Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KENDİMİ bir anda çok tuhaf bir “Nobel tartışmasının” ortasında buldum. Evet, öteden beri Nobel ilgimi çeker. Özellikle her senenin sonbaharında Nobel Edebiyat Ödülleri’nin açıklanmasını, kimilerinin Oscar ödüllerini beklemesi gibi sabırsızlıkla beklerim.

        Bu alışkanlık bana biraz da bütün kitaplarını Kürtçe’den Türkçe’ye çevirdiğim Mehmed Uzun’dan miras kaldı. Mehmed Uzun, Yaşar Kemal’e çok yakındı. Yaşar Kemal onu her gördüğünde, bütün sevdiklerine ettiği gibi Kürtçe “Kurê kerê” (eşek oğlu) diye küfür eder, Mehmed de kendisine “baba” dediği için, “Unutma, babam sensin” der, Yaşar Abi de bu şakaya, her defasında ilk defa duyuyormuş gibi o gürültülü kahkahasıyla gülerdi. Eminim şu anda, gıyabında süren “Nobel tartışmasına” da aynı gürültülü kahkahasıyla gülüyordur.

        En son Nobel Edebiyat Ödülleri’ni dağıtan İsveç Akademisi’nin de katıldığı, memleketimizde birtakım Türk ve Kürt münevverleri arasında süren “Yaşar Kemal’e Nobel” tartışması, ressam Ahmet Güneştekin’in, “Bazı Türk ve Kürt aydınlarının, Yaşar Kemal’i İsveç Akademisi’ne gammazlayıp Nobel verilmesini engellediler” iddiası üzerine çıktı.

        Güneştekin’le söyleşiyi yapan Habertürk TV’den Balçiçek İlter, gazetecilik refleksiyle bu kişilerin kim olabileceklerini merak etti, beni aradı. Ben de, gazeteci arkadaşım Eyüp Burç’la birlikte İlter’in programına çıkıp bildiklerimi anlattım. Öncelikle, “Bir yazara Nobel verilecekse, bunu hiç kimse engelleyemez” dedim. Çünkü Akademi’nin temel ölçütü, her şeyden önce evrensel edebiyattır. Kuşkusuz yazarın “duruşu” da önemlidir ama edebiyatı daha önemlidir. Yaşar Kemal örneğinde ise “durumdan vazife çıkaranlar oldu” dedim. Şöyle ki... 1960’lı yılların sonunda Kürt yazar Mahmut Baksi, Yaşar Kemal’in yardımıyla İsveç’e kaçtı. 10 yıl sonra, 1979’da Yaşar Kemal’in de yolu bu ülkeye düştü. O zamanlar orada Türk ve Kürt yazar ve sanatçılardan oluşan bir aydın grubu vardı, memleket hasreti çekiyorlardı, kavga edecekleri bir “hasım” bulamadıkları için de durmadan birbirleriyle kavga ediyorlardı. (Hâlâ öyle...)

        Bu sırada 12 Eylül darbesi oldu. Yaşar Kemal, “Can güvenliğim sağlandı” diye Türkiye’ye geri döndü. Geri dönme imkânı olmayanlar ise, hep birlikte Yaşar Kemal’in üstüne çullandılar. Demediklerini bırakmadılar. Türk aydınları onu “generallere sığınmakla”, Kürt aydınları da “Kürt kültürünü Türkleştirip sömürgecilere pazarlamakla” suçladı.

        İşte bu ekibin içinde yer alan, hayatta hiçbir şeyi ciddiye almamış Kürt yazar rahmetli Mahmut Baksi, 1991’in sonbaharında Türkiye’ye döndü. O zamanların en popüler haber dergisi Aktüel’e bir mülakat verdi ve “boşboğazlık” ederek Yaşar Kemal’e Nobel verilmesini kendisinin engellediğini söyledi. Aslında bu hiç ciddiye alınmaması gereken saçma sapan bir iddiaydı ama dergi bu iddiayı kapağına taşıdı. Bıyıklı bir fotoğrafının altında, “Yazar Mahmut Baksi, ‘Yaşar Kemal’e Nobel verilmesini ben engelledim’, dedi” manşeti hâlâ gözümün önünde. Ayrıca bu bahis, Zülfü Livaneli’nin “Sevdalım Hayat” adlı anı kitabında da var. İşte beni de bu saçma tartışmanın içine çeken derginin bu kapağını hatırlatmam oldu. Ben, “Mahmut Baksi, Yaşar Kemal’e Nobel vermeyi engelledi” demedim ki... Ben, “Mahmut Baksi, Yaşar Kemal’e Nobel verilmesini ben engelledim dedi” dedim. İki cümle arasındaki farkı, vakti zamanında kendisi de İsveç’te yaşayan, Yaşar Kemal’in dönüşüne en az diğer “habis” Türk ve Kürt aydınları kadar sinirlenen, benimle ilgili “uydur uydur yaz” diye twit atan eski “ombudsman” bilmiyorsa, derhal bir Türkçe kursuna yazılsın. İki cümle arasındaki farkı biliyorsa eğer, program yaptığı aynı televizyona çıkan, bu iddiayı “aday adaylığımı parlatmak için ileri sürdüğümü söyleyen”, polemikten dolayı şiir yazmaya vakit bulamayıp “şiirden kesilen” eski Kürt şaire de anlatsın, belki o da içindeki öfkeyi kontrol edip erken yaşlanmaktan kurtulur.

        Hadi, yapın birbirinize böyle bir iyilik...

        Diğer Yazılar