Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        11 TEMMUZ FİLMLERİ

        “Maymunlar Cehennemi: Başlangıç”, sadece birkaç sahnesiyle dikkat çekerken, biraz fazla çocuksu ve zamanını yakalayamayan bir ‘yeniden başlangıç’ olmuştu. Ama ‘Maymunlar Cehennemi’ efsanesinin 2000’ler marka yeni sürümü esasen “Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti” ile start alıyor. Kasvetli, melankolik ve puslu ‘kıyamet arifesi’ portresi ‘maymun istilası/katil maymun filmi’ üzerinden canlanıp ruhumuzu karartıyor. A sınıf görsel efektlerin ve zeki bir yönetmenin katkısıyla ‘konuşan maymun’ tanımının ‘öteki’ olarak güncelliği sorgulanıyor.

        Bir klasiğin etinden sütünden faydalanmak sinemanın çokça yaptığı bir şeydir. Özellikle de üzerinden zaman geçtiğinde böylesi bir hamlede bulunmak, karşımıza dönemin alışkanlıklarına paralel olarak keyifli film süreçleri çıkarır. Bilimkurgu sinemasında ‘Terminatör’ (‘The Terminator’) bu konuda darbe yemeye ya da ufkunu genişletmeye en fazla açık filmdir. Ama türün ikinci altın çağını yaşadığı şu günlerde, bu eğilimlere yenilerinin eklenmesi de şaşırtıcı değil.

        ‘TERMİNATÖR’ KADAR ESNEK Mİ?

        Sinema tarihini dolaşınca karşılaştığımız sayısız bilimkurgu klasiği, birer devam filmi, yeniden çevrim ürettiği gibi başlı başına ‘reboot’ (yeni sürüm) açılımlarına da sahne olabiliyor. ‘Terminatör’, ilk üç filmde zaman yolculuğu şeması ışığında ilerledikten sonra 2009 tarihli ön bölüm ile buna beklenen kıyamet sonrası bilimkurgu filmi noktasını koymuştu. “Maymunlar Cehennemi” (“Planet of the Apes”, 1968), zeki finaliyle göz alıcı bir kıyamet sonrası bilimkurgu filmi iken, 70’lerde dört perde seri üretimi, 14 bölümlük TV dizisi ve 13 bölümlük animasyon dizisi ile taçlandırıldı.

        Ancak 2001 tarihli yeniden çevrim haricinde 40 senedir nadasa bırakıldı. Zira ‘maymun-insan’ kırması üstün ırk tanımının ya da bu iki ırkın çekişmesinin yerini artık robot, internet, bilgisayar, yapay zeka gibi teknolojik gelişmeler alıyordu. Bunun ışığında da aslında güncel olaylarla haşır neşir olmak kolaylaştı. 80’lerin bilimkurgu klasikleri yerli yerinde dururken, Rick Jaffa-Amanda Silver ikilisi elini edebiyatçı Pierre Boule’ün 1963’de yazdığı romana attı. Yönetimin konuşabilen, evrimleşmiş maymunlara geçtiği Franklin J. Shaffner imzalı 1968 tarihli bilimkurgu başyapıtı, o kadar melankoli, paranoya ve gerilim yüklüydü ki onun bu duygusu yakalamak kolay olmadı. Dış tehditlerden köleliğe uzanan Amerikan toplumunun ‘öteki’ ile ilişkisinin dönemlerine bakışıyla da incelemeye açıktı.

        2011 TARİHLİ ESERDE EN FAZLA 20 DAKİKALIK MALZEME VAR

        Zaten burada da ortaya çıktığı üzere artık ‘dijital kamera’ kayıtlarıyla tamamen günümüzde geçen, kitaptan bağımsız bir yeni sürüm yaratma çabası var. Humanoid maymun Cornelius’un kontrolündeki dünyanın 1972 ve 1973’de ucu Caesar’a uzanan iki ön bölümünü izlemiştik. Bu kez ise bu konuda hafif esnemelerle bir başka seri ürüyor. Aslında bu, her açıdan incelemeye açık.

