Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        EDEBİYAT dünyamızda öyle bir rezalet yaşandı ki, Allah düşmanımın bile başına vermesin!

        Okumamış yahut işitmemiş olanlar için rezaletin nasıl olduğunu hatırlatayım:

        Türkiye’nin en köklü edebiyat dergilerinden olan Varlık, son sayısında 1958’de “Köprü” isimli bir başka edebiyat mecmuasında yayınlanmış bir yazıya yer verdi. Köprü, bundan 57 sene önce Orhan Veli’nin ölüm yıldönümü münasebeti ile ona ait olduğu iddiası ile “Ölümüm” isimli bilinmeyen bir şiirini yayınlanmıştı ve Varlık, son sayısında işte bu şiir ile 1958’de kaleme alınmış olan tanıtım yazısına yer veriyordu.

        Çağdaş edebiyatımızın büyük üstadları, Orhan Veli âşığı romantik genç kızlar ve delikanlılar ile yaşı geçkin ama gönlü hâlâ taptaze hanımefendiler öyle bir heyecanlandılar ki, sormayın! Kolay mı, 36 yaşında göçüp gitmiş olan rüyalarının şairinin hiç bilinmeyen bir şiiri ortaya çıkıyordu; aslında ortaya çıkmıyor, böyle bir şiirin vârolduğu hatırlatılıyordu ve hislenmemeleri, hattâ ağlamamaları elde mi idi?

        ‘ÇAMLICA’DA KUŞBAŞI KAR’

        Ama hislenmeleri de, hüzünlenmeleri de, gözyaşı dökmeleri de sadece bir-iki gün devam etti, zira Kemal Anadol şiirin Orhan Veli’nin değil, Fahri Erdinç adında bir şairin olduğunu ve Erdinç’in 1945’te yayınladığı “Şen Olasın Halep Şehri” isimli kitabında da bulunduğunu duyurdu!

        Haydi, Varlık dergisine “Bundan seneler önce yayınlanmış bir yazıyı iktibas etmiş, bu işte onun kabahati yok” diyerek az biraz ayrıcalık verelim, yani torpil geçelim...

        Ama ya hayranlık krizlerine girenleri ne yapacağız? Facebook sayfalarında yahut Twitter hesaplarında “İşte, her kelimesinde buram buram Orhan Veli kokan dizeler” diye güzellemeler karalayan koca koca adamlara, şiirdeki “Çamlıca’da kuşbaşı kar” ifadesini bile mükemmellik örneği gibi yorumlayanlara ve en önemlisi Çağdaş Türk Şiiri uzmanı oldukları söylenip de Kemal Anadol’un herkesi bilgilendirmesine kadar şiir hakkında tek kelime etmeyen üstadlara ne diyeceğiz?

        20. Yüzyıl Türk Edebiyatı tarihçileri ile uzmanlarının ortak özellikleri ister sağda, ister solda olsunlar belli isimleri tabu kabul etmeleri ve o kişilerin eserleri hakkında hayranlık ifadeleri dışında tek söz edememeleridir. Çağdaş edebiyatımız bu yüzden derinlemesine incelenmemiş ve birçok şairin müşterek âdeti olan “etkilenme” işi; daha doğrusu yabancı, özellikle de Fransız şairlerinden yaptıkları ama etkilenmeden de öte olan “alıntıları” ve bazılarının da apaçık “yürütmeleri” asla ele alınmamıştır.

        “Maalesef” diyeceğim ama bir hakikattir: İsimlerinden bugün “büyük şair”, “zirve edebiyatçı”, vesaire gibisinden cafcaflı sıfatlarla bahsedilen birçok şairin bazı ifadeleri, hattâ en meşhur mısraları 20. yüzyıl Fransız şiirinden makaslamadır. Ama bu intihalden de ileri aşamalardaki kesip yapıştırmalardan hiçbir şekilde bahsedilemez, zira bahsedilmesi şair sağcı ise millî kültürümüze hakaret, solcu ise devrim yoluna konmuş engel kabul edilir.

        NÂZIM, GELİR KAYNAĞIDIR!

        Çağdaş edebiyat tarihçiliğimizin yahut uzmanlığımızın zaafı sadece bu mu? Ortada dünya kadar daha başka garabet de var:

        “Modern şiir” dendiğinde Türkiye’de senelerden buyana bir kesim için sadece iki isim hatıra gelir: Orhan Veli ve Nâzım Hikmet...

        Orhan Veli içkinin, romantizmin, genç yaşta ölümün, umutsuz aşkların ve de uçukluğun sembolüdür; Nâzım Hikmet ise her vesile ile gelir kaynağı! “Nâzım’ın fanilasındaki yırtık”, “Gül gibi kokan kızıl çorapları”, “Mavi gözlerinin delik deşik ettiği kadınlar” deyip kitaplar, senaryolar, vesaireler yazılır ama hepsi o kadar!

        Kahramanlığını “Varlık” dergisinin yaptığı bu son hadise, “Çağdaş Türk Edebiyatı” uzmanlığının, hocalığının ve üstadlığının şimdi nasıl yerlerde sürünmekte olduğunu açık şekilde göstermiştir!

        Diğer Yazılar