäki etkili minimalist bir anti-polisiye olarak anılabilecek “Dilsiz”, konuşamayan bir sanığın izini sürüyor. Buradan çıkan ise ‘derin Peru’da çürümüş adalet sisteminin ve polis teşkilatının insanları ‘sessiz’, ‘çaresiz’ bırakmasına dil uzatan bir söylem. Fazlasıyla da Porumboiu’nun “Polis, s.”si (2009) ile akraba bir yapıt canlanıyor yanı başımızda.

        12-Büyük Kötü Kurtlar (Big Bad Wolves) (2013): Tarantino’ya göre 2013’ün en iyi filmi olarak anılmasıyla öne çıksa da, başka özellikleriyle de kendi evrenini oluşturan bir İsrail yapımı… Keshales-Papushado ikilisinin ikinci sinema filmi, operamsı soundtrack’i, kurt adam mitine ayrıksı yaklaşımı ve lezzetli suçlularıyla bir şeyler hedefliyor. Mizah desteği alan modern suç filmi tanımı, fazlaca merak uyandırıyor.

        13-Nymphomaniac 1 (2014): Lars Von Trier’nin ülkemizde sansür yiyen tartışmalı filmini izlemek için son şanslardan biri. Özellikle bir seks bağımlısının peşine takılıp cinsel fantezileri sıraya dizen eserin bu bölümü daha başarılı, sinemasal, serbest ve deneyci. Meraklısı için festivalde filmin ikinci kısmı da gösterilecek. Her iki bölüm de kısa versiyonlarıyla izlenebilir.

        14-Atilla Marcel (2013): İki yaşında annesini ve babasını kaybettikten sonra sessizlik yemini eden Paul’ün izinde neşeli, heyecanlı ve rengarenk bir serüven. Yeni milenyuma damga vuran animasyon başyapıtı “Belleville’de Randevu”nun müsebbibi Sylvain Chomet, bu kez kurmaca bir filmle karşımızda. Elbette Marjane Satrapi-Vincent Parannoud’dan sonra burada da ‘deneyimleyerek çözülmesi gereken bir durum’ var. “Atilla Marcel” için yapılan yorumlarda Jacques Tati, Buster Keaton ve Wes Anderson’ın isimleri fazlaca geçiyor.

        15-Tutsak (Prisoners) (2013): Minnesota soğuğunun, kışının vurduğu, mikro-toplum portresini özenlice çıkaran bir suç draması. “Tutsak”, çocuk kaçırma mizanseninin izinde adalet arayışı, şiddet olgusu, vicdan sorgusu, parçalanmış aileler gibi kavramları inceliyor. Kimsenin masum olmadığı bir toplumun atardamarlarında saklanan suçlara, “Fargo” ve “Başka Bir Dünyada” ile akraba bir yüzeyden bakıyor.

        16-Medealar (Medeas) (2013): Andrea Pallaoro imzalı eser, beş çocuklu bir ailenin bireylerinin birbirinden kopuşunu ele alıyor. Sinemaskop formatında mükemmeliyetçi pastoral görüntülerle yürüyen bir umutsuzluk ve iletişimsizlik portresi planlıyor. Ufak bir not olarak filmde 10 yıl önce ilk filmiyle ‘En İyi Kadın Oyuncu’ Oscar’ına aday olan Kolombiyalı oyuncu Catalina Sandino Moreno’nun da rol aldığını ekleyelim.

        17-Eylül (September) (2013): Komşuluk ilişkilerinin mahremiyetle, röntgenle imtihanı üzerine kafa yorarken, yalnızlığı ve vefat eden bir köpeğin gömülmesini merkezine yerleştiren bir eser… Yunan filmi “Eylül”, bitap düşmüş aile kurumunun arasına yabancı bir bireyin sızmasıyla değişebilecek dengeleri gözler önüne seriyor. Bu damardan ise “Köpekdişi” ile akraba, ayrıksı açılarla örülü bir sinemasal malzeme buluyor.

        18-Scola Fellini’yi Anlatıyor (Che Strano Chiamarsi Federico / How Strange to Be Named Fellini) (2013): Ettore Scola, Federico Fellini’nin hayatını anlatırken kulak kesilmemeyi becerebilecek bir sinefil var mıdır? “Scola Fellini’yi Anlatıyor”, bu duygularla İtalyan modern sinemasında iki ustalı ve bol detaylı bir yolculuğa davet ediyor bizleri. 16 yaşında tanıdığı, 1993’te vefat eden büyüğü ve dostu Fellini ile şimdilerde 83’üne gelen Scola’nın iletişimi nasıldı? Bunu görerek anlamakta fayda var.