        Bana kalırsa “Maymunlar Cehennemi: Başlangıç” (“Rise of the Planet of the Apes”), takvimlerin 2011’i gösterdiğini bilmeden hareket eden bir eserdi. “The Ape”vari (2005), 30’ların bilimkurgu aygıtlarından beslenen bir bilim adamı-maymun ilişkisini bilimsel deney filmi şablonuyla işliyordu. Seri adına, zorla 105 dakikayla çekiştirilmiş gerçek bir ‘duraklama filmi’ idi. Yine final bölümündeki görkemli sahnelerle iz bıraktı. Geriye kalacak en fazla 20 dakikalık malzeme içeriyordu.

        ‘KING KONG’ SONRASI ÜREMESİ GEREKEN ‘YARATIĞIN DÖNÜŞÜ’ MÜ?

        Burada ise Rupert Wyatt’ın beceriksizliğini de bertaraf eden ve Serkis dışındaki maymunların yapaylığını, çocuksuluğunu bertaraf eden bir Matt Reeves görüyoruz. Artık meselenin bir ‘hayvan istilası/katil hayvan filmi’ şablonuna yanaştığını bilen bir film izliyoruz. Yeni sürümün de büyük oranda kökeni bu ‘korku’ uyruklu şablona kayacak gibi. “King Kong” (1933) sonrasında üremesi gerekirken, efekt teknolojisi sebebiyle gerçekleşemeyen bir “Yaratığın Dönüşü” (“Aliens”, 1986) temsili canlanacak. Peki maymun adamlığa, tehlikeli maymunlara ‘tekillik’ yüklerken fazla iz bırakmayan sinema tarihi buradan feyz alır mı? Bilinmez.

        Ama en azından Cameron’ın uzaylı yaratıkların üremesini hızlandırdığı yaklaşım ya da 70’li 80’li yılların ‘katil hayvan filmleri’nin tehditkar ve efekt teknolojisine bel bağlayan kuralları canlanıyor. Ormanda kendi krallığını ilan eden maymunlar, zekisinden ilkeline kadar bir çırpıda önümüze diziliyor. Yer yer kendi kendilerine söylenip “One Million Years B.C.”nin (1966) konuşmasız ‘milat öncesi diyar’ temsilini akla getiriyorlar.

        KATİL HAYVAN İSTİLASI GEÇERLİ Mİ?

        Reeves, özellikle kapalı, yağmurlu havalarda çalışarak ‘maymun evrimi’ virüsüne kasvetli bir atmosferi uygun bulmuş. Üç boyuta karşın 1.85:1’de bu karamsar durum, bizi etkisi altına alıyor. Ceasar’ın göz çok yakın planıyla başlayan film, gereken noktada tamamlanıyor. Gökyüzü puslu ve kapalı kullanılırken ‘yağmur öncesi hazırlık’ın öne çıkması, tropik, doğal dengesi değişmiş bir dünyaya doğru kayıyor. Yönetmenin çatışmanın orta yerinde kendini tankın içine atan maymunu izleyerek, kamerayı onun yanına koyup seyirciyi uyardığı sekanstaki ‘zeka’sı ise akıllardan çıkmıyor…

        Katil hayvan istilası filmlerinde 70’lerin demode efektleri kadar ‘kitsch’ (bayağılık estetiği) duran bir teknoloji yok. ‘Tek’ olarak beliren ve genelde ebadı, türü değişen ‘maymun’ tanımı böylece, yılan, örümcek gibileriyle bağ kuruyor. Gollum’un arkasındaki Serkis eşliğinde hareket yakalama teknolojisi bir ‘Yüzüklerin Efendisi’ (‘The Lord of the Rings’) kıyafeti giyiyor. Çok yakın plandan başlayan ‘tehdit’ etkili oluyor. Ama bu şablonun yan tarafları biraz yapıştırma, B sınıf veya video filmi kokuyor. Jason Clarke ve Keri Russell’ın ‘denge’ unsuru olma, barışçılığı pohpohlama adına, biraz yaşlı insanoğlunu temsil ederken, fazla şekilci durması gözlerden kaçmıyor. ‘Jurassic Park’ın arkeolog tiplerinin yapay temsili olarak canlanmalarını idrak edemiyoruz. Kontrolden çıkan dinozorlar ile zeka yüklenen maymunların karşılaştırıldığını hissediyoruz.

