Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Demokrasi, insanlara gökten zembille inmedi. Batı Avrupa’nın kendine özgü tarihi içinde, çokça mücadelenin sonucunda ortaya çıktı ve hâlâ gelişmekte olan bir kurum olarak varlığını sürdürüyor. Demokrasi kavramının tabanında çok derin bir felsefi ve düşünsel mayalanma bulunmaktadır. Sosyal bilimlerin bulgularından da destek alarak sürekli gelişen demokrasi kavrayışı, aynı zamanda derin ve uzun soluklu bir siyasal mücadelenin ürünü olarak da ortaya çıkmaktadır. Demokrasi kavramını birçok şekilde tanımlamak mümkündür. İnsanın toplumsal yaşamının her anını kuşatan siyasetin bir tarzı olan demokrasinin, durulan yere göre çok sayıda tanımının olması elbette kaçınılmazdır. Bunlardan en basit ve sıradan, bu yüzden de büyük çoğunluğun sadece bunu bilmesine rağmen en eksik olanı, kelimenin etimolojik yapısının da ifade ettiği “halkın yönetimi” biçiminde olanıdır. Daha açık olmak üzere ve bu tanımın eksiklerini biraz gidebilmek için, bu kavramı oluşturan iki unsuru da tanımlamak gerekmektedir. Halk, bir ülkede yaşayan ve o ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olanların tamamını ifade eder. Yani demokrasinin “halkı” uyruk olamaz, mutlaka siyasal rüştünü ispat etmiş ve kazanmış birey-yurttaşlardan meydana geliyor olması gerekir. Demokrasinin varolabilmesi için ilk zorunlu koşul, halkın tümünün siyaset yapma hakkına sahip olmasıdır. Siyaset de sadece seçime odaklı bir konu olmayıp, toplum sorunları üzerinde düşünme, kanaat belirtme ve eylemde bulunma hakkı demektir. Yani demokrasinin ilk koşulu, siyasal toplumun halkın tümünden meydana gelmesidir. Eğer halkın sadece bir bölümünden meydana gelen bir siyasal toplum varsa, bunun sonucunda ortaya çıkan rejimler, despotizm, saltanat, aristokrasi, oligarşi vb gibi adlar alır ve hepsinde bir azınlık, tüm toplum adına karar verir.

        Bu noktaya gelindiğinde dikkat edilmesi gereken önemli nokta, halkın siyasal kararların tümünü birlikte almasının maddi olanaksızlığı nedeniyle hemen hemen bütün demokratik rejimlerin mecburen temsili demokrasiye yönelmiş olmalarıdır. Temsili demokraside, biz temsilcilerimizi seçer ve kararlarımızı onlar aracılığıyla hayata geçiririz. Yani açıkçası, demokraside parlamentodakilerin, başbakan da dahil, kararları, kendi kararları değil, bizim kararlarımız olmalıdır. Çünkü onlar kendi adlarına hareket etmekle yetkili değillerdir, sadece bizim temsilcimiz, delegemizdirler, o kadar.

        Demokrasinin diğer başlangıç bileşeni olan yönetim ise, eğer seçilmiş grubun ve onun “emrindeki” bürokrasinin halkın tümüne emretme, yasak koyma vb yetkisi olarak anlaşılıyorsa, buradan gene otoriter rejimler çıkar. Burada “yönetim”den anlaşılması gereken, insanların değil, ülkenin işlerinin yönetilmesidir. Yani yurttaşların güvenliği, refahı’nı vb sağlamak için alınması gereken tedbirler söz konusudur, yoksa yurttaşların bireysel kararlarına karışmak değil. Demokrasilerde yurttaşlar, kendi kararlarını kendileri verirler, “yöneticiler” bunları belirleme hakkına, neyin doğru neyin yanlış olduğunu söyleme hakkına asla sahip değillerdir. Bu açıdan ülke yönetimi ile apartman yönetimi arasında, sadece nicelik farkı vardır, hiçbir nitelik farkı yoktur.