        19-Tatlı Biber Diyarım (My Sweet Pepper Land) (2013): Kürt Baran (Korkmaz Arslan), Saddam Hüseyin’in düşmesini takiben Türkiye-İran sınırında bir köyde şerifliğe başlar. Ancak kaçakçılarla ve suçlularla baş etmek sandığı kadar kolay olmayacaktır. “Votka Limon” (2003), “Sous Les Toits de Paris” (2007) gibi farklı dillerdeki başarılı filmleriyle bilinen Irak doğumlu Kürt yönetmen Hiner Saleem, bu kez özüne dönüp bir ‘Ortadoğu westerni’ne imza atıyor.

        20-Ida (2013): Genelde İngiltere’de çalışan Polonyalı sinemacı Pawel Pawlikowski, ilk Lehçe filminde ülkesinin tarihinden Yahudi bir rahibenin dramına bakıyor. Çıraklık döneminde Yahudi olduğunu öğrenen bir kadının 1960’larda yaşadığı soru işaretleri, hem aile sırlarını hem de ülkenin geçmişindeki yaraları açığa çıkarıyor. “Ida”, siyah-beyaz sinematografinin o zamanki nimetlerinden yararlanarak, tam ekran formatında perdeye yansıyor. Feminist sinema, rahibelik ve Nazi Almanya’sı üzerine çokça okuma barındırıyor.

        21-Club Sandwich (2013): Bir tatil belgesinde ergenlerin neşeli kaçamaklarına bakış atan, naif ve anlamlı bir eser… Festival izleyicisinin aşina olduğu Meksikalı Fernando Eimbcke, “Ördek Mevsimi” ve “Tahoe Golü”nün ardından bir kez daha reji becerisini sınama şansı tanıyor bizlere.

        22-Elyazmaları Yanmaz (Dast-Neveshtehaa Nemissosand / Manuscripts Don’t Burn) (2013): İran’daki sansürü birebir yaşayıp kefaretle serbest bırakılan ve hala film çekmesi yasak olan Muhammad Rasoulof, “Elyazmaları Yanmaz”da teokratik düzenin fikir özgürlüğünü yasaklama vukuatlarından birine bakıyor. 1995’te otoriter rejimin 21 yazar ve gazeteciye planladığı suikastı ele alıyor. Filmde siyasi tutuklu konumuna düşen yazar Kasra’nın anılarını gizlice kaleme alması resmediliyor. Yani gerçek bir ‘baskıcı rejimle devre dışı bırakılma’ öyküsü canlanıyor.

        23-Göldeki Yabancı (L’Inconnu du Lac / Stranger by the Lake) (2013): Yılın en tartışmalı ve iddialı filmlerinden… Eşcinsel sinemada cinsellik ve çıplaklık konusunda tabuları zorlamasıyla akıllara durgun veren bir Alain Guiraudie yapıtı… “Göldeki Yabancı”, çıplaklar plajından çıkardığı, ıssızlık yüklenen Hitchcockyen gerilimle ve saf minimalizm depolayan Bruno Dumont ruhuyla çok konuşulacak…

        24-İnce Buz, Kara Kömür (Bai Ri Ya Huo / Black Coal, Thin Ice) (2013): Geçmişte ortaklık yapmış iki polisin, çözemedikleri cinayetlerin tekrar etmesiyle mesleğe geri dönmelerinin öyküsü… Şubat’ta Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı zaferi ile dönen eser, Çin sinemasının minimalist geleneğinden ve ekonomik yapısından beslenen ‘dingin bir kara film’ sözü veriyor.

        25-Bergman’ın Evinde (Trespassing Bergman) (2013): 2007’de vefat eden Ingmar Bergman’ın anısına daha önce belgeseller üretildi. Ama hiçbiri buradaki gibi Michael Haneke’den Martin Scorsese’ye, Wes Anderson’dan Ang Lee’ye uzanan uzun bir yönetmen listesinin ‘üstadın filmleri’ ile ilgili yorumlarını içermedi. Bergman’ın evindeki VHS arşivini keşfe çıkan meslektaşları ve takipçileri, ilginç detaylarla örülü bu ‘sinemaya aşık’ belgeselin ana damarını oluşturuyor.

