Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çengelköy’deki Vahideddin Köşkleri’nin nasıl restore edildiklerini merak ettim ve Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ile Başdanışman Sefer Turan’dan ziyaret imkânı sağlamalarını rica ettim. “Buyur gör!” dediler ve geçen Pazar günü köşklerin her tarafını dolaştım.

        Ben, Çengelköy’deki Vahideddin Köşkleri’nin bundan kırk sene önceki hâlini, yani Sultan Vahideddin’in torunlarının özel mülkü olduğu zamandaki vaziyetini bilirim. Cumhurbaşkanlığı’na tahsis edilmelerinden sonra geniş bir restorasyondan geçen köşkleri bu kadar sene sonra ilk defa geçen hafta yeniden gördüm ve bu mekânın devletin zirvesi tarafından kullanılacak olmasından büyük memnuniyet duydum.

        GEÇEN hafta sonu Çengelköy’de idim ve Pazar gününün bütün bir öğleden sonrasını restorasyonu yeni tamamlanan Vahideddin Köşkleri’nde geçirdim...

        Osmanoğulları’nın son padişahı Sultan Vahideddin’in şehzadelik senelerinde özel mülkü olan, hükümdarın vârisleri tarafından 1970’li senelerde satılan, birkaç defa el değiştiren, bir ara kumarhane yapılması bile gündeme gelen ama nihayet devlete geçen ve üç senelik bir restorasyondan sonra “Cumhurbaşkanlığı Ofisi” olarak kullanılması düşünülen köşklerde...

        HAREMDEN ÇIKANLAR KULLANDI

        Ben, dört ayrı binadan meydana gelen Vahideddin Köşkleri’ni bundan kırk küsur sene öncesinden, henüz ailenin mülkü olduğu günlerden bilirim. Binalara, Cumhuriyet’in ilânından ve hilâfetin kaldırılmasının ardından Dolmabahçe ve Yıldız Sarayları’ndan çıkartılan ama gidecek yerleri olmayan bazı saray kadınları ile haremağaları yerleşmişti ama parasızlığın getirdiği bakımsızlık yüzünden harap vaziyette idiler.

        Cumhurbaşkanı’nın Çengelköy Köşkleri’ndeki makam odası.

        HARABEYE DÖNMÜŞLERDİ

        Geçmişi 18. yüzyıla, Üçüncü Selim dönemine kadar uzanan ve Vahideddin’in imparatorluk döneminin önemli mimarlarından Valleuory’ye eski temeller üzerinde yeniden inşa ettirdiği köşklerden bazıları 1970’lerdeki satıştan sonra yıktırılmış ve yerlerine üzeri ucuz ahşap kaplı beton binalar yaptırılmıştı. Ama kullanılmadıkları için bu binalar da zamanla harabeye dönmüştü.

        Daha sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün mülkiyetine geçen binaların ve arazinin Cumhurbaşkanlığı’na tahsisinin ardından köşkler asıllarına sadık kalınarak yeniden inşa edildi ve içleri de dönemine uygun eşyalarla döşendi.

        ‘BUYUR GEL, GÖR’ DEDİLER

        Köşkler hakkında basında çıkan yazılar üzerine eski hâlini bildiğim binaların ne şekilde restore edildiklerini merak ettim, görmek istedim ve Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan ile Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan otuz küsur senelik dostum Sefer Turan’dan ziyaret imkânı sağlamalarını rica ettim. “Buyur gel, gör!” dediler ve Sefer Turan ile restorasyonda görev alan mimar arkadaşlar, geçen Pazar günü köşklerin cihannümasından bodrumuna kadar her tarafını dolaştırdılar.

        Sultan Vahideddin’in şehzadelik döneminde ikametgâhı olan ana bina şimdi Cumhurbaşkanı ofisi şeklinde düzenlenmiş, diğer binalar da yabancı devlet adamlarının kalacakları misafirhane ve Cumhurbaşkanlığı personelinin büroları hâline getirilmişti. Yeni düzenlemede köşklerin eski dekorasyonuna sadık kalınmış, kumaşlar ve halılar özel olarak dokutulmuş, her salondaki farklı duvar kâğıtları ile mobilyalar ve avizeler de aynı şekilde yaptırılmış, duvarlara gravürler, orijinal fermanlar ile beratlar ve modernize edilmiş hatlar asılmıştı. Tefrişatın özelliği, binada kullanılan ne varsa “tek”, yani sadece Vahideddin Köşkleri için imal edilmiş olması idi.

        Sultan Vahideddin’in büyük kızı Ulviye Sultan (soldaki fotoğrafta önde), 1960’ların sonunda Sultan Reşad’ın torunlarından Mihrimah Sultan ve damat Ürdünlü Prens Naif ile Çengelköy’deki köşkün balkonunda ve aynı balkonda geçen hafta Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı otuz yıllık dostum Sefer Turan ile bendeniz.

        Köşkler’deki bütün apliklerin üzerinde ay-yıldız bulunuyor.

        MİSAFİR BANYOSU

        Mermer banyolardaki aynalarda karartılmış varak kullanıldı.

