Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YEMEN son defa 1950’li ve 60’lı senelerde yaşanan ve Mısır’ın o zamanki lideri Cemal Abdülnasır’ın daha da içinden çıkılmaz hâle getirdiği büyük krizin üzerinden yarım asır geçtikten sonra tekrar karıştı ve dünyanın önemli dertlerinden biri oluverdi...

        Bir zamanlar İstanbul’dan gönderilen valiler ile Mülkiye’nin genç mezunlarının idare ettikleri Yemen’de 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında yaşanan ve onbinlerce Anadolu evlâdının canına mâlolan isyanların geçmişi hakkında bizde bir hayli kaynak vardır. Orada görev yapmış çok sayıda subay hatıralarını yazmıştır, bu hatıralardan ikisi çok önemlidir ve bölgenin dünya gündemine yerleştiği bugünlerde, Ankara’da karar verme yetkisine sahip bulunanlar tarafından mutlaka okunmaları gerekir.

        Sözünü ettiğim kaynakların ilki, Yemen’de uzun yıllar kumandanlık yapan, seneler sonra Sadrazamlığa gelen ve 1918’de Mondoros Mütarekesi’nin imzalanması sırasında sadaret makamında bulunan Ahmed İzzet Paşa’nın “Feryadım” isimli iki ciltlik hatıralarının Yemen ile ilgili bölümleridir.

        Paşa, hatıralarında Yemen hadiselerinin uzun ve çok önemli analizlerini yapar, Zeydî isyanlarını ve isyanları bastırabilmek için düzenlenen harekât silsilesini anlatır. Hatıralar askerlere hitap eden bir üslûpla kaleme alınmış oldukları için anlamakta zorluk çekilebilir ama okunması gerekir.

        YEMEN’DEKİ GENÇ BİNBAŞI

        1910’da patlayan isyanları daha basit ifadelerle anlatan bir başka kaynak, İsmet Paşa’nın yani İsmet İnönü’nün hatıralarıdır...

        Paşa, hayatının son senelerinde kaleme aldığı ve o yılların önemli gazetecilerinden Sabahattin Selek tarafından yayınlanan hatıralarının gençlik seneleri ile ilgili bölümünde Yemen’e de yer verir. Genç bir binbaşı iken gittiği o uzak ve sıcak iklimde yaşadıklarını hikâye ederken bugünkü krize sebep olan Husî isyanının temelini teşkil eden Zeydî ayaklanmalarını da anlatır.

        İsmet İnönü’nün hatıralarının Yemen ile ilgili bölümlerinden aşağıda kısa alıntılar yapıyorum. Paşa’nın yazdıklarını okuduğunuzda, şimdi nurtopu gibi bir kriz hâline gelmiş olan bugünün Yemen’i ile bir asır öncesinin Yemen’i arasında pek bir fark olmadığını göreceksiniz:

        “...Hudeyde’ye, Mart nihayetlerine doğru vardığımızı tahmin ediyorum. Alışamadığımız bir sıcakta, boğucu bir hava içinde çalışmaya başladık. ...Yemen’in Cebel denilen doğu kısmı Zeydîler ile meskûn, kâmilen (tamamen) ayaklanmış halde idi. Yemen’de askerî işgal, idarenin emniyetini muhafaza için daimî bir usul sayılırdı. İlçeleri ve bölgeleri vilâyet merkezi San’a’ya bağlayan yollar daimî karakollarla tutulur ve menzil yanlarında büyücek merkezler, kuvvetli birliklerle tahkim edilerek ufak çevreler halinde muhafaza edilirdi. Umumî isyan olduğu vakit halk her tarafta karakollara ve merkezlere hücum eder, zaptedemediklerini kuşatarak, bütün bölgede her türlü gidiş-gelişi keserdi. ...İsyan mayalandıkça ve genişledikçe artık etrafa yetişmek mümkün olmaz, ...anavatandan bir yeni kuvvetin gelip muhasarayı kaldırması ve eski kıt’alardan kurtarabildikleriyle beraber devlet idaresini yeni baştan emniyete koyması icap ederdi.

        İMAM-HALİFE MÜCADELESİ

        ...Şeyhülislâm kapısı, İmam’ın Zeydîler üzerinde kendi mezhebine göre hâkim tayin olunmasını kabul etmiyordu. Herşeyden evvel hilâfet hakkının tanınması lâzım geldiği söyleniyordu. Zaten son kırk seneden beri Zeydîler ile aramızdaki kanlı müsademelerin (çarpışmaların) asıl sebebi de mezhepçe Halife tanınan İmam ile Osmanlı Halifesi’nin makam çatışmasından ibaretti. Şurası da dikkate değer ki, Hanefî ve Zeydî mezhepleri arasında ne fark olduğunu bilmek ve bulmak da kolay değildi. Farklar o kadar ehemmiyetsiz ve o kadar teferruat içindeydi. Asıl fark, Peygamber sülâlesinden bir Seyyid’in İmam tanınması mecburiyetinden geliyordu. Mutaassıp halk, silâh kullanmayı öğrendikten sonra cür’etli kılavuzlar arkasında mütemadiyen çarpışmaya alışmıştı.

        Biz, Arabistan Yarımadası’nın güneyinde, geniş Aden bölgelerinden başka tâ Basra’ya kadar, Yemen’den büyük ve nisbeten mâmur yerlerin, hattâ tabiî zenginlikleri bulunan bölgelerin, İngilizler tarafından üç-beş memur ile idare edildiğini görüyorduk. Yemen’in anavatanı mütemadiyen kemiren bir âlet hâlinden ne şekilde olursa olsun çıkarılmasını bütün inancımızla istiyorduk...”

        Diğer Yazılar