        DENENEBİLECEK 10 İLK FİLM

        1-Kız Kardeşler (La Nina Quispe / The Quispe Girls) (2013): 1974 Şili’sinde Pinochet’nin dikta rejiminin emekleme döneminde dağlarda çobanlık yapan üç kız kardeş… Yapımcılık koltuğunda “Tony Manero”, “Morg Görevlisi” gibi filmleriyle tanıdığımız Pablo Larrain var… “Kız Kardeşler”, yükselen Şili sinemasının siyasi arka planı unutmadan verdiği işlerin bir yenisi.

        2-Film Eleştirmeni (El Critico / The Critic) (2013): Sinemadan ümidi kesmiş, bütün filmleri ‘klişe’ ve ‘birbirinin tekrarı’ olarak gören bir film eleştirmeni… Elbette fazlasıyla tanıdık bir konu… Hernán Guerschuny, burada umutsuzluğa kapılmış Arjantinli bir eleştirmenin aşkı bulmasını ele alıyor. Fazla kişisel gelebilir. Ama sinema dünyasına bu tarafından da bakmakta fayda var!

        3-Karabasan (The Babadook) (2014): Masal kitabı canavarı ‘Babadook’un öyküsü, Jennifer Kent adına ‘korku sineması için yeni bir soluk’ yakıştırmasını devreye soktu. “Karabasan”, karanlık korkusu, kabus ve karabasan kavramları üzerinden bir arayışın peşine düşüyor.

        4-Trans X İstanbul (2014): Türkiye’de trans olmak gözüktüğünden daha zor. Maria Binder de bu eserinde trans kadın Ebru K.’nın gözünden bu meseleyi araştırıyor. LGBT bireylerin gidebileceği bir huzurevinin açılmasından Gezi Parkı’nda yaşananlara uzanan bir ‘günümüz Türkiye’sinde öteki olmak’ portresi çiziyor.

        5-Kurt Kapıda (O Lobo Atras da Porta / Wolf at the Door): Bir çocuk kaçırılma olayının arkasında yatanlara ve devamında olabileceklere odaklanan, suç ile dolu bir eser. Fernando Coimbra’nın ilk sinema deneyimi, mutlu bir ailenin sırlarını açığa çıkarırken, bunu derinlemesine yapıyor. Ahlak, sadakat gibi kavramları inceliyor.

        6-Her Şey Olacağına Varır (Las Cosas Como Son / Things the Way They Are): Zamane Şili sinemasının olağandışı sıfatını gözden geçirirken, Fernando Lavanderos ismini de ‘samimiyet’le yedinci sanata kazandıran bir eser. “Her Şey Olacağına Varır”, soyut, köksüz ve üç bireyli bir ‘anti-aile’ portresine ilgisizlik, röntgencilik, suç ve cinsellik üzerinden yaklaşma becerisiyle anılmak istiyor. Peki ama fakir ülke portresinin göbeğinde pansiyon işletmecisi Jeronimo, sarışın Norveçli Sanna ile gettolardan kopup gelen bir çocuk nasıl bir noktada birleşebilir?

        7-Körlük (Blind) (2013): Görme yetisini kaybeden bir kadın yazarın dünyasını nasıl hayal edersiniz? “Tekrar” ve “Oslo, Ağustos 31”in senaristi Eskil Vogt, “Körlük”te bu sorunun cevabını arıyor.

        8-Sessizlerin Sesi (La Voz de Los Silenciados / The Voice of the Voiceless) (2013): Guatemala’da yaşayan duyma engelli Olga’nın ABD’ye göç edip ‘düşler ülkesi’ni tatma çabası… “Sessizlerin Sesi”, bu duruma ruh haline uygun sessiz bir anlatı ve siyah-beyaz ile renkli formatlar arasında gidip gelen bir görsellikle bakıyor. Film, deneycilik ve bağımsız ruh arayanlara ilaç gibi gelecektir.

        9-Japon Köpeği Câinele Japonez / The Japanese Dog): Bir baba-oğul hikayesini merceğine alıp bu etkileşimden naiflik ve hüzün çıkaran bir Orta Avrupa portresi… Tudor Christian Jurgiu, ekonomik sorunları samimiyetle kavrıyor burada. “Japon Köpeği”, San Sebastian, Selanik, Varşova gibi festivallerde gösterilmiş, Romen sinemasının çıkışta olmasıyla önemsenebilecek bir film.

        10-Dünyada 20.000 Gün (20.000 Days on Earth) (2014): On parmağında on marifet olan ikonlaşmış bir müzisyenin yaşamını anlatmak kolay değildir. Belgesel çıkışlı Iain Forsyth-Jane Pollard ikilisi, dünyada 20000. gününe giren Nick Cave’i 24 saatlik bir zaman dilimine sıkıştırıyor. Başrolde de Cave’in ta kendisi var.