        HER IRKTA BİR ÇATLAK SES ÇIKAR

        Hedef saf bir insan-maymun çekişmesi değil. Üstün ırk olmaya doğru giden maymunların dünyayı kontrol etme potansiyeli devreye giriyor. Buna karşın dikkatsiz, başına buyruk insanoğlunun ‘bilim’le oynarken yaptığı, evrim teorisine ters gelen eylemler eleştirilmiyor. Aksine her ırkta, her 100 kişi toplandığında, bir ordu tanımı, bir iktidar çatışması, bir çatlak ses çıkar demeye getiriyor film. Caesar ile diğer maymunların düellosu da bunu anlatıyor. Bunun ne gereği var? dedirtirken aslında günümüz kapitalizmine, zalim politikalarına biraz fazla teğet geçildiği gözüküyor.

        “Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti”, yeni serinin esas başlangıcı olarak değerli. Ancak kasvetli orman yaşayışını alt türsel, korkusal öğelerle doldururken Hollywood seyircisini unutmuyor. Araya denge unsuru insanlarla dostane bağlantılar kurmayı ihmal etmeyerek, Spielberg’in yer yer yaptığı ‘özdeşleştirme’ taktiğiyle Amerikan halkını kalbinden yakalama algısını canlandırıyor. ‘Saklı bir tutuculuk’ bu sayede beliriyor. 130 dakika eksenine girerken Matt Reeves’in becerisiyle güncellenen, belki 30 dakikasında dengesini, ulaşım gücünü kaybeden bir film izliyoruz.

        Bu ön bölüm yaratımı kurcaladıkça anlamlar yüklenebilecek, koyu renkler ile mat renklerin bileşiminde içimizi ‘melankoli’ yükleyecek potansiyele sahip. İlk filmin ‘çocuk/aile filmi’ havasından kurtulma adına da değerli. Ama eksiklerini de unutmadan 2016 tarihli yapıtı beklemeliyiz. Böylece üçleme ile 1968 tarihli klasiğin arasındaki bağı daha sağlıklı kurabiliriz.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Maymunlar Cehennemi: Şafak Vakti (Dawn of the Planet of the Apes)

        Yönetmen: Matt Reeves

        Oyuncular: Andy Serkis, Jason Clarke, Keri Russell, Gary Oldman, Judy Greer, Kodi Smit-McPhee

        Süre: 130 dk.

        Yapım yılı: 2014

        BİR NEVİ FRANSIZ ‘KISA TESADÜFLER’

        Orta yaşlı iki bireyin tutkulu aşkını ele alan “İlk Görüşte Aşk”, birbirine kapılmanın ‘akılda kalan anlar’la olabileceğini vurguluyor. “Kısa Tesadüfler”in modelinin üzerine “Amélie”nin masalsılığını ve Fransa’nın özgür ilişki ezberini serpiştirip rengarenk bir aşk filmine dönüşüyor. 81 dakikayı su gibi geçiren becerikli kurgusu, 80’ler ruhunu solumamızı sağlayan sinematografisi ve haddinde süresiyle içine alıyor.

        Aşk filmlerinin çeşitli kuralları vardır. Bu konuda becerikli olmak ise en azından perdeye bağlılık getirir. “Ne Kadar Güzelsin” (“Comme T’y Es Belle!”, 2006) ve “Lol”ün (2008) yönetmeni Lisa Azuelos, burada görüntü yönetmeni ve kurgucusunun katkısıyla içinde bulunduğumuz dünyadan kopup bambaşka bir dünyaya açılmamızı istiyor.

        AŞK ANLIK OLABİLİR Mİ?

        Gece kulübünde buluşup gecelik ilişki yaşayan, evli ve çocuklu iki bireyin peşine takılıyor. “Kısa Tesadüfler” (“Brief Encounter”, 1945) misali, kısa buluşmalarla canlanan, ‘anlık aşk’ın, ‘aşk kesitleri’nin tanımını arıyor. Güzelliğini, evliliğe, uzun vadeli ilişkiye göre heyecanını sorguluyor. Marceau ile Cluzet’nin katkılarıyla da bu samimiyet yüklenen deneme, bir kitap yazma aşamasının içyüzünü hiçbir şekilde ‘yapay’ durmadan aktarıyor.

