Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YAZI DİZİSİ - 3

        20. yüzyıl, birçok millete kötü davrandığı gibi, Ezidilere de hiç iyi davranmadı. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni devletler, Ezidilerin topraklarını parçaladı, böylece farklı devletin sınırları arasında yaşamak zorunda kaldılar. Nüfusun büyük bir kısmı Irak’ta kaldı, geri kalan kısmı Türkiye, Suriye ve eski Sovyetler Birliği arasında dağıldı. Böylece daha çok ritüellere, ziyaretlere, sembollere dayalı olan dini gelenekleri zayıfladı. Örneğin daha önce sözünü ettiğim ve en önemli dini ritüellerden biri olan Tavus Meleği heykelinin köy köy dolaştırılması geleneği, araya giren sınırlardan dolayı yerine getirilmez oldu, sadece Irak’ta kalanlarla sınırlı kaldı. En önemli ziyaret yeri ve hac mekânı olarak kabul edilen Laleş’in Irak’ta kalmasından dolayı, örneğin Türkiye ve eski Sovyetler Birliği’nin sınırları arasında kalan Ezidiler buraya gidip hac vazifelerini yerine getiremez oldu.

        Ehli kitap sayılmadıkları için de hiçbir yerde bir statü sahibi olmadılar. Yakın bir zamana kadar, Irak’ta federe bir devlet kurulup Kürdistan bölgesinde şu anda elde ettikleri statüye kavuşuncaya kadar bunun mücadelesini verdiler ancak hiçbir sonuç elde etmediler. Ermenistan ve Gürcistan sınırları arasında yaşamak zorunda kalanları bunların dışında tutmak gerekir, zira burada özel bir statüleri olduğunu söylemek mümkün...

        MÜSLÜMANLAR ‘YEZİD’İN SOYU’ DİYE GÖRÜYORDU

        Osmanlı toprakları arasında yaşayan Ezidilerin ilk kafilesinin Kafkasya’ya göçü Kırım Savaşı ve tarihe 93 Harbi olarak geçen Osmanlı- Rus Savaşı sırasında oldu. Ama asıl göç 20. yüzyıl başında oldu. Van, Doğubayazıt ve Kars’ta yaşayan Ezidilerin büyük çoğunluğu, Osmanlı ile Rusya arasındaki savaşta genellikle Ruslardan yana tavır aldılar. Müslüman komşuları tarafından “şeytan tapanlar”, “Yezid’in soyu” olarak görülüyorlardı; savaş sırasında Ruslardan yana tavır almaları, üstüne üstlük Sultan Abdülhamid tarafından askeri mekteplerde okutulan Kürt ağa ve bey çocuklarının zabit olanlarından oluşturulan Hamidiye Alayları’nın onlara yönelik mezalimi hepsinin yurtlarını bırakarak Kafkasya’ya göçmeleri sonucunu getirdi.

        Ermenistan’a gidenler savaştan dolayı boş kalmış köylere, Gürcistan’a gidenler ise Tiflis ve Telavar gibi şehirlere yerleştiler. Genellikle aynı köyden gelenler, aynı şehrin aynı sokağında şeyhleri ve pirleriyle oturmaya başladılar. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Ermenistan’da bulunanlar köyden şehre göç ettiler. Çocukları okula gitmeye başladı, birçoğu okudu, kısa süre içinde aydın bir zümre yetişti.

        Bu aydın ve yazarlar Kiril alfabesiyle Kürtçe kitaplar yayınladılar, dergiler çıkardılar. Daha sonra Kürt siyasi mücadelesinde önemli bir aydın kuşağının önemli tarihçi, yazar ve araştırmacıları buraya giden Ezidiler arasında ortaya çıktı. İlk Kürtçe romanı yazan Erebê Şemo, önemli bir tarihçi olan Qanadê Kurdo, önemli bir araştırmacı olan Celilê Celil, modern Kürt hikâyeciliğinin önde gelen isimleri Tosinê Reşit, Timurê Xelîl ve daha onlarca ses sanatçısı, ressam ve müzisyen hep buraya göç eden Ezidiler arasından yetişti. 1955’te Ermenistan’da Kürtçe yayın yapan “Ervian Radyosu”nu kurdular. Irak’ta kalanlar ise kendi kabuklarına çekilerek küçük bir cemaat olarak varlıklarını sürdürdü. Komşuları Müslüman Kürtler ve Araplarla az ilişkileri oldu. Şehir pazarlarına mallarını satamaz oldular. Hep horlandılar, aşağılandılar. Yine de direndiler.