        10 KLASİK FİLM:

        1-Kızıl ve Beyaz (Csillagosok, Katonak / The Red and The White) (1967): Rus İç Savaşı’nda, çarın Beyaz Ordu’su ile komünist Kızıl Ordu’nun Volga Nehri’ndeki karşılaşmasını ele alırken ‘fark’ını belli eden bir eser... Savaşa Macar birliklerinin tarafından bakan “Kızıl ve Beyaz”, çekildiği zaman Sovyetler Birliği’nde tepki görüp yasaklanmıştı. Ama kaydırmalı uzun planların ve plan sekansların erbabı, çayır ozanı Miklós Jancsó’nun yapıtı, aslında minimalist sinemanın en önemli klasiklerinden biridir. Aynı zamanda ‘Macar sineması’ için de bir ‘el kitabı’ olarak yorumlanabilir.

        2-Claire Dolan (1998): Modern bir hayat kadının, bir telekızın, ‘minimalist’ öğelerle sarılı ve hafif gerilimli kimlik arayışı… Lodge Kerrigan’ın Chantal Akerman ve Michelangelo Antonioni etkili eseri, konusunda ilk akla gelen filmlerdendir. 2002’de henüz 41 yaşındayken kaybettiğimiz Katrin Cartlidge’in de en dikkat çekici performansını içermiştir.

        3-Jambon Jambon (Jamón, Jamón) (1992): İspanyol sinemasının erotizmle ilişkisini en iyi anlatan eserlerden “Jambon Jambon”, Bigas Luna’nın anısına gösteriliyor. Küçük bir İspanyol kasabasında geçen eser, cinsel arayışın, tutkunun ve şehvetin, ‘telenovela’ (pembe dizi) ruhuyla imtihanı kıvamında... Aynı zamanda 2010’da evlenen Penélope Cruz ile Javier Bardem’in 20’li yaşlarında ilk kez bir araya geldiği ve ilişkiye girdiği film olmasıyla değerli.

        4-Kaos (1984): Luigi Pirandello’nun dört hikayesine el atan Taviani Kardeşler, burada insanoğlunun portresini belirgin parçalar üzerinden çıkarmıştır. “Kaos”, birçok kişiye göre ikilinin en iyi filmi.

        5-Aleksei German filmleri: Filmleri ancak Glasnost sonrası sansürden kurtulabilen, Tarkovsky’e göre Rusya’nın en iyi üçüncü yönetmeni… Aleksei German, 1968-2013 arasına sıkıştırdığı altı filmiyle seyirciyle buluşacak. Miras filmi “Tanrı Olmak Zor İş”in yanına eklenen “Yedinci Uydu” (1968), “Kahraman Mı, Hain Mi?” (1971), “Savaşsız Yirmi Gün” (1977), “Arkadaşım Ivan Lapşin” (1984) ve “Hrustalyov, Arabamı Getir” (1998), baskıdan ve sansürden yılmayan bir ‘auteur’ü tanımamızı sağlayacak. Bu seçki, bugüne değin çoğunluğu uluslararası platformda keşfedilmemiş bu eserleri keşfetmek ve sinema kitaplarında adı geçmeyen German’ı tanımak için müthiş bir fırsat!

        6-Bugün Aslında Dündü (Groundhog Day) (1993): İçinde bulunduğu günü birkaç kez yaşayan bir adamın Capraesk dönüşümü sanki… Harold Ramis-Bill Murray ikilisi burada aşk ve hava durumu spikerliği üzerinden sinemanın mutlu etmekten zevk duyan yapıtlarından birini çıkarmıştı. Bu filmi başyapıt olarak kucaklayanlar da, keyifli bir seyirlik yerine koyanlar da vardı.

        7-Dehşetin Bedeli (Sorcerer) (1977): Henri Georges-Clouzot’nun 1953’te çektiği “Dehşet Yolcuları”nın yeniden çevrimi olan “Dehşetin Bedeli”, Nikaragua’da özel bir operasyonda bulunan dört uluslararası suçluyu gözlemliyor. Bu aksiyon ve macera yüklü gerilim, “Kanunun Kuvveti”, “Şeytan”, “Devriye” gibi önemli eserlerle bilinen William Friedkin imzalı… Filmin 2013’te Venedik Film Festivali’nde görücüye çıkan, Nisan sonunda ise ABD’de Blu-ray formatında piyasaya sürülecek dijital kopyası, festival kapsamında izlenebilir.

        8-Baal (1969): Bertolt Brecht’in 20 yaşında yazdığı ilk oyunu, sinema uyarlamalarına malzeme olmuştur. Ancak, aynen 1969 tarihli “Baal” gibi, bunların hiçbiri TV ekranının ötesine geçemedi. Anarşist şair Baal’ın hikayesi, sanki başroldeki Fassbinder’in asi, cinsel ahlakı umursamayan ve sefahat içindeki dünyasından bir parça sunmuştur. Yeni Alman Sineması’na mensup Schlondörff da bu gerçekliğin üzerine gitmiştir. Ama o zamanlar filmi TV’de izleyen Brecht’in dul eşi, karakterin altının doldurulmadığını ve yanlış yansıtıldığını düşünerek “Baal”ın bir daha gösterilmesine izin vermemiştir.

        9-Arabistanlı Lawrence (Lawrence of Arabia) (1962): David Lean’in önemli ‘tarihi-epik’ ürünü, 1. Dünya Savaşı esnasında Arapların Türklere karşı direnişini ‘Batıcı’ bir ‘casusluk hikayesi’ yoluyla anlatmıştır. Aralık’ta vefat etmesiyle ‘Anılarına’ bölümüne konu olan Peter O’Toole’un can verdiği Thomas Edward Lawrence, zalim ve sadist bir İngiliz kahramanıdır. Yedi Oscar’lı “Arabistanlı Lawrence”, söylem tartışmalarına karşın iyi çekilmiş savaş sahneleriyle her daim bir popüler sinema ihtişamı aşılamıştır.

        10-Bir Masumiyet Anı (Nun Va Goldoon / A Moment of Innocence) (1996): 80’lerden bu yana film çeken deneyimli Mohsen Makmalbaf, 70’lerde şah karşıtı bir gösteride yaraladığı polisi aramasını ‘belgesel’ öğeleriyle sinemalaştırmıştı burada. Locarno Film Festivali’nde ödül alan “Bir Masumiyet Anı”, İran’da rejimlerin insan hayatına yaptıkları üzerine yarı otobiyografik bir belge niteliğinde. Aynı zamanda bizim Gezi direnişiyle de akrabalıklar bulunduruyor.

        5 YERLİ FİLM:

        1-Mayıs Sıkıntısı (1999): 90’larda yükselen minimalist sinemada, Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Taşra Üçlemesi’ önemli bir yer tutmuştur. Bu üçlemenin ikinci ayağı ya da başyapıtı “Mayıs Sıkıntısı” da bir geleneğin doğuşuna dikkat çeker. Geriye dönüp her yeniden inceleyişimizde filmin sabit kamera minimalizmi konusunda özenli, sorunsuz ve detaycı bir estetikle doğayı ve sinemayı kutsadığı görülebilir.

        2-Bir Tuğra Kaftancıoğlu Filmi (2003): 2000’lerin gömülü hazinelerinden biri olarak kalacak, Emre Akay-Hasan Yalaz imzalı bir sıra dışılık örneği… Sadist bir yönetmen, film çekim aşaması, cinema vérité eğilimi ve dijital kamerayı müthiş bir bağımsız ruhla kavrayan, sinema dünyasında doyurucu bir yolculuk…

        3-Muhsin Bey (1987): Yenilenmiş kopyasıyla Yavuz Turgul’un rüştünü ispatlamış klasiğini izlemeyi kim istemez? Festival bu fırsatı tanımışken Şener Şen ile Uğur Yücel’in arasına sızmak elbette bir kez daha mümkün! “Muhsin Bey”, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV Merkezi ve Groupama işbirliğiyle dijital kopyasından izlenebilecek.

        4-Korkuyorum Anne (2004): Sinemamızın aile kavramına en özgün bakışı, Jiri Menzel’le veya Doğu Avrupa sinemasının geçmişiyle ilişkilendirilebilir. Ama Reha Erdem burada sinema tarihimize bambaşka bir model armağan etmiştir. “Korkuyorum Anne”, aynı zamanda Köksal Engür, Ali Düşenkalkar, Şenay Gürler, Bülent Emin Yarar, Işıl Yücesoy gibi yetenekleri oyuncuların sektörde yolunu açmasıyla da değerlidir.

        5-Otobüs (1976): Tunç Okan’ın yasaklanan filmi Türk insanının yabancı topraklardaki duruşuna inanılmaz bir melankoliyle yaklaşır. Bu da karşımıza ‘otobüs’ün içinden alegorik bir ülke manzarası çıkarmıştır. Stockholm meydanına bırakılan dokuz Türk işçisinin içine düştüğü hazin durum halen akıllardan çıkmaz.

        Diğer Yazılar