Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİRKAÇ hafta önce yaşanan, bu köşede ve TV’de dilime dolamamın ardından Kültür Bakanı Ömer Çelik’in iptal ettiği Millî Kütüphane’nin yayın teşebbüsü rezaletinden bahsederken “tıpkıbasım”ın ne olduğunu anlatmıştım, tekrar edeyim:

        Eski devirlerden kalan, meselâ birkaç yüz sene önce yazılmış olan bir elyazmasının yahut nadir, yani zor bulunan ve hattâ orijinalinin elde edilmesi imkânsız gibi olan matbu bir kitabın aynen, birebir yayınlanmasına “tıpkıbasım” denir. Tıpkıbasımlar sayesinde hem uzmanların üzerinde çalışmak zorunda oldukları kıymetli yazma eserlerin elden ele dolaşarak yıpranmaları önlenir; hem de yazı ve görüntü bakımından şık olan böyle kitaplar, meraklılarına kolleksiyon objesi olarak sunulurlar.

        Tıpkıbasımda eserler birebir, yani nasıl iseler o şekilde, aynen basılırlar. Meselâ kâğıtta kurt yeniği, leke yahut rutubet izi var ise düzeltilmez, bırakılır; eserin hiçbir yerine hiçbir şekilde müdahale edilmez, hattâ cildinin de aynı olmasına itina gösterilir...

        Kur’an’ın dış kapağı ve Fatiha

        Suresi’nin bulunduğu sayfa.

        Türkiye’de vaktiyle güzel ve tıpkıbasımlar yapılmıştı ama bu iş son senelerde maalesef rezalete döndü! Baskı tekniğinde artık bilgisayarın kullanılmasının ve dijital sistemlerle fotoğraflara da müdahale edilebilmesinin ardından bazı yayıncılar tıpkıbasımları bir bilgisayar çıktısı hâline getirdiler, yani elyazmasının orasına-burasına müdahaleye başladılar. Birkaç asır önce kaleme alınmış olan kitapta bir sayfanın rengi mi solmuş, “Photoshop ne güne duruyor?” diyerek, renklerle oynadılar, eseri sanki bir saat önce yazılmışcasına pırıl pırıl hâlegetirdiler, hattâ yüzlerce senelik tezhipleri bile atıp yerlerine bilgisayarla çizilmiş çirkinlikleri yerleştirdiler.

        BUYURUN, İŞTE İKİ ÖRNEK!

        Meselâ, Mevlânâ’nın meşhur Mesnevî’si... Kültür Bakanlığı, Mesnevî’nin Konya’da bulunan en eski nüshasının 1990’larda tıpkıbasımını yayınladı ama ne yayın! Hemen ilk sahifeleri süsleyen ve Selçuklular zamanında yapılmış olan o güzelim tezhipler çöpe gitti, sayfaların kenarına bilgisayarla çizilmiş, klasik tezhiple hiçbir alâkası olmayan, Mars’tan gelmiş bir UFO’nun saçtığı uzay mesajlarına benzer rengârenk garabetler dolduruldu, üstelik bu haltı edenlere para bile ödendi!

        Bakanlık, yine 1990’larda, Türk hattının en büyük isimlerinden olan Ahmed Karahisârî’nin Kanunî’nin emri ile yazmaya başladığı ama hattatın vefatı üzerine tamamlanamayan, Karahisârî’nin talebesi Hasan Çelebi’nin bitirdiği, Üçüncü Murad’ın bir servet ödeyerek tezhip ettirdiği ve şimdi Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler Dairesi’nde muhafaza edilen 62’ye 43 santim ebâdındaki Kur’an’ının da tıpkıbasımını yaptı. Dijital tezhip üstadlarının yayına müdahalesine bu defa gerçi izin verilmemişti ama baskı yine de felâketti! Taramalar ve ayarlar iyi yapılmadığı için yazılar incelmiş yahut kalınlaşmıştı ve Kur’an bembeyaz kâğıda basıldığı için ayna gibi parlamaktaydı!

        SİNAN İLE AYNI SEVİYEDEDİR!

        1460’lar ile 1556 arasında yaşamış olan Ahmed Karahisârî, Türkiye’nin ve klasik Türk sanatının zirvede olduğu Kanunî devrinin üstâd hattatıdır. Mimar Sinan, Barbaros Hayreddin, Sokollu Mehmed Paşa ve şair Bâkî gibi hem tarihimizin hem de sanatımızın en büyük isimlerinin çağdaşıdır, klasik sanatımızda zirveyi temsil edenlerdendir. Bugün herbiri mücevher gibi olan hatlarının ve Kur’anları’nın yanısıra Süleymaniye Camii’ndeki bazı yazılar da onun eseridir.

        Karahisârî’nin, devletin 1990’larda lâyık olduğu şekilde yayınlamaya maalesef muvaffak olamadığı meşhur Kur’an’ının yapılması gerektiği şekildeki tıpkıbasımı geçtiğimiz günlerde bir vakıf, Klasik Türk Sanatları Vakfı tarafından ve Cumhurbaşkanlığı’nın da desteği ile yeniden yapıldı.

        Bir nüshasını geçen gün bana lûtfederek hediye olarak getirdikleri Karahisârî’nin yirmi küsur kiloluk bu yeni yayını hakkında tıpkıbasımı yapan Vakıf henüz tanıtım faaliyetine başlamadığı için şimdilik fazla birşey yazmayacağım. Şimdilik hem Klasik Türk Sanatları Vakfı’nı tebrik ediyor, hem de Türkiye’de ciddî bir yayın yapılmasının istendiği ve fırsatçıların üşüşmesine de müsaade edilmediği takdirde mükemmel tıpkıbasımların bizde yeniden mümkün olduğunu görmekten memnuniyet hissettiğimi söylemekle yetiniyorum.

        Diğer Yazılar