        HAKLARINI ALDILAR

        1990’lı yılların başından itibaren Kürdistan bölgesinin yavaş yavaş Irak’la olan bağlarının gevşemesiyle birlikte onlar da biraz rahata kavuştular. Savaştan sonra kabul edilen yeni Irak Anayasası’nın bölgeyi “Federe Kürdistan” olarak kabul etmesiyle birlikte Ezidiler de bir yığın yeni siyasi ve hukuku haklar elde ettiler. Bu kazanımlar, Ezidilerin tarih boyunca elde ettikleri en “parlak” kazanımlardır. Kürdistan bölgesinde artık, Ezidi tarihi araştırılabiliyor, dinlerine dair kitaplar çıkıyor. Ezidi kültür evleri açılıyor, araştırma imkânları yaygınlaşıyor, medyada Ezidi merasimleri haber olabiliyor. Hem Bağdat, hem de Kürdistan parlamentosunda milletvekilleri var. Kent konseyinde Ezidi temsilci var. Kürdistan parlamentosunda Ezidi bir bakan var. Ve en önemlisi Ezidi çocukları okullarda kendi dinlerinin dersini alabiliyorlar.

        Özellikle Türkiye’nin Doğu bölgesinde yaşayan Ezidilerinin önemli bir kısmının yüzyılın başında Kafkasya’ya göçtüklerini söylemiştik. Güneydoğu Bölgesi’nde kalanlar ise, hep dağ başlarında, kuytuluk yerlerde kalan köylerde hayatlarını sürdürdüler. Bu köylerdeki hayatları izoleydi. 1960’ların başında Batman’da petrolün bulunmasından sonra dağlardan şehirlere inip petrol havzasında çalışmaya başladılar. Ancak burada da rahat bırakılmadılar. Çocukları okula gitti, burada aşağılandılar. Büyük şehirlere kaçtılar, oralarda da tutunamadılar. Yurtiçinde çalışma imkânları kalmayınca 1964 ile 1974 yılları arasında Avrupa’ya işçi olarak gitmeye başladılar. İlk gidenler yol açtılar, zaman içinde tümü Avrupa’ya göçtü, geride çok az sayıda Ezidi kaldı.

        KUTSAL MEKÂNLAR KUTSAL ZAMANLAR...

        Ezidilik, Ortadoğu’nun en nevi şahsına münhasır dinidir. Kutsal üzerine bina edilmiştir. Kutsal mekânlar, kutsal zamanlar ve kutsal varlıklar... Bunların üçü olmazsa, Ezidilik diye bir şey olmaz. Geleneksel Ezidiliğin boy verdiği, yeşerdiği ve yüzyıllardan beri tutunduğu coğrafya, kutsal ziyaretgâhlar, mukaddes şahsiyetler, ulu dağlar, yalçın kayalar, gümrah ağaçlar ve gürül gürül akan ırmaklarla doludur. Yine Yaşar Kaplan’a göre, “Dini yaşam ve dini gelenek bunların etrafında dönmekte, her ‘kutsal’ın ifa ettiği bir vazife, doldurduğu bir manevi boşluk alanı vardır.”

        Ezidi toplumunun köyden kente göçü, yurtlarından kopup başka ülkelere gitmesi bu toplumun dininde ve geleneklerinde önemli travmaların oluşmasına yol açtı. Büyük şehirlere göçen, Avrupa’ya giden Ezidiler, bütün bunlardan mahrum kaldı. Bunların yerine hem bir araya gelmek, hem de ibadet mekânı olarak kullanmak için “Ezidi Evleri’ni açtılar. Ama bu “evlerin”, sözünü ettiğimiz mekânların yerini tutması mümkün değil. Avrupa’da yaşamakta olan bir Ezidi kadını, onlara dair önemli bir araştırma yapmış olan Sabiha Banu Yalkut’a, “Cin diye bir şey var mı bilmem. Ama eğer cinler varsa ancak bizim topraklarımızda yaşayabilirler. Almanya’da cinlere yer yok” demişti. Bu evlerde şu anda sadece doğum, sünnet, vaftiz, saç kesimi, düğün, ölüm gibi geleneklerle dinin varlığı devam ettirilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla, geçmişte dininden olmamak için kellesinden olmayı göze alan o inatçı, dinine bağlı Ezidiler yerini, bugün Avrupa’da ve büyük şehirlerde, gün geçtikçe geleneksel dine pek itibar etmeyen, kendi dinlerini bırakıp Müslümanlığa veya Hıristiyanlığa geçen Ezidi gençler alıyor. Geleneksel Ezidiliğin yasakladığı bir yığın şey, şimdiki gençlerin artık pek umurunda değil. Örneğin geleneksel dinin yasakladığı domuz, horoz, balık ve ceylan eti artık yeniyor, kuru fasulye ve marul gibi sebzeler tüketiliyor, içki içiliyor. Mavi renkli elbise giymenin haram olduğu zamanlar geride kaldı. Eskiden bir Ezidi bıyık kesmez ve kısaltmazdı, şimdi bırakın kısaltmamayı, bıyık bırakmayanlar bile var. Çarşamba günleri saç-sakal kesmeme, cinsel ilişkiye girme, yıkanma ve temizlenme ile normal zamanlarda bıyığın kesilmesi veya kısaltılması, vücut hatlarını gösterecek kadar ince elbiseler giyilmesi, yas zamanları haricinde tamamen siyaha bürünülmesi, kadınlar için başı açık olma, çocuk düşürme veya çocuk yapmaya karşı çıkma gibi birçok gelenek, modern hayata yenik düşüyor. Bitirirken şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Modern hayat, tarih boyunca Ezidilere karşı yapılan onca katliamdan, onca soykırımdan daha çok zarar veriyor onlara...