        Biçeme önem veren kurgucu Stan Collet, kendini öne çıkarıp montaj sekanslarla, paralel kurguyla tempoyu yükseltirken, son sekanstaki ekran bölme tercihiyle de göz kamaştırıyor. Sanki rengarenk dünya, hayallerle, serbest hikaye kurgusu oynamalarıyla nefes alır hale geliyor. “Ölüm Korkusu”ndaki (“Vertigo”, 1958) kameranın 360 derece dönmesi tekniği de anlam ve renk kazanıyor. Bu cümbüşü yönetmek, ‘neden olmasın!’ diyen Azuelos’a düşüyor.

        İNGİLİZCE SOUNDTRACK ETKİLEYECEK

        Fransız sinemasındaki ‘ilişki’ gerçeğinden yola çıksa da ‘masalsı’ bir dokuyu “Kısa Tesadüfler” modeline getiren, tesadüfi aşkı arayan bir iş bu. Tesadüfleri de bu bağlamda fazlaca hakim kılıyor. “Tesadüfler” (“Serendipity”, 2001) omurgasının ciddi versiyonuna dönüşüyor.

        Sanki Coward’ın David Lean’den aldığı, klasik, orta yaş grubuna uygun bir “Amélie” (“Le Fabuleux Destin d’Amélie Poulain”, 2001) dokunuşu yükleniyor. 81 dakikalık haddinde süre de bu ruha destek veriyor. Sinemaskopta görüntü yönetmeninin, parlaklıktan beslenen boyama esasları, büyük oranda doyuruyor. 80’lerin parti kültüründen beslenirken, 70’lerden 90’lardan zıplayan İngilizce soundtrack ise içimizi aşkla kaplıyor. Şüphesiz yönetmen “Ne Kadar Güzelsin”de sıkıcı Fransız sinemasına kapılan benliğinden, belki 2012’de ticari Amerikan filmi çekmesiyle sıyrılmış. Yönetmenliği öğrenmiş. “İlk Görüşte Aşk”ta da bunun meyvesini yiyor.

        FİLMİN NOTU: 5.4

        Künye:

        İlk Görüşte Aşk (Une Rencontre)

        Yönetmen: Lisa Azuelos

        Oyuncular: Sophie Marceau, François Cluzet, Lisa Azuelos, Alexander Astier

        Süre: 85 dk.

        Yapım yılı: 2014

        ‘KAZANMA SANATI’, ‘MİLYONER’LE BULUŞUYOR

        “Yetenek Avcısı”, 2008’de yaşanan gerçek bir olaya, daha önce beyzbol topu görmeyen iki genç Hintlinin kazandıkları yarışmayla majör bir beyzbol takımına önerilmesine odaklanıyor. Jon Hamm’in canlandırdığı varlıklı spor menajeri ve yetenek avcısı J.B. Bernstein’in izinde “Kazanma Sanatı” ile “Milyoner”i buluşturan bir yapının sözünü veriyor. Başrol performansından darbe yiyen film, çiğ kültür farkları komedisi numaralarına ve beylik mesajlarına karşın ‘fırsatlar ülkesi Amerika’ tanımına yaklaşımıyla seyirciyi içine alabiliyor.

        Beyzbol, Amerikan futbolu ve basketbol, Amerikan halkı için bir yaşam kaynağıdır. Genelde de ülkede bunlardan ilk ikisi ‘spor filmi’ üretiminin en üst katmanında yer alır. Hollywood’un ‘nefes alma platformu’na dönüşür. “Hayatın İçinden” (“The Station Agent”, 2003), “Ziyaretçi” (“The Visitor”, 2008) ve “Kazananlar Kulübü” (“Win Win”, 2011) ile bildiğimiz Thomas McCarthy, bu kez bu alana dair bir senaryoyla çıkageliyor.

