Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SÜLEYMAN Demirel, doğduğu köyde kendi ismini taşıyan koskoca bir külliye açtı. “Külliye” denen mekân Demirel’in yarım asrı geride bırakan siyasi hayatının hatıraları, belgeleri, hattâ karikatürleri ile dolu koskoca bir müze...

        Açılışa davetli olduğum ve çok istediğim halde maalesef gidemedim. Zira bizim “Tarihin Arka Odası” sabahın beşinde bitmişti, İstanbul’dan katılacak olan konuklara tahsis edilen özel uçak sabah dokuzda kalkıyordu, programı kapattığımızda zaten hiçbirimizin ayakta duracak hali kalmamıştı, üstüne üstlük bir de soğuk algınlığı...

        Cumhuriyet döneminin siyasî tarihinde çok önemli bir yeri olan ve hakkında hâlâ devam eden tartışmalara rağmen memlekete büyük eserler verdiğini kimsenin inkâr edemeyeceği Süleyman Demirel, İslâmköy’de yaptırdığı müzesi iyi idare edildiği ve nesiller sonra da ayakta kalması sağlandığı takdirde, ismini asırlar boyunca devam ettirecektir

        Atatürk ile ilgili hemen herşey devletin elinde bulunduğu ve çok sayıdaki resmî müzede zaten sergilendiği için onunla alâkalı birşey yazmaya gerek duymuyorum ama eski cumhurbaşkanları arasında böyle bir müze, kütüphane yahut araştırma merkezi açmanın önceliğinin Celâl Bayar’a, daha doğrusu Bayar’ın ailesine ait olduğunu hatırlatmam gerekiyor. Celâl Bey’in vefatından sonra memleketi olan Umurbey’de açılan müzeyi ziyaret edenler İttihad ve Terakki’nin Mahmud Celâl Bey’i, Millî Mücadele’nin “Galip Hoca”sı, Atatürk’ün başbakanı ve sonraki senelerin Cumhurbaşkanı olan Celâl Bayar ile alâkalı herşeyi yakından görebiliyor, araştırmacılar müzenin arşivinde çalışabiliyorlar.

        ONLARDA VAR, BİZDE YOK!

        Aynı girişimi daha sonra İsmet Paşa’nın ailesi yaptı ve hem Ankara’daki Pembe Köşk’ü müze haline getirdiler, hem de kurdukları vakıf ile önemli bir yayın faaliyeti başlattılar.

        Amerika’da hemen her başkan ve birçok Avrupa memleketinin önde gelen siyasetçileri politikayı bıraktıkları anda hemen bir müze ve kütüphane kurma işine girerler. Kitaplarını buraya verir, kendilerine gelmiş olan hediyeleri bağışlar ve daha önemlisi arşivlerini de devreder ve araştırmacıların istifadesine sunarlar.

        Daha sonra yaptıkları iş, oturup hatıralarını yazmaktır! Ama kısa, özetimsi ve baştan sağma değil, ayrıntılı bir şekilde...

        Cumhuriyet dönemi Türkiyesi’nde siyasi literatürün en önemli eksiği, işte bu hatırat yokluğudur! Gerçi, Mustafa Kemal’in “Nutuk”unun bir çeşit hatıra olduğu iddia edilirse de, Nutuk bir hatıra olmaktan ziyade İstiklâl Harbi’ni anlatan siyasî bir belgedir. Muhalefetin pek kalmadığı bir dönemde kaleme alınmıştır ve Atatürk asıl hatıralarını maalesef yazmamıştır! 1920’li senelerde Mahmut Soydan ile Falih Rıfkı’ya dikte ettirdiği “Büyük Gazi’nin Hatırat Sahifeleri” sonraları kitap olarak çıkmış ise de bizzat yazılmış bir hatıra değildir, üstelik değişik baskılarla perişan edilmiştir!

        ŞART DEĞİL, VECİBE...

        Cumhuriyet’in “İkinci Adamı” olan İsmet Paşa’nın kısa da olsa sahip olduğumuz hatıralarını ise rahmetli Sabahattin Selek’e borçluyuz. İsmet Paşa da Mustafa Kemal gibi bizzat yazmamış, söylemekle iktida etmiş ve anlattıkları Selek tarafından kaleme alınmıştır ama yayınlanan metin İnönü’nün uzun ömrünün safhalarını ince ayrıntıları ile göstermeye maalesef kâfi gelmemektedir.

        Hatırat işinin öncülüğü de Celâl Bayar’a aittir ve bugün temini çok zor olan cildler dolusu “Ben de Yazdım”da siyasî hayatının hemen her dönemini uzun uzun anlatır...

        Ve, aslında gayet zayıf olan hatırat literatürümüzün nadide örneklerinden biri: Kâzım Karabekir’in herbiri ayrı önemde bir hatıra olan cildler dolusu eserleri...

        Köyünde külliyesini açıp müzesini kuran Süleyman Demirel’in de artık Bayar’ın yolundan gidip kendi hatıralarını yazması şarttır; zira memleketin kaderine yarım asır boyunca hâkim olmuş bir siyasetçinin kendi macerasını gelecek nesillere kendi kaleminden anlatması şarttan da öte, tarih bakımından bir vecibedir!

        Diğer Yazılar