        Ama demokrasi, tarihsel süreç içinde bu iki başlangıç unsuruna indirgenemeyecek kadar geniş bir kapsam ve içerik kazanmış, bir yönetim biçimi veya rejim olmanın çok ötesine geçerek, bir yaşam tarzı haline gelmiştir. Bu yaşam tarzı, doğumdan içine düşülen etnik, dinsel veya herhangi başka kimlik bağlamındaki cemaatlere değil bireylere öncelik verir. Demokraside herkes kendi kararını kendi verir, kimsenin akıl hocalığına veya tarz dayatmasına ihtiyacı yoktur. Birey-yurttaş, bir grup içinde anonim bir kimlik altında kaybolmayacak kadar kendinin farkındadır. Demokratik yaşam tarzı, imtiyazları reddeder, hakları güvenceye alır ve korur (Anayasayla). Demokrasilerde fikir, ifade, inanç gibi alanlarda suç olmaz, herkes istediğine inanır veya inanmaz, istediğini söyler veya söylemez, taraf olur veya olmaz. Taraf olmayanın bertaraf edildiği veya böyle bir tehdidin olduğu sistemler demokratik değil, otoriter korku rejimleridir.

        Başbakanımızın yurttaşları, “sen kendi işine bak!”, “Sen ne karışıyorsun!” cinsinden son derece “demokratik” azarlamalarına tam alışmak üzereyken, Çevre ve Orman Bakanımız Veysel Eroğlu, Bergama’ya 18 km uzaklıktaki Allianoi antik kentinin, yapılmakta olan Yortanlı barajının suları altında kalacak olmasına itiraz eden ünlü şarkıcımız Tarkan’a, “sen bu işe burnunu sokma” dedi. Bir kere Allianoi antik kalıntıları, dünyanın en önemli arkeolojik hazinelerinden biridir, Bakan yanlış bilgilendirilmiş olduğunu hiç aklına getirmeden sağa sola “ayar verme” hakkını nereden buluyor? Demokratik gelenekten değil herhalde. Öte yandan Tarkan, dünya ölçeğinde çok ünlü biri, ona bile bu yapılırsa, sıradan, unvansız yurttaşlara neler yapılır, elbette “demokraside”.

        Bakanın “burnunu sokma” sözü, meselenin can alıcı noktasını oluşturuyor. Eğer Tarkan veya bir başkası, bir konuda kanaat belirttiğinde, bu, “devlet büyüklerimiz”^tarafından “burnunu sokma” olarak kabul edilir ve bunun karşılığında fırça yerse, o ülkede, yani Türkiye’de iki şey birden söz konusu demektir. İlk olarak bütün söylemlere rağmen demokrasi yoktur, demokrasi için “ileri demokrasi” için uğraşan bir yönetim de yoktur. Çünkü demokrasi, halkın belirli aralıklarla sandığa gidip kral(lar)ını seçmesi değildir. Mal (ülke) onundur, elbette burnunu sokacaktır, eğer sokamıyorsa, o zaman ülkeyi bir azınlık sahiplenmiş ve bizi de kiracı durumuna düşürmüş demektir. Gene bu bağlamda kalmak üzere, seçtiğimiz kişiler bizim işgüderlerimizdir, seçildikleri için bizden daha akıllı ve bilgili sayılmaları abestir. Demokrasilerde “büyüklerimiz bilir” sözü geçerli değildir.

        Söz konusu olan ikinci şey, insanların kanaat belirtmelerinin “yöneticiler” tarafından “işlerine karışılması” olarak algılanmasıdır. İş sadece onların işi değil, aynı zamanda bizim de işimizdir. Demokrasi, bir uzmanlık, bir teknokratlar yönetimi değildir, ülke yönetimi fabrika yönetimi değildir. Tıp mezunu olmayan biri nasıl sağlık bakanı, mühendislik mezunu olmayan biri nasıl ulaştırma bakanı olabiliyorsa, simitçi, çaycı, berber, şarkıcı, ev kadını, taksi şoförü vb de en azından bir profesör kadar Allianoi konusunda kanaat belirtebilir.

        Kanaatlerin serbestçe belirtilmesine ve insanların doğru bildikleri şeyler için mücadele etmelerine olanak verilmiyorsa, hem demokrasi yok demektir hem de gözlerden ve bilinçlerden bir şeyler kaçırılıyor demektir.

        Diğer Yazılar