        YETENEK AVCILIĞINDA ZEKİ OLMAK ŞART

        2008’de girişimci, yetenek avcısı, spor menajeri ve oyuncu gözlemcisi J.B. Bernstein’ın düzenlediği, ‘Milyonluk Kol’ (‘The Million Dollar Arm’) yarışmasının içyüzünü aydınlatıyor. İki genç, çevik ve umutlu Hintlinin, ‘çaylak atıcı’ olarak sektöre girmesiyle yaşanan, yeni bir medeniyet tatma, hayatı görme, dost olma, sınıf atlama ve rakamlardan kurtulma durumu bir ‘arınma’ getiriyor. Jon Hamm’in can verdiği karakter, “Yetenek Avcısı”nın (“Million Dollar Arm”, 2014) merkezine yerleşmiyor.

        Zamanında medyada yer bulmuş gerçek hikayeyi perdeye taşıyan eser, “Milyoner”in (“Slumdog Millionaire”, 2008) başarı öyküsü ile “Kazanma Sanatı”nın (“Moneyball”, 2011) beyzbola felsefi yaklaşımını harmanlıyor. Ancak bunların ikincisindeki Brad Pitt ağırlığına benzer bir karakter oyuncusu bulamıyor. J.B. fazlasıyla yapay ve Hamm’in TV’ye uygun yüzünü olabildiğince geri plana itmek Gillespie’nin ana hedefine dönüşüyor.

        AĞDALI SPOR FİLMİ HAMM’DEN MUSTARİP

        Sinemaskop oranında Hindistan’ın fakir mahalleleri ile Los Angeles’ın zengin bölgesinin arasındaki geçişleri iyi ayarlayan Macar görüntü yönetmeni Gyula Pados, bu irade öyküsünü “Sugar”daki (2008) Dominik Cumhuriyeti’nden kopup gelen yoksul birey kadar ‘gerçekçi’, ‘zorlayıcı’ ve ‘hüzünlü’ kılmıyor. Beylik mesajlarla ağdalı bir spor filmine dönüştürüyor. Hamm’den ziyade iki iyi top atan Hint kriket oyuncusunun öne çıkması filme bir kimlik veriyor.

        “Gerçek Sevgili” (“Lars and the Real Girl”, 2007), “Beden Öğretmeni Bay Woodcock” (“Mr. Woodcock”, 2007), “Korku Gecesi” (“Fright Night”, 2012) gibi eserlerin memur yönetmeni Gillespie, onu arka plana itiyor. Ancak JB’nin yabancılaştığı sevgilisinin neredeyse senaryodan çıkmış kadar olması ‘ev içi ayrışma’ konusunda garip anlar doğuruyor. Yalnızlık bir görsel hamleye değil, bir senaryo problemine dönüşüyor. “Bir Dünya Ki…” (“In a World…”, 2013) ile iyiden iyiye çıkış yapan Lake Bell’in sevgili karakteri, ‘yaşıyor mu?’ dedirtiyor.

        MODERN BİR BEYZBOL FİLMİ OLARAK ANACAĞIZ

        Bu da Hamm’in yapay pis sakallarından karaktere giremeyen saçlarına kadar her tarafıyla sorgulanmasını sağlıyor. 25 milyon dolarlık bütçesine karşın böylesi bir ‘star’ hamlesi yaralıyor filmi. Oscar projesi olarak yol almasını belki de ‘bilinçli’ bir şekilde engelliyor. “Yetenek Avcısı”, artık spor menajerlerinin, oyuncu gözlemcilerinin, yöneticilerin, yetenek avcılarının da spor sektörünün ‘hayata açılan penceresi’nde yer aldığını anlatıyor. Maç sahnelerinin, oyuncu hikayelerinin arka plana itildiği modern alt tür filmlerinden birine işaret ediyor.

