Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın lügatinde “benim milletim”, CHP’nin söyleminde “halkımız”, MHP’ninkinde “milletimiz”, HDP’nin dilinde “halklarımız”dır adı.

        Eskiden, çok eskiden “ahali” denirdi. Meşrutiyet yıllarında “halk” adını aldı.

        Seçkinler, oldum olası hep hakir gördü onları; kendilerinin kaderini, onların oyları belirlediği için olsa gerek. Hiçbir zaman onların oy verdiğine vermedi oylarını. Kalem onların elinde olduğundan, “onlara” sıfat bulma işi de seçkinlere düştü.

        Kimisi “koyun”, kimisi “sürü” dedi, kimisi “benim oyum onunkiyle eşit olabilir mi?” diye sordu. “Göbeğini kaşıyanlar” diye aşağıladı yakın zamanda birileri, beriki “bidon kafalı” diye hakaret etti.

        O yüzden seçkinler her tercihlerine burun kıvırdı.

        O da ille de bildiğini yaptı ve her defasında da en doğru olanı yaptı.

        ***

        Ateş gibi büyür kitlesi. Halka halka... Birken iki olur, iki iken iki bin, iki binken iki milyon... Bir de bakmışsınız ki meydanları doldurmuşlar hınca hınç. Tek bir hedefe kilitlenmişse eğer, önünde hiçbir şey duramaz. Setleri yıkar, aşar bentleri.

        ***

        Gücünü iradesinden alır.

        ***

        İradesini teslim etmişse kendi seçtiği birisine, onun yanında ölümüne kalır.

        Sahip çıktığı şeyin demokrasi olduğunu bilir.

        Ama demokrasi üzerine seçkinler kadar nutuk atmasını bilmez.

        Büyük çoğunluğu ümmidir. Kitapla kurduğu ilişki kutsal kitap ve dua kitaplarından müteşekkildir. Ama kitaplarda yazılan, gidişatını kendi iradesinin belirlediği, teorik kısmı bir hayli karmaşık olan ve ancak kendini âlim sayanların vâkıf olduğu meseleleri, sezgisiyle yorumlar.

        İyi ile kötüyü birbirinden ayırmada okumuş yazmışlara on basar.

        ***

        Her hikâyeleri birer derstir seçkinlere. Sorsan, bir eski zaman meselini o anki hadiseyi yorumlamak için kullanır, hikâyenin gerisindeki kıssayı karşısındakine bırakır.

        Anlatılanın kendi hikâyesi olduğunu bilir.

        ***

        O yüzden acemi, uyanık politikacılar, bol bol “dalkavukluk” yapar ona. O da kendisine “dalkavukluk” yapanların “tiyatro” yaptığını bilir ama renk vermez.

        En çok da kendisine dalkavukluk yapanları seçim zamanlarında affetmez.

        İyi politikacıyı gözünden tanır.

        Bir kez sevdi mi ölümüne sever.

        Güvenmişse kendisine benzer birisine, artık ölünceye kadar onu başına “lider” yapar.

        ***

        İdeolojilere fazla bel bağlamaz. Bu tür ecnebi lakırdılardan da fazla hazzetmez. Partiler arasında hızlı gider gelir. Ne sağcıdır, ne de solcu... Sağcıyken solcu, solcuyken sağcı olur. Bu ayrımları kendisi yapmadığı için, böylesi bölünmelere fazla bir mana yüklemez. Hep kendisi için doğru şeyleri yapacak olanı arar. Ve her defasında da aradığı kişiyi bulmada fazla güçlük çekmez.

        ***

        Ayağında şalvarı bile yoktu. Kara tayine kıran girmişti. Açtı, sefildi, güçsüzdü, yorgundu, hakirdi, fakirdi.

        Buna rağmen 1920’de ayağa kalktı.

        Uyuyan dev, uyandı.

        Yeni bir ülke kurdu.

        Nâzım’a da onların “destanını” yazmak kaldı.

        “Toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çoktular. Korkak, cesur, cahil, hakim ve çocuktular. Ve kahreden, yaratan ki onlardır, destanımızda yalnız onların macerası vardır.”

        ***

        En zor zamanlarda, yani seçkinlerin mecalsiz kaldığı, başına yönetici diye koyduğu kişilerin emanetine “hıyanet” ettiği, kendi “iktidarına” gayri meşru bir gücün gelip tecavüze yeltendiği zamanlarda, en kritik anlarda yetişir imdada.

        Hiçbir seçkinin ihtimal vermediği şeyi yapar. Bir kez daha hayal kırıklığına uğratır onları.

        En son 1983’te Turgut Özal’ı getirdiğinde böyle yapmıştı, bir de 2003’te Recep Tayyip Erdoğan’ı bulup getirdiğinde...

        O yüzden kendisinin bulup getirdiğini, başkasının alıp “götürmesine” izin vermez kolay kolay.

        İnanmışsa...

        Güvenmişse...

        Gözündeki ışığı görmüş...

        Hissetmişse yüzündeki samimiyeti...

        “Ya beni de götür, ya sen de gitme” der ve “ağır ellerini toprağa basıp” “ya Allah, bismillah” diyerek doğrulur.

        15 Temmuz 2016 gecesinde olduğu gibi...

        ***

        O yüzden, bakmayın siz Nâzım’ın, “Çok söz edildi onlara dair, ve onlar için, zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yoktur, denildi” demesine.

        15 Temmuz gecesi kaybedecekleri, “1920’de yedi düvelin elinden kurtardıkları bir vatan” vardı.

        Yine o yüzden “haydi yiğitlerim, vatan imdadına, bugün namus günüdür” diye seslenince Recep Tayyip Erdoğan adlı liderleri; tank, top, tüfek, tayyare demeden “Ya Settar!” dedi.

        Ve namerde gününü gösterdi!

        Diğer Yazılar