        ÇOCUK SÜNNET EDİLİR, SAÇI KESİLİR VE VAFTİZ OLUR

        Geleneksel Ezidilik’te, bir Ezidi doğumundan ölümüne kadar bazı ritüelleri yerine getirmekle mükellefti. Bu ritüeller günümüzde birçok değişikliğe uğramış. Ezidilerde sünnet çok önemlidir. Her Ezidi sünnet olmak zorundadır. Eğer sünnet olmadan önce ölürse, gömülmeden önce mutlaka sünnet edilir. Çocuğunu sünnet edecek herkes çocuğuna bir kirve bulmak zorundadır. Kirvenin kucağında sünnet edilen çocuğun kanı, kirvenin elbisesine sürülür. Kirvelik büyülü bir akrabalık ilişkisi getirir, kirveler zinhar evlenemez. Ezidi bir çocuk, saçı kesilmeden, vaftiz ve sünnet edilmeden tam bir Ezidi olamaz.

        Ezidiler, eskiden çabucak sorumluluk alsınlar diye çocuklarını çok erken yaşlarda evlendirirlerdi. Düğünleri, genellikle Müslüman Kürt düğünlerine benzer, sonbaharda yapılır. Ezidilerde, kastlar arası evlilik yasakları dışında yenge, amcanın karısı, dayısının karısı, elti ve kirvelerle kesinlikle evlilik yapılmaz. Nikâhı 2 kişinin şahitliğinde Şeyh kıyar. Boşanmalar enderdir, hoş karşılanmaz. Talak ve boşanma hakkı kocanındır.

        Ölüm geleneğine gelince... Ezidiler, ölüyü yıkarken, başı batıya, ayakları doğuya gelecek şekilde uzatırlar. Ölünün şeyhi cesedi yıkar, piri su döker. Yıkama işi bittikten sonra ölüye beyaz bir elbise giydirilir, sonra kefenlenir. Bir berat parçalanarak ölünün dudakları, gözleri ve kulaklarının üzerine bırakılır. Tabutu omuzlanır, tef ve şebap eşliğinde “zavallı miskin” kavli söylenerek mezarlığa doğru yola çıkarılır. Mezar, doğu-batı yönünde kazılır ve ölünün başı batıya gelecek şekilde mezara konur. Kadınların mezarı daha derin kazılır. Gece vakti ölü gömülmez, mutlaka gündüz beklenir. Gömülme sırasında Mücevvir “Seremerg” kavlini, yani “ölü duasını” okur. Uzun bir kavildir, bir kıtası şöyle:

        “Ev erde xan e

        Ebd û beşer têda bazirgan e

        Hindekan mala xwe bar kir, hindekan jî dan e.”

        (Bu dünya bir handır

        Kul ve beşer kervandır

        Bazıları çekip gitti, yeni yerleşiyor bazıları)

        Mezarlıkta bulunanlar, ölünün mezar taşını öptükten sonra oradan ayrılırlar. Bir hafta boyunca ölünün yası tutulur.

        Bütün bu geleneksel hayatı bize “Günümüz Yezidiliği” adlı kitabında anlatan Yaşar Kaplan’ın kaydettiğine göre, Ezidi inanışında kutsal kabul edilen birçok zaman, mekân ve nesne vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkün:

        Güneş, ay, yıldızlar ve gök cisimleri... Nisan ayı, çarşamba günü ve diğer bayram zamanları gibi zamanlar... Laleş Vadisi, evliya mezarları, güneşin değdiği ilk yer, kapı eşikleri, Şengal (Sincar) ve Cudi dağları gibi mekânlar... Kaniya Sipî ve Zemzem gibi sular... Mend ağacı, Köçekler ağacı, Arar ağacı, dut ağacı gibi birçok ağaç... Hırka, Tok, Babaşeyh Seccadesi, meftul, kuşak, rist gibi din adamlarının giyim kuşamıyla ilgili öğeler... Tavus Heykeli, tası, berat, def ve şebap gibi nesneler... Kara yılan, geyik, horoz gibi hayvanlar... Ateş, simat vb. unsurlar...

        YARIN: NASTURİLER

        Diğer Yazılar