        MİSAFİR YATAK ODASI

        Bu yatakta sadece yabancı devlet başkanları, krallar ve veliahtlar yatabilecek.

        36 KİŞİLİK MERMER MASA

        Ana binada bulunan ve resmi devlet yemeklerinde kullanılacak 36 kişilik masa, parçalı mermerlerden yapıldı.

        ŞAHSA DEĞİL, MİLLETE AİTTİR

        İstanbul’da imparatorluk zamanından kalma sarayların, köşklerin ve kasırların müze değil, ofis olarak kullanılması gerektiğini ve Avrupa’nın en gelişmiş demokrasilerinde bu uygulamanın vârolduğunu senelerden buyana yazıp söylerim...

        Sarayları kullanmıyoruz, yahut kullanamıyoruz ama geçmişi aksettiren mükemmel bir “Osmanlı evi” olan Vahideddin Köşkleri’nin şimdi devletin zirvesine tahsis edilmesinden ve yabancı devlet başkanlarının eşsiz bir Boğaz manzarasına nâzır bu mekânda ağırlanıp Türkiye’nin zengin mâzisini bizzat görecek olmalarından son derece memnunum.

        Unutmamamız gerekir: Saraylar ve köşkler şahsın değil, milletin malıdır; şahıslar gider ama mülkler kalır!

        Çengelköy’deki Sultan Vahideddin Köşkleri’nin 1960’tan önceki (altta) harap ve şimdi restore edilmiş halleri (üstte).

        Sultan Vahideddin’in kızı Ulviye Sultan ve eşi Ali Haydar Germiyanoğlu.

        Kış geldi mi köşklerde soba derdi başlardı!

        ÇENGELKÖY Köşkleri’nin Cumhuriyet dönemindeki sâkinleri arasında sadece evsiz-barksız yaşlı saray kadınları değil, Sultan Vahideddin’in büyük kızı Ulviye Sultan ile damadı Ali Haydar Germiyanoğlu da vardı.

        Hanedanın sürgünde bulunan kadın mensupları ile eşlerine 1952’de memlekete dönüş izni verilmesinden sonra Türkiye’ye dönen Ulviye Sultan ile Ali Haydar Bey maddî sebepler ve sağlık meseleleri yüzünden ayrı yaşamak zorunda kalmış, Ulviye Sultan ilk eşinden olan ve İzmir’de bulunan kızı Hümeyra Hanımsultan’ın (Özbaş) yanına, Ali Haydar Bey de Vahideddin Köşkleri’nin bir odasına yerleşmişti.

        Aşağıda, Ali Haydar Germiyanoğlu’nun eşi Ulviye Sultan’a 1960’ın 6 Aralık’ında Çengelköy’den gönderdiği hasret dolu bir mektubun bazı bölümleri yeralıyor:

        “Benim canım tontonum,

        2 Aralık tarihli mektubunu aldım. Senden her mektup alışımda ne kadar sevindiğimi tasavvur edemezsin.

        ...Moralinin bozukluğu beni çok müteessir ediyor. Bunun sebebini ve seni üzen şeyleri bana yazar mısın. Moral bozukluğu devam ederse vücudca rahatsızlığa da sebep olur. Bundan evvelki mektuplarımda da yazdığım gibi, hiçbir şeye ehemmiyet vermemeni, hiç üzülmemeni, keyfine bakmanı ayaklarını öperek rica ederim. İkinci ricam: Perhizine dikkat et, yememen icab eden şeyleri kat’iyyen yeme ve bu mektubumu alınca, ihmal etmeden iyi bir doktora umumi bir muayene yaptır. Bilhassa tansiyonunu ölçdür ve neticeyi lutfen bana yaz olur mu iki gözüm? Kanının bozulması, bahis ettiğim apse karaciğer bozukluğundan olacak. Dudağındaki apse daha tamamıyla geçmedi ise ‘Vitonal’ ismindeki merhemi sürersen iyi olur. Bir de vitamin B yahut B Komplex almağı ihmal etme. Sıhhatinin ve asabının iyi olmadığını son mektuplarından ve ifadelerinden anlıyor ve çok üzülüyordum. Beni bir az seviyorsan sıhhatine çok dikkat et sevgili tontonum.

        Ben çok şükür iyiyim. Burada havalar oldukça iyi gidiyor. Soba yakmayı ihmal etmiyorum. Borular iyi takılmıştır. Geceleri ben de senin gibi erken yatıyorum, yemekleri Zehra hanımın yemek odasında yiyorum. Senden uzak kalmakdan başka bir üzüntüm yok. Hiç merak etme. İsmini gönderdiğin manyeziyi (müshil) yarından itibaren almağa başlayacağım.

        Lutfen gönderdiğin 120 lirayı aldım. En iyi kunduracının nerede olduğunu öğrenip hemen bir çift kundura alacağım. Pek çok teşekkürler ederim.

        Çok tahassürle (özlemle) ellerini, yanaklarını birçok öperim benim canım tontonum.

        Senin Ali Haydar’ın”.

        Ali Haydar Germiyanoğlu’nun mektubu.

        Diğer Yazılar