        Büyük oranda “Kazanma Sanatı”nın bilgisayar destekli istatistik sistemine geçişine yapılan vurguya benzer bir karakter çıkarıyor. Ama meseleyi kişisel bir kapitalizm sorununa bağlayıp beyzbolla bağı fazlaca koparınca 120 dakikayı aşıyor. Hintlilerin ülkeye adım atmasıyla, kültür farkları komedisine ayrılan ‘bayağı skeçler’in ‘dağdan geldiler’ kıvamında aşağılayıcı bir ırkçılık kokması ise ‘Disney’ ürünü için normal. Modern Amerikan futbolu filmi “Kör Nokta”daki (“The Blind Side”, 2009) ‘duygusal siyahi futbolcu-beyaz üvey anne’ iletişimindeki inandırıcılık, burada kağıt üstündeki Amerikalı-Hint dostluğuna sirayet etmiyor. Her şeye rağmen seyirciyi kucaklayan parçaların getirdiği sürükleyici seyir süreci, defoları hazmederseniz, sinemanın büyüsüne kapılmanızı sağlıyor.

        FİLMİN NOTU: 4.5

        Künye:

        Yetenek Avcısı (Million Dollar Arm)

        Yönetmen: Craig Gillespie

        Oyuncular: Jon Hamm, Aasif Mandvi, Alan Arkin, Suraj Sharma, Bill Paxton

        Süre: 124 dk.

        Yapım yılı: 2014

        GÜNEY KORE FİLMİ GÖRÜNÜMLÜ ÇİN FİLMİ

        Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı zaferiyle dönüp de kendini beğendirmek çok kolay değildir. Açıkçası 2002’den bu yana bu seçimlere itirazlarım var. Bu yılın Berlin galibi “İnce Buz, Kara Kömür” de, Güney Kore Yeni Dalgası’ndan beslenen karakterleri minimalist Çin sinemasının geleneğine sokacak bir yol bulamıyor. Havada kalan eğreti karakterlere, ahenk sorunu çeken dingin mizansenlere ve sahici durmayan ‘melez’ dramatik dönüşlere takılıyor.

        Çin’in çok bilmediğimiz bir yöresinde geçen “İnce Buz, Kara Kömür” (“Bai Rin Yan Huo”, 2014), Diao Yi’nan’ın üçüncü uzun metrajı… Yönetmen, burada bir cinayetin, bir seri katilin yıllara yayılan öyküsünü minimalist karelerle anlatıyor. Adeta ekonomik krizle boğuşan bir Çin atmosferini, tüm sadeliğiyle çıkarıyor. Bu yalınlığın sabit kamera ve pan hareketi dışında bir dayanağı yok.

        ÇİN SİNEMASININ ALTINCI JENERASYONUNUN ÜRÜNÜ

        Bu da 80’lerde bu yana işlev veren ülke sinemasından alışık olduğumuz bir durum. Jia Zhangke’nin “Günahın Dokunuşu” (“Thian Zhu Ding”, 2013) gibi bu film de ‘şiddet’le ilişki kuruyor. Wang Xiaoshuai, Lou Ye ve Zhangke ile anılan altıncı jenerasyon, bir önceki kuşaktan Zhang Yimou ile Chen Kaige’li eserlerin ruhunu tersine çeviriyor. Görsel alışkanlıkta fazla değişim olmazken, kentsel yaşam, asilik, şiddet ve hatta tartışmalı temalar daha ön planda artık…

        Sözgelimi “İnce Buz, Kara Kömür”, sosyal gerçekçi sinema ambalajını kara film içeriğiyle oymaya çalışıyor. Nuri Bilge Ceylan’ın manga uyarlaması “İhtiyar Delikanlı”yı (“Oldeuboi”, 2003) çekmesiyle oluşabilecek uyumsuzluğa, eğretiliğe dikkat kesilmemizi sağlıyor. Zhang Yimou’nun Güne Kore aşırılığına dahil olup, kanla ve erotizmle bağlantı kurmasını akla getiriyor. Bu coğrafyada ve sinemasal ezberde hiç inandırıcı durmayan tuhaf kareler, vahşiliği, zalimliği anlamlandıramıyor. Sanki Vitorio De Sica’nın “Umberto D.”nin (1952) setinden çıkıp “Vahşi Belde”ye (“The Wild Bunch”, 1969) girmesiyle ortaya çıkabilecek başıboşluğu deneyimliyoruz.

