Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir okul çıkışı 8 yaşındaki kızım Liyan ve dört yaşındaki oğlum Miro’nun elinden tutup Joan Miro’nun sergisine götürürken “Miro’nun sergisine gidiyoruz” dedim. İkisi aynı anda güldü. “Miro ne zaman büyüdü, resim yaptı da sergi açtı” der gibiydiler. İşte şakacı babanın bir muzipliği daha!

        Adını ilk defa 1983 yılının temmuz ayında duydum. İstanbul’a yeni gelmiştim; Vedat Günyol çağırmıştı. Yerim yoktu, Hoca’nın Bostancı’daki kitaplarla dolu evinde kalıyordum. Yatağım kitap, yastığım kitap...

        Vedat Hoca, beni Sait Faik’in adası Burgaz’a götürmüş, büyük ustanın “Hişt, hişt” hikâyesinin geçtiği yolda yürümüştük. Aslında, orada evi bulunan Peride Celal’in misafiriydik. Deniz gören geniş bir salon kalmış aklımda. Denize bakan pencerenin sağındaki duvarda bir tablo... İçeri girer girmez tablonun önünde kalakaldım. Deniz mi maviydi, tablonun rengi mi? Sonsuz bir maviliği, yaramaz bir çocuk boca etmişti sanki tuvale. Peride Hanım’ın sesini duydum: “O resim Miro’nun.” Geldiğim yerlerde çok duyduğum bir isimdi Miro... Adı Miro olan çok akrabam vardı. Sakın bu ressam Kürt olmasın? “İspanyol bir ressamdır, adını hiç duymadın mı?” diye sordu Peride Hanım.

        Hayır, bu isimde bir ressamın adını ilk defa duyuyordum. Ama bu adın bendeki çağrışımı çok uzundu... Kürtçe’de “mîr”, “Emir’in” karşılığı. Birçok Kürt gibi “mîr”in hikâyesiyle büyümüştüm. Birisine “Mîro” dersen, biraz da “Sevgili Emirim” dersin, biraz da “şehzadem” anlamına gelir yani.

        MIRO SERGİSİNDE

        O yaz günü adını duyduğum İspanyol ressam Joan Miro, aynı yılın aralık ayında öldü. Peride Hanım’ın evinde o tablosuyla karşılaşmamış olsam, İstanbul’da Sabancı Müzesi’nde açılan ve Şubat 2015’e kadar sürecek “Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” sergisi ilgimi çeker miydi bilmem. Ama 4 sene önce doğan oğlumuza “Miro” adını vermekte tereddüt ederdik eminim. Çünkü oğlumuz, annesinin vatandaşlığı dolayısıyla aynı zamanda İsveç vatandaşı... Oralarda Miro adının telaffuzu, bizim çoğu Arapça olan isimlerimizin telaffuzundan çok daha kolay. Adı, büyüyünce Miro’nun da çok hoşuna gidecek. Sergi haberini gazetede okur okumaz, ona gitme fikri bana müthiş heyecan verdi. Geçen gün bir okul çıkışında 8 yaşındaki kızım Liyan ve dört yaşındaki oğlum Miro’nun elinden tutup Joan Miro’nun sergisine götürdüm. Giderken yolda, “Miro’nun sergisine gidiyoruz” dedim. İkisi aynı anda güldü. Liyan, Miro’ya baktı, ikisi bana, “Miro ne zaman büyüdü, resim yaptı da sergi açtı” der gibiydiler. İşte şakacı babanın bir muzipliği daha!

        Miro, en heyecanlı olanımızdı, ne de olsa adaşının sergisine gidiyordu. Müzenin kapısında, sergi panosunun önünde fotoğraf çektirdik önce. Sonra içeri girdik. Daha ilk resimle karşılaşır karşılaşmaz, kızım Liyan, “Baba, bu resimler anaokulunda yaptığımız resimlere benziyor” dedi. Sonra oğlum Miro atıldı: “Baba, bu resimlerdeki canavarlar çok komik. Hepsini suluboya ile yapmışlar...” Ve gezmeye başladık sergiyi... Küçük Miro’nun, büyük Miro’nun resimlerinde gördüğü “canavarlar”, “kadınlar, kuşlar ve yıldızlar”dı. Zaten sergiye adını veren şey de bu “canavarlar”. “Kuşlar özgürlüğü, kadınlar evreni, yıldızlar karanlığı aydınlığa dönüştüren ışık kaynaklarını” simgeliyordu. Sergiye giderken, “Çocuklar sorar” diye dersimi uzun uzun çalışmıştım.

        Bu simgesel anlatıma ulaşması hiç kolay olmamış büyük ustanın. Önceleri kendi ülkesi İspanya’nın halk kültürü, folklor ürünleri sanatını kuşatmış, bunlarla haşır neşir olmuş yokluk içinde. Daha basit, herkesin anlayacağı resimler yapmış. Hatta o dönemde yaptığı en ünlü tablolarından “Çiftlik”i büyük romancı Ernest Hemingway, hem ona yardım olsun hem de karısına güzel bir hediye olur diye satın almış ondan.

        Miro, bir an önce kapağı Paris’e, resmin anayurduna atmak istemiş. Oraya giderse, içinde gizli şairliği de tatmin edecek, eserlerinden beslendiği Tzara, Aragon, Eluard, Prêvert, Breton gibi edebiyatçılarla tanışacak, belki de Picasso’nun kapısını çalacak... 1920’lerin başında gerçekten Picasso’yla tanışmış, yardımını görmüş. Hatta Picasso da bir tablosunu satın almış. Bir süre sonra Miro, “şiirleri resimleştiren, resimleri şiirleştiren” bir ressam olarak sivrilmiş, birçok şiir kitabını resimlemiş, sembollere başvurmuş, soyutlamadan tasarruf etmiş, saf olanı bulmaya çalışmış. Sadece resim yapmakla yetinmemiş, heykel, baskı, dokuma, önüne çıkan her şeyde sanat üretmeye başlamış. Eserlerine doğa girmiş; aşk, hayat ve ölüm gibi motifler nüfuz edip bütün sanatına egemen olmuş.

        Hayatı boyunca resmi bozmaya çalışan bir “bozguncu ressam” olarak bilinir aslında Miro. Hem İspanyol hem Katalan, hem soyut hem figürcü, hem gerçeküstücü hem değil... Uğraşa uğraşa, kızım Liyan’ın deyimiyle “anaokulunda yapılan resme” ulaşmış.

        Diğer Yazılar