        Yönetmen, bazı kareler konusunda hassas. Girizgah ve final sekanslarında kamera kullanımı müthiş. Bu dolgunluk, onun üçüncü filmine imza atmasına ve ‘ayrıksılık’ hedefiyle yola çıkan filmin omurgasına yarıyor. Ancak bunu bütüne yayarken Park Chan-Wook karakterlerinin minimalist bir dünyaya girerken ‘dur!’ uyarısıyla karşılama arzusuyla yanıp tutuşuyoruz.

        FİLMİN NOTU: 4

        Künye:

        İnce Buz, Kara Kömür (Bai Ri Yan Huo / Black Coal, Thin Ice)

        Yönetmen: Diao Yi’nan

        Oyuncular: Fan Liao, Lun Mei Gwei, Xuebing Wang

        Süre: 104 dk.

        Yapım yılı: 2013

        HAFTANIN ÖNE ÇIKAN SEYİRLİĞİ

        ‘Retro’ aşkıyla haşır neşir genç korku yönetmeni Ti West, “Ayin”de 1978’de yaşanan gerçek bir olaya bakıyor. Cennet Cemaati’nde (Eden Parish) komün yaşama tapan, dini tarikatlara inanan ve beyni yıkanan, tüyler ürpertici bir grup insanın arasına sızıyor. Buluntu filmlerin “Gizemli Ada”sı ya da okült korku filmlerinin “Cannibal Holocaust”ı, Amerikan toplumundaki bağnazlığı topa tutarken görüntülerin gerçekliğiyle kanımızı donduruyor.

        O yazı için tıklayın

        FİLMİN NOTU: 6.7

        Künye:

        Ayin (The Sacrament)

        Yönetmen: Ti West

        Oyuncular: Joe Swanberg, AJ Bowen, Gene Jones, Amy Seimetz, Kentucker Audley

        Süre: 98 dk.

        Yapım yılı: 2013

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Aşk, Tutku, Dedikodu (Les Gazelles): 2

        Aşkta Yanlış Yoktur (Right Kind of Wrong): 2.8

        Aynı Yıldızın Altında (The Fault in Our Stars): 3.5

        Azem Cin Karası: 3.5

        Başkanların Hizmetkarı (Lee Daniels’ The Butler): 2

        Cin (Djinn): 1.6

        Düşman (Enemy): 6.8

        Geçmişin İzleri (The Railway Man): 3.9

        Göz (Oculus): 1.9

        Hayatımın En Kötü Gecesi (Walk of Shame): 4.8

        Kan Bağları (Blood Ties): 5.5

        Kardeşim İçin (Out of the Furnace): 6.4

        Karışık Aile (Blended): 5.4

        Kış Uykusu: 4.5

        Locke: 6.5

        Malefiz (Maleficent): 4.2

        Muppets Aranıyor (Muppets Most Wanted): 4

        Ocak Ayının İki Yüzü (The Two Faces of January): 3.5

        Öteki Kadın (The Other Woman): 4

        Öteki (The Double): 9.3

        Panzehir: 6.5

        Paris’te Bir Hafta Sonu (Le Week-End): 5.4

        Pislik (Filth): 4.5

        Seninle Yaşıyorum (How I Live Now): 6

        Sevgilinin Ardından (Lilting): 2

        Son Şans (The Congress): 7.5

        Suç Şehri (Zulu): 4

        Şeker Portakalı (Meu Pé de Laranja Lima / My Sweet Orange Tree): 6.5

        Takip (The Rover): 6.5

        Telekinezi (Dark Touch): 3

        Tom Çiftlikte (Tom a la Ferme / Tom at the Farm): 3.3

        Transformers: Kayıp Çağ (Transformers: Age of Extinction): 5.5

        Uçuş 7500 (7500): 5.5

        X-Men: Geçmiş Günler Gelecek (X-Men: Days of Future Past): 6.8

        Yarının Sınırında (Edge of Tomorrow): 6

        Yeni Başlayanlar için Vahşi Batı (A Million Ways to Die in the West): 2.3

        Yüksek Risk (Starred Up): 4

        Zayıflığın Esareti (Abus de Faiblesse / Abuse of Weakness